Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA ğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı, romancılığın belirli kalıplar içinde yani roman kurgusunun ve yazım tekniğinin belirli kurallar bütünü ve kurgulanışına uygun olması gerektiğini sanan yazar ve eleştirmenlere eşsiz bir örnek, basit bir tabirle edebi bir kapak niteliğinde. Türk edebiyatında özellikle Tanzimat’tan sonra başlayan Batılılaşma hareketlerini, Atay romanında daha çok Cumhuriyet sonrasındaki Türk aydınının bir sorunu haline getirmiştir. Cumhuriyet dönemi Türk aydınını, kimi zaman bir arayış içinde gösterip, kimi zamansa kimliksel bir kayboluş olarak lanse etmeye çalışmıştır. Anlatımında kullandığı ironik yapı, bu bölümlerde hicvin gölgesinde kalmaktadır. Değerlendirme Sevilay Uztutan’ın. Yüzyıllar öncesinden seslenen bu yol notlarında günümüz okuyucusu ne bulabilir? Farklı coğrafyalarda dolaşma, farklı kültürlerle temas, insanın kendisine, ülkesine, yaşadığı topluma bakışını değiştirir; bizim dünyamızın dışında başka dünyaların olduğunu gösterir. Başka kültürlerle temas hoşgörüyü artırır. Ancak böylesine bir etkileşim, değişim beklentisi, o coğrafyalardan ne umulduğu ve nasıl dolaşıldığı ile ilgilidir. Montaigne’nin “Yol Günlüğü”, yüzyıllar öncesinin koşulları ışığında da olsa bize nasıl gezileceğinin, gittiğimiz yere nasıl bakacağımızın, yabancı diyarlarda nasıl mutlu olabileceğimizin bilgisini veren bir metin. Günlüğü, Seriye Sezen’in kaleminden tanıyoruz. İsmail BeşikçiYılmaz Öztürk Mektupları’nda gerçek dostluk bütün görkemiyle ortada. “Albüm” bölümündeki fotoğraflara aydınlık gülüşler olarak yansıyan bu dostlukla, toprağa kök salmış ağaçlar kadar güçlü görünüyor her ikisi de... Yarım yüzyıla yakın sürmüş bu dostlukta, “ışıklı dost” Yılmaz, “ömrü yeterse” Beşikçi’yi yazmayı istediğini söylemiş. Bu artık mümkün değil ama Beşikçi’nin kaleminden Yılmaz Öztürk’ü daha yakından tanıyabilmeyi umut edebiliriz... Kitabı Zeri İnanç değerlendirdi. Bol kitaplı günler... Laurent Seksik’ten ‘Stefan Zweig’ın Son Günleri’ O İntihar sürecinin gerçekliği ve kurgusu Akademik eğitimi tıp dalında yapmış, ama sonradan edebiyat eleştirmenliğine ve romancılığa yönelmiş olan Fransız yazar Laurent Seksik, çağımızın ünlü yazarı Stefan Zweig’ın Nazi zulmünden kaçarak sığındığı Brezilya’da eşiyle birlikte canına kıyma sürecini, roman tadında anlattığı Stefan Zweig’ın Son Günleri adlı kitabını dönemin arşivlerinden, tanıklık ve belgelerden alınmış tarihsel ve gerçek olaylara dayanarak yazmış. ? Kaya ÖZSEZGİN ntihar günlüğü olabilir mi? Böyle bir günlüğü, intihar edecek kişinin kaleme alması uzak bir olasılık olacağına göre, bu olayın ayrıntılarına eldeki belgeler aracılığıyla dışardan biri yönelebilir ancak. Bir anlamda kurgusal, ama aynı zamanda gerçeklere uyumlu bir çizgi üzerinden yürüyerek ünlü bir yazarın intihar öyküsünü yazmak ise, sonuçta roman türünü akla getirse bile orada da belgesel kaynaklardan olabildiğince yararlanmak, en azından inandırıcı olmanın gereğidir. Stefan Zweig’ın Son Günleri adlı romanda geçen bazı kişilerin bu süreçteki sözleri ve düşünceleri, mektuplarda, gazetelerde, makalelerde ve Zweig ile eşi Lotte’nin yazdıklarına sadık kalınarak aktarılmış. Kurmaca roman yazılırken yararlanılan kaynaklar, bilimsel çalışmaları hatırlatacak biçimde kitabın sonuna kaynakça olarak konulmuş. Bütün bunlara bakarak kitabın üzerine konulmuş olan roman belirtecini yadırgamak da mümkün. Ama kitabı baştan sona okuduktan sonra, 1941 yılının Eylül ayından başlayıp intihar olayının gerçekleştiği 17 Şubat 1942 tarihine kadar geçen sürecin anlatıldığı birkaç haftalık olayların akışında benimsenen üslup biçiminin roman adı altında sunulmuş olmasını haklı karşılamamak da elde değil. Kitabın, aynı yayınevinin kısa bir süre önce yayımladığı Zweig’ın son kitaplarından “Montaigne”i izlemesi de ilginç. Nazi takibinden kaçan Zweig’ın önce Salzburg’da, daha sonra Londra ve New York’da geçen günlerinin arkasından, son durağı olan Brezilya’nın Petropolis kentine vardığı günle başlıyor roman. Geride kalan Viyana, Stefan Zweig’ın doğup büLaurent Seksik İ yüdüğü kent, artık “büyük Reich’ın vilayeti”dir. “Bütün başlangıçların mekânı” olan Petropolis’e, “varoluşun rayihasını muhafaza eden” kitaplarıyla birlikte gelmiştir Zweig. Goebbels, daha 1934’te, yani Hitler rejiminin işbaşına gelmesinin hemen arkasından onu da “ 1 numaralı istenmeyen ve sakıncalı yazarlar” listesine almış, o da aynı yıl Londra’da yaşamayı seçerek sürgün yaşamının ilk durağına ayak basmıştı. Artık bundan böyle kaçmak, Zweig’ın “yaşam tarzı” olacaktır. Anılarını New York’ta kaleme almaya başlamıştı. Bütün mesele “aydınlığı ve karanlığı, savaşı ve barışı, yüceliği ve çöküşü anlatmak”tır. Çünkü o, bütün bunları benliğinde yaşamış ve görmüştür. Eski karısı Friderike’nin izlenimlerini de bu anılar zincirinde kullanabilmek için onunla zaman zaman buluşması gerekmiştir. Bütün bu zor koşullarda yılgınlığa kapılmamak gerektiğinin farkındaydı. “Dünyanın sefilleri Yahudiler”den biriydi. Ancak çağdaş bir yazar olarak onun kitaplarını yayımlamaktan kaçınmayan, aksine bu işin sorumluluğunu üstlenmeyi bilen Abraham Koogan, onu Brezilya’da bulacak, bu çağın en büyük yazarı olarak tanımladığı, Almanya’da ve Avusturya’da yayıncısı kalmayan, “vatansız ve evsiz” olmayı göze alan Zweig’ın kitaplarını yayımlamaktan duyduğu gururu bir kez daha dile getirecektir. Alman birliklerinin Sovyetler Birliği’nde ilerledikleri, tankların Moskova kapılarına dayandığı bu acımasız dönemde Stefan Zweig’ın tek dayanağı belki de çok sevdiği Lotte idi. Yazarın artık yaşlanmakta olduğunu hissettiği bir dönemde, yedi yıl önce tanıdığı bu kadının, eşine derin bir saygısı ve bağlılığı vardı ve öte dünyaya kadar onunla birlikte gitmekte kararlıydı. Dostlarının bir bir yaşamdan çekildiği (Ernst Weiss, Erwin Rieger, Ernst Toller hayatlarına son vermişler, diğerleri de katledilmişler ya da Dachau’da çürümüşlerdi) bir dönemde mutlu yıllar düşlemek, olmayacak bir şeydi. Ama Viyanalı hümanisti hak ettiği biçimde göklere çıkaran Jules Romains gibi dostları da olmamış değildi. Ne var ki acıların en büyüğünü Alman birlikleri TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr 1938’de Viyana’ya girdiğinde, yani Anschluss’un ilk günlerinde odun yığınlarında kitapları yakıldığında yaşamıştı. Annesinin ölümünü duyduğunda rahatlaması da bundandı; ne iyi ki annesi bu acı olaya tanık olmamıştı. Bir yıl içinde Viyana, Yahudisiz bir kent haline gelmişti. Öte yandan insan avı, artık Brezilya’ya kadar ulaşmış bulunuyordu. Zweig, tehdit mektupları almaya başlamıştır. Oteller Gestapo ajanlarıyla kaynamaktadır. Ne var ki Stefan Zweig’ı canlı ele geçiremeyeceklerdi. Yazar, bu fırsatı onlara vermemekte kararlıdır. Yazmaktan ve sohbet etmekten artık tat almadığı bir dönem çatmış bulunuyordu. Artık hoşuna giden tek şey sessizliktir. Bu sessizlik ortamında tanımış olduğu kişileri, sanatçı ve yazarları, örneğin 1900’lü yılların başında tanıdığı Rodin’i, Jaures’i, Ravel’i anımsayacaktır. Henriette Vogel ile birlikte yaşamına son veren Kleist’le birleşecektir yazgısı. Ölümünden kısa bir süre önce, sessizlik içinde geçirmeyi tasarladığı bir sırada kısa bir süre için Petropolis’ten ayrılarak Lotte ile birlikte, gürültülü karnaval şenliklerini izledikleri Rio’ya gitmeleri, yalnızca bir rastlantı mıydı? “Geleceğin dünyası” yoktur artık, gelecekten umut kesmenin zamanı gelmiştir. Dünya, barbarların ayakları altındadır. Ve nihayet 22 Şubat 1942.. Kâhya kadına yol verilmiş, bahçıvan pazar iznine çıkmıştır. Son mektubunu da Friderike’ye yazmıştır. Lotte, dışardan eve dönmüştür. Zweig, verdiği sözü hatırlatır ona. Sonra da gözlerinin içine bakarak önce kendisinin gideceğini, arkasından Lotte’nin geleceğini söyler. Lotte, onun yanına gidecek gücü kendisinde görebilmektedir. Romanın son cümlesi, içli bir öyküyle örtüşüyor: “Odanın açık penceresinden perdeleri dalgalandıran rüzgârın esintisi, bir dipsiz derinliğin üzerinde dolaşmaktadır.” Ancak tasarımlanabilecek böyle bir intiharı, olgusu ve dekoruyla birlikte gözde canlandırmak zor. Bunu ancak bir roman yazarı kurgulayabilir. Çünkü o ana tanıklık edebilecek hiçbir şey, yazarın kurgusu dışında söz konusu olmayacaktır. ? Stefan Zweig’ın Son Günleri/ Laurent Seksik/ Çeviren: Sosi Dolanoğlu, Can Yayınları/ 170 s. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya?Reklam Müdürü: Ozan Altaş ?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1180 27 EYLÜL 2012 ? SAYFA 3 Stefan Zweig