22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Judy Light Ayyıldız’dan ‘Kırk Diken’ Balkan felaketi ve bir millet inşasının öyküsü Trakyalı eşraf ailenin kızı Adalet, Balkan Harbi çıktığında henüz on yaşındadır, on beş yaşında ise evlenmek üzere bir nalbantın oğlu olan Burhan’a kaçar. Dünya Savaşı, Milli Mücadele ve ardından Cumhuriyet yıllarında kocası ve çocuklarıyla birlikte Anadolu’nun bir ucundan diğer ucuna savrulan yaşamı bir ulusun yaşam mücadelesiyle iç içe örülür. Kırk Diken, Amerikalı gelinin kaleminden kayınvalidesi Adalet’in ve yirminci yüzyıl Türkiyesi’nin romanı. ? Ergün KIRLIKOVALI ığlıkları duyabiliyor musunuz? Şurada bir bebek? Orada bir nine? Parçalanmış ailelerin ıstırabını hissedebiliyor musunuz? Kaybolmuş kardeşler, anneler, babalar? Mahvolmuş yaşamlar? Minicik rüyalar? Çalkantılı savaş yıllarının geride bıraktığı, fark edilmemesi neredeyse olanaksız, o bitmeyen izlerle özdeşleşmemek mümkün mü? Bütün bunlar, ruhunuza o kadar yakın ama günlük kaygılarınıza ve yorgun belleğe o kadar uzak ki… Devasa bir boşluğun, derin acıların ve bitmeyen yoklukların içinde boğuluyorken, bir de bakıyorsunuz umut belirmiş, inanılmaz cömertlikler sergilenmiş ve inanılmaz bir yenilenme süreci başlamış. Herhalde anlamışsınızdır, köklerini ve geçmişini o talihsiz ve acımasız Balkan Savaşları’na kadar sürebilen ve bugün aramızda sayıları milyonlarla ifade edilen bizim yorgun Türklerimizden söz ediyorum. Hani şu çilekeş ninesi, dedesi, babası veya annesinin hüzünlü Balkan türkülerini dinleyerek büyüyen, o iki kuşak arası bir yerlerde takılıp kalmış, şefkatli muhteşem insanları demek istiyorum… İşte bu itilip kakılmış insanlarımızın mini minnacık rüyalarına bir dokunuyorsunuz. Birdenbire hepsi, tek lokma ekmeğini bile düşünmeden paylaşabilen hayırsever devlere dönüşüyor. Sen “Bu nasıl bu nasıl cömert bir yürek?” diye düşünürken nihayet farkına varıyorsun: Bu insanlar o kadar derin acı çekmelerine, o kadar horlanmalarına ve o kadar kayıplara katlanmalarına rağmen içlerinde tek bir nefret belirtisi, tek bir isyan ve hatta tek bir umutsuzluk yoktur. Hep ileriye bakarlar, umut ve sevgi doludurlar. İşte Judy Light Ayyıldız’ın Kırk Diken adlı romanını okurken unutulmuş bir geçmişin hüzünlü coğrafyasında, beni bir sonbahar yaprağı gibi oradan oraya savuran, içimi kemiren o yoğun duygular bunlardı. İtiraf etmem gerekirse, insanın ciğerlerini söken bu edebi kurgunun mütevazı sayfalarında beni bekleyenlere pek de hazır değilmişim. SON TREN Kitabın bir yerinde, kurgunun kahramanı Adalet Hanım, 1912 Kasımı’nda Bulgaristan’dan büyük kaçısın yaşandığı o dehşet günlerindeki “son tren”i anlatırken, hüznü, paniği, korkuyu, renkleri, varlığına ait bazı ipuçları arıyordum. Tabii, bu arada, Adalet’i de anlamıyor değilim. Kendi ailesi parçalanmış, parçaları oradan oraya savrulmuş. Bütün bunlar dururken bir de trendeki yüzlerce belki de binlerce çocuk ve bebek arasında kimsesiz bir bebekle mi uğraşacak? Kim bilir, kitabı tekrar okurum, belki bazı ipuçlarını hakikaten kaçırmışımdır. Zaten kitabın okunması da çok sürükleyici... Ben de bir gün ailemin öyküsünü yazmak istiyorum. Bir tarafta babam, bir yaşında kimsesiz bir bebek... 1912’de yaşam onu, bugün Yunanistan ile Bulgaristan’ın birleştiği, ama ikisinin de insanlıktan nasibini alamadığı, o tepelik arazilerde yer alan KIRLIKOVA köyünden dışarı fırlatmış. Diğer tarafta annem, başka bir Balkan kentinde (Üsküp) ve başka bir Balkan Hıristiyan grubu tarafından (Sırplar) ailesinin yarısı acımasızca katledilen o yiğit, azimli ve güzel insan. İkisinin de kalbinde zerre kadar kin, intikam duygusu yok. Çocuklarına, yani bizlere, kesinlikle o günleri anlatmadılar. Peki, ben bunu nasıl öğrendim? Annem arkadaşları ile buluşunca birbirlerine anlatıp ağlarlardı. Ben de o çocuk kafasıyla “Acaba bunları ağlatan nedir?” diye kulak kabartırdım. Belki anlamazdım konuşulanları, ama lafları duyardım. Annemin hikâyesi de babamınkine benziyor ama aynı değil. Mesela içinde tren yok. Çünkü tren o taraflarda pek güvenli değil. Sırplar kovboy gibi treni basıyor ve içindeki Müslümanları boğazlıyorlar. O zaman yapılacak iş, hiç bilinmeyen dağ yollarından kağnı arabalarıyla, yalın ayak, baş çıplak, gündüz gece yürümek var. Yollarda açlık, hastalık, çete baskınları, ölenler… Ama bunları aramızda anlatan yok. Yazan yok. Çünkü bunlar Müslüman, çoğu Türk. Yani ölmesi önemli olmayan cinsten... O yüzden anlı şanlı yazarlarımız pek “Balkanları yazmaz.” Sonra biz Türkler acılarımızı zaten pek anlatmayız. Hele hele hiç yazmayız. Unutmak ve yeniden doğmak umudu ile hep ileriye bakmak isteriz. Bu, anlaşılabilir bir davranıştır ama her zaman doğru olduğu söylenemez. Çünkü Türk ve İslam düşmanları bu asil davranışımızı “suçluluğun kabulü ve ispatı” olarak yayarlar dünyaya. Türklerin binlerce yıllık bu geleneği, yani sessiz ve vakur bir şekilde acıyı içine atma ve bağrına taş basma dürtüsü, böylece haksız bir şekilde Türklerin aleyhine kullanılır hale gelmiştir. İşte bu nedenlerle, ben yazar Judy Light Ayyıldız’a kayınvalidesinin hikâyesini aynı zamanda benim hikâyemi, muhtemelen sizin hikâyenizi ve hatta hepimizin hikâyesini yazdığı için binlerce defa teşekkür ederim. Kırk Diken’in The International Book Awards kurumu tarafından “Edebi Kurgu” dalında birincilik ödülüne layık bulunmasına ve “tarihi kurgu” alanında da finalist seçilmesine hiç şaşırmadım doğrusu. (Daha fazla bilgi şurada: http://www.internationalbookawards.co m/2012pressrelease.html .) ACILAR VE ZULÜMLER Bugün şunun soykırımı, bunun soykırımı diye bas bas bağıranlar, Türk’e olmadık hakaretleri yakıştıranlar, çoğu Türk olan bu Müslümanların Balkanlar’da Hıristiyan milliyetçilerin ellerinde maruz bırakıldıkları insanlık dışı zulümlerin ve tarifi imkânsız acıların binde birini bilselerdi, Türklere yakıştırdıkları Ermeni soykırımı suçlamaları için sonsuza kadar utanç içinde olurlardı. Ödül alma ve hibe koparma peşinde benliğini, kültürünü, tarihini, milletini, kolayca satabilen aydınların kaç tanesi acaba merak edip de Balkan Hıristiyanlarının estirdiği terörü (18771913), Anadolu Hıristiyanlarının isyanlarını ve terörünü (18821922), Birinci Dünya Savaşı’nı (19141918) ve Türk İstiklal Savaşı’nı okumuş (19191922)? Kaç tane yazar, çizer, “aydın” Balkan Türklerindeki zorunlu göç ve ölüm oranlarını bilir? Ya da umursar? Ya da Batı’da yok sayılan ama 18771922 arasındaki yıllarda maruz kalınan işkenceleri, zulümleri, acıları yazar, çizer? Türklerin çektiği acıların anlatılmaması, bunların kendi öz yazarlarımızca dahi bilinmemesini net olarak açıklamıyor mu? Bütün bu nedenlerledir ki Kırk Diken adlı muhteşem kurgusuyla dikkati çekiyor ve bu buzdağının sadece görünen ucudur. O kıtlık yıllarında Türklerin gösterdiği inanılmaz esneklik, yeniden inşa iradesi ve çabuk iyileşme kabiliyeti beni derinden etkiledi. Bir insan bu kadar şeyi yoktan nasıl var edebilir ve bunu defalarca ve sürekli olarak nasıl yapabilir? Bu cesur yürekler kimdir? Yaşamımda, Adalet ve ailesi, hısım akrabası ve arkadaşlarının çektiği acıların, verdiği kayıpların, maruz bırakıldıkları zulümlerin, hayal kırıklıklarının, kıtlığın, yoksulluğun, üzüntünün uzak ara benzerlerine dahi şahit olmadığımdan, Kırk Diken’i okuduktan sonra acılar ve zulümler gibi konularda hiçbir şey bilmediğime karar verdim. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, bu muhteşem insanlar gene de sonunda zafere ulaşırlar. Veya ona yakın bir şeye. Buırada yoksulluk, zulüm ve acılara odaklanıp, ardından Türkiye Cumhuriyeti ile Atatürk yıllarında gelen yeniliklere ve sıfırdan bir milleti inşa etmeye yeteri kadar yer vermediğim için bu kitaba haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Bu kitapla Hakkâri’ye bile o yıllarda bir bayan öğretmenin nasıl gönderilmiş, öğrenin. Yedi çocuklu bir annenin hastalanan kızı çaresizlik içinde gün be gün nasıl eriyip ölür, baba o günlerde nerelerdedir, öğrenin. Bunlar gerçek hikâyeler, kurgu değil. Kadının nereden nereye geldiğini ve nasıl geldiğini görün. Çocukların eğitimi için nasıl ciddi fedakârlıklara katlanılmış, bugünlere nasıl gelinmiş öğrenin. Öykü sihirli bir halı gibi önünüze serilince bütün bunların farkına varıyorsunuz ve adeta üstüne binip, uçup gidiyorsunuz. ? Kırk Diken/ Judy Light Ayyıldız/ Remzi Kitabevi/ 328 s. Ç Judy Light Ayyıldız kokuları, haykırışları ayrı ayrı ifade ederken, bir ara o kadar heyecanlanmışım ki kalbimin dışarı fırlayacağını sandım. Benim için ayrıca kişisel bir anlamı olan kanıtı bulabilmek umuduyla, yazara haksızlık edip onun cömertçe sergilediği o üsluba ilgi göstermeyerek, mümkün olan en hızlı şekilde okumaya başladım. Hele Adalet’in trende bir bebek sesi duyduğu satırlara geldiğimde, kendi gerçeğimle karşılaşma zamanının nihayet geldiğini düşündüm. Yaşamım boyunca belleğimde dönüp duran olayı, kitabın da dışına çıkarak, sanki tekrar izlemeye başladım: “Şu küçük bir bebek dikkatimi çekti. Hep ağlıyordu ama yanında ona bakacak kimse yoktu. Acaba öyküsü neydi? Yaklaştım ve kucağıma aldım. Minnacık bebek elbisesine, çengelli iğneyle tutuşturulmuş buruşuk bir kâğıt parçası gördüm. Üzerindeki panik içinde yazıldığı izlenimini veren silik bir notu okumaya çalıştım: ‘Akif oğlu Ratip. Doğumu 1911. Kırlıkova.’ Ne yapacağımı bilemedim. Kimlik kartında ‘…’ Yazan bir Osmanlı memuruna bebeği teslim ettim.” Elbette bu satırların hiçbiri kitapta yoktu. Ama bir türlü ele geçmeyen bu ana beni bu kadar yaklaştırıp bu heyecanı yaşattığı için yazara yine de teşekkür borçluyum. Evet, Adalet’in ve okurların bilmediği, pek dikkat çekmeyen ama alabildiğine gizemli bambaşka bir yolcu vardı o trende: Bir yaşında, yanında hiç kimsesi olmayan bir bebek. Osmanlı tren memurlarının şefkatine terk edilmiş, yapayalnız bir garip yolcu. İşte o bir yaşındaki bebek benim babamdı! Ve ben o kitapta, deliler gibi, babamın o “son tren”deki SAYFA 12 ? 27 EYLÜL 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1180
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle