04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O Akif Kurtuluş kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Mihman ların içindeki istihbaratçı da hatta dağdaki PKK’li de olması gerekenin farkında. Hepsi aklın yolunun barışçı çözümü gösterdiğini görüyor. Ama herkesin gördüğünün hayata geçmesini, bu topraklara barış gelmesini istemeyenler var ve onlar halen güçlü. Mihman, bir dönem romanı olarak gelecekte ne kadar okunur bilinmez ama bugün olaylara gazete köşe yazılarının, TV yorumcularının bakışları dışında bir de edebiyattan bakmak isteyenler için de tavsiye edilebilecek bir roman. ESPAS 1970’lerin sonu 80’lerin başında sokaklarda siyasi mücadele yaşanıp, ülke askeri darbeye hazırlanırken yayıncılığın kalbi Cağaloğlu da önemli bir değişimi yaşıyor, tipodan ofset baskıya geçiyordu. Esnaflığın muhafazakâr yaklaşımı ile birçok yayıncı harfleri kurşun kalıplara dökerek baskıya hazırlayan tipo baskı yöntemiyle işlerini yürütme niyetindeydi. Ama teknolojinin önünde durmak mümkün değildi. Önce büyük gazeteler, sonra dergiler, nihayet onlara hizmet veren matbaalar ofset baskı tekniğine geçince kitap yayıncıları da mecburen ofsete geçmek durumunda kaldılar. Çünkü tipo baskı yapan matbaa sayısı çok azalmıştı ve onlar da kapanmak üzereydi. Ayrıca ofset, baskı sürecini hızlandırıyor, tipodan aylarca süren kitap dizme ve basma işlemi birkaç günde bitiveriyordu. Ama ofset baskı tipoya göre oldukça pahalıydı ve baskı öncesi işleri bilenler çok azdı. Daha machintosh icat edilmemiş, edildiyse bile o küçük ekranlı bilgisayarlar henüz Türkiye’ye gelmemişti. Masaüstü yayıncılık denilen bilgisayarla yayıncılıktan kimsenin haberi yoktu. Yazılar devasa makinelerde ne yazdığını görmeden ya da tek satırı görerek diziliyor, uzun işlemlerden sonra mumSelma Sancı ihman’ın sözlük anlamı “misafir, konuk”. Akif Kurtuluş Mihman’da (2012, İletişim yay.) zorla misafir edilen bir avukatın yaşadıkları üzerinden otuz yıldan fazladır süren savaşa şahit ediyor okurları. Birçok kahramanın ağzından anlatılsa da Mihman’ın iki ana kahramanı var; bir istihbaratçı ve bir avukat. Ankaralı avukatın günlük hayatını aktararak başlıyor roman. Şiirsever, siyasetle ilgili bir avukat. Cebinde Edip Cansever’in şiirini taşıyor, gündelik hayatın içinde Turgut Uyar’ın dizelerini anıyor. Öğrencilik yıllarına sol hareket içinde yer almış. Sonraları aktif siyasetten kopsa da hep siyasi gelişmeleri izlemiş. Vedat Aydın’ın gözaltına alınışına şahit olmuş, Bilgi Üniversitesi’nde protestolar altında Ermeni Konferansına katılmış. Şimdilerde temel ilgi alanı futbol. Amatör lig maçlarını izleyecek kadar futbola yakın. Sıkı bir Fenerbahçe taraftarı. İçkiyi, sohbeti seviyor. Aşklar, ilişkiler hayatının önemli bir bölümünü dolduruyor. İnsanlara dikkatle ve alaycı bir tavırla bakıyor. Arada sırada şiir yazsa, çok aralıklı yayınlasa edebiyat çevrelerine tanıdık gelebilecek bir sima. Sevgililerinin, arkadaş çevresinin gözünden avukatı tanımaya başlıyoruz. Akif Kurtuluş, kısa bölümlerde farklı bakışlardan avukatın kimliğini inandırıcı bir biçimde çiziyor. Orta yaşa gelmiş avukatın ilişkilerden, işten, kısacası hayattan yorulduğunu, sıkıldığını anlıyoruz. İstihbaratçıya gelince bu tanıma pek net olamıyor. Çünkü kendine bile anlatamadığı şeyler, yüzleşemediği bir çok olay var hayatında. Görevi gereği toplumun içinde silik, görünmez biri olmak zorunda. Onu en iyi sorguladığı, işkence ettiği kişiler tanıyor ve kılıktan kılığa girse de hiç unutmuyor. Akif Kurtuluş, istihbaratçıyı da günlük hayatın içinde var ediyor. Van’da masa tenisi antrenörü kimliği altında nasıl bir düzende çalıştığını, amirleri ve yanında çalışanlarla ilişkilerini öğreniyoruz. İstihbaratçı yaptığı işin ağırlığı altında ezilmek üzere, içkiden medet umuyor. Hatalar yapmaya başlıyor. Küçük, ilk bakışta önemsiz hatalar bunlar ama kimliğinin tespit edilip kaçırılmaya karar verilmesine neden oluyor. PKK’lilerin kurduğu pusuya Mehmet SAYFA 10 ? 27 EYLÜL M Fuat değil Memet Fuat düşüyor. PKK’lıların dağdaki yaşamı, bakış açıları, düşünce yapıları yine farklı kahramanların ağzından yine inandırıcı bir biçimde satırlara dökülüyor. Avukatın zoraki mihman’lığında onunla kurdukları ilişki, kendi aralarında yaşadıkları, satıraralarından çıkan hayat hikâyeleri ile varlık kazanıyorlar. Kitabın arka kapağında avukatın kaçırılacağı bilgisi biraz şiirsel olsa da bildirilmiş, ona bağlı olarak “lirik bir siyasi polisiye” tanımlaması da yapılmış. Akif Kurtuluş’un ilk şiirlerinden beri okuru iseniz ve onun işin içine hep bir ironi, hınzırlık kattığını da biliyorsanız romanı okurken tetikte durup “lirik bir siyasi polisiye” tanımlamasının içine gizlenmiş tuzakları da çözmeye çalışmamak imkansız. Bir kere, içinde insanı şiir okumaya özendirecek birçok iyi gönderme var ama roman “lirik” değil. Aksine yer, sokak adları ve tarihlerle altı çizilen oldukça somut bir anlatımı var. Konu olarak yazar istese kolayca “polisiye” olabilecek bir yapı var. Akif Kurtuluş kısa bölümlerde oldukça tempolu, merak unsurunu hep en üst düzeyde tutan bir anlatı kurmuş ama polisiyeye değil kahramanlarının iç dünyalarına yoğunlaşıyor. Zaten biz de okur olarak ilerleyen sayfalarda tüm tempoya, ustaca kurguya rağmen kahramanlarının “polisiye” olay bittikten sonra kişisel olarak nereye varacaklarını merak etmeye başlıyoruz. Kurtuluş da beklentimizi tahmin ettiği için polisiyenin sonrasını yani avukatın serbest bırakılmasından sonrasında yaşananları da anlatıyor. İşin “siyasi” yanına gelince, roman esas olarak “Kürt sorununu nasıl çözeriz?” sorusuna cevap aramak için yazılmış gibi. Çatışmaların çok yoğun olduğu bir dönemde, Abdullah Öcalan’ın yakalanışının ertesinde geçiyor anlatı ve hemen herkes ne kadar siyasete uzak dursa da bu sorunun sonuçlarını yaşamak durumunda. Daha ilk sayfalarda avukatın bir arkadaşının çok sevdiği oğlu şehit oluyor. Diğer yanda da kızını dağda yitirmiş bir ana var. Olayları gazetelerden izleyen avukat da, olay lu kâğıtlara çıkartılan şerit halindeki dizgiler mumlanıp milimetrik kartonlara yapıştırılıyor, sonra da filme çekiliyor, kalıplara alınıp baskıya hazır hale geliyordu. Pikajör, montajcı gibi yeni meslekler oluşmuştu. Henüz tüm gazeteler, matbaalar, mücellitler Cağaloğlu’ndaydı. Küçücük han odalarında kitaplar diziliyor, izbe bodrumlarda basılıp ciltleniyordu. O izbelerde komşularımız üç kuruşluk sermayelerle kurulmuş, fason üretim yapan ve ilk darbede iflas edip yerini yenisine bırakan tekstil atölyeleriydi. Selma Sancı, Espas’ta (Eylül 2012, Sel yay.) o günleri anlatıyor. Espas’ın ana kahramanı liseyi yeni bitirmiş, üniversite giriş sınavının sonuçlarını bekleyen Nebile. Nebile bu bekleyiş sırasında ailesinden gizli matbaalarda çalışıyor. Oldukça yalnız, kısıtlı bir hayatı var. Nesrin, Necla, Sabahat iş arkadaşları. (Romanın ismi “N” ile başlayan üç kahramanı olmasının başlarda izlemeyi güçleştirdiğini belirteyim.) Onların iş hayatının küçük tabloları, aralarındaki diyaloglarla Nebile’nin yaşamını aktarıyor Selma Sancı. Espas, matbaacılıkta boşluk vermek, aralık anlamına geliyor. Romanın adı ile anlatımı arasında ilişki var. Büyüklü, küçüklü boşlukları var anlatının. Kahramanlarını tam anlamıyla, tüm yönleriyle ele almıyor ve tabii ele vermiyor. 12 Eylül askeri darbesinin hemen öncesi. Siyasi mücadele iyice keskinleşmiş. Devrimci faaliyet gösterenler yakalanıyor, tutuklanıyor. Bunlar arka planda biraz flu ve daha çok anıştırmalarla anlatılıyor. Nebile’nin de gelişmelere ilgisiz kalmadığını, uzaktan da olsa ilişki kurduğunu anlıyoruz. Biraz tedirgin, büyük çoğunluk gibi içinde korku var gibi. Ama hiçbir zaman nasıl bir konumlanışı olduğunu açıkça anlatmıyor. İlk bakışta, KadıköyEminönü vapur seferlerinde yol arkadaşlığı yaptığı Tahir nedeniyle bir ilgi kurduğunu düşünüyoruz. Tahir bir anda ortadan kaybolmuştur. Nebile, endişesini açıkça dile getirmese de Tahir’in tutuklandığını düşündüğünü anlarız. Başına ne geldiğini anlamak için Tahir’in ablasına yazmıştır. Her gün büyük postaneye gidip posta kutusunu kontrol etmektedir. Ama satırarasında, kıyısından da olsa devrimci mücadeleye ilgisi olduğunu, arkadaş çevrelerinde bu konuların konuşulduğunu anlarız. Espas hem 1980’in hemen öncesinde, Cağaloğlu basın ve yayın hayatı açısından son ışıltılı günlerini yaşarken arka sokaklarda, matbaalarda, atölyelerde yaşananları anlatması açısından hem de askeri darbe öncesi sokağa yansıyan siyasi mücadeleyi ve nihayet askeri darbeye varmasını anlatması açısından çoğunu yaşadığım, tanık olduğum ya da aşina olduğum konuları işliyor. Bu nedenlerle de anımsamanın keyfi ve merakıyla okudum Espas’ı. Ama o günleri sadece kitaplardan filmlerden bilen genç kuşak okura tüm bu anlatılanlar ne ifade eder, anlatıyı neresinden sahiplenirler merak etmemek elde değil. ? 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1180
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle