22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Can Dündar yapıtları ve yazıbelgesel imecesi üzerine söyleşi Can Dündar, geçmişte yayımlanmış ve kapak tasarımından içeriğine kadar güncellenen tüm kitaplarıyla, kendi ismini taşıyan bir dizide okurlarla buluşuyor. Yıl içinde tamamlanacak serinin on kitabı raflardaki yerini aldı bile: Yârim Haziran; Yağmurdan Sonra; Uzaklar; “Savaşta Ne Yaptın Baba?”, “Kırmızı Bisiklet”, “Yakamozdaki Yüzler”, “Büyülü Fener”, “Aşka Veda”, “Canım Erdalım, Sevgili Babacığım”; “Lüsyen.” Yapıtlarında aşk vuruyor insana kimi zaman piyangonun kötüsü gibi. Demagoji yoksa da örseler de ıskalanmıyor. Benlikte, ister çatısında ister yerin dibinde güçlü bir eşik aşımı veya yer yer “yarılma” olarak yazıyor “aşk”ı ve aileyi... Sızıyor mutlaka kahramanına, gözlüklerinizi iyice indirerek üzerine tam yanı başından sesleniyor adeta... Sinema karelerinde yakın tarihin, insanın, helalinyasağın, değişenindeğişmeyenin izini sürüyor sonra bir “Büyülü Fener”de. Bir Yakamozdaki Yüzler’de yer alan portrelerde siyaset, sanat ve kültür öncülerini, o cesur yürekleri okutuyor derken. Yapıtlarında siyasi, sosyal, içsel bir şeylerin bitişiyle ve yeniden başlangıcıyla, insan olarak kaçınılmaz, bir insanyazar olarak da yakın temasta bir yazar; yazıbiyografi, yazıbelgesel imecesi, o profesyonel dayanışmayı özümsemiş ve adeta markalaşmış bir kalem, bir vizör Can Dündar. Yapıtlarını anlattı bizlere. ‘En sevdiğim üçlü; aşk, tarih ve edebiyat’ ? Gamze AKDEMİR şka Veda... Bir şeylerin bitişiyle ve yeniden başlangıcıyla, insan olarak kaçınılmaz, bir insanyazar olarak da paşa paşa ve de hayli ilgili bir yazarsınız. Aslında aşk algısı her kuşakta şekil ve içerik değiştirir. Toplumsal gelişmenin kaçınılmaz sonucu bu… Sadece aşk değil, evlilik de, aile kurumu da, flört de içinde yaşadığı çağın şeklini alır, o çağa şekil verir. Benimki sadece kadınla erkeğin birlikte kat ettikleri yolda, zorlu bir kavşağa gelindiği saptaması... Dedemin dedesi muhtemelen gençliğinde bir kadının çehresini peçesiz görebilmek için bir konağın önünden yüz kez geçmek zorundaydı. Babama kadar görücü usulü yaşadı. Benim kuşağımda büyük kentte neredeyse kalmadı. Her nesilde vuslatı engelleyen bariyerler biraz daha azaldı. Şimdi oğlum, çok daha serbest bir devirde hazırlanıyor gençliğine… Ama onların kuşağı, dedemin dedesinden daha mutsuzmuş gibi görünüyor. Sadece bir his değil bu; edebiyattan, sanattan da anlaşılıyor. Bunun nedenini deşmeye çalıştım. Nasıl bir eşik aşımı veya yer yer “yarılma” olarak yazıyorsunuz “aşk”ı? Bir insanın kalbinin, başka bir bedende atıyor olması… Az rastlanan bir durum… Karşılıklı olması da şart değil… Kalp sahibinin bilmesi, hissetmesi yeterli… Bazen yoğun bir duyguyu izah için “Anlatacak kelime bulamıyorum” derler; yazar, anlatacak o kelimeleri bulabilen kişidir. Yazarlık söz işçiliğidir. Ben de kendimce hissettiğimi, gözlediğimi kaleme almaya, kâğıda dökmeye çalışıyorum. İsmet İnönüErdal İnönü mektuplaşmaları... Orada yazılanlar bambaşka A bir insan yapısının, ahlak anlayışının, o evvel zamanın simgesi gibi... Mağrur ve aynı zamanda yufka yürekli, kibirsiz, kompleksiz bir büyük aile... Ve inanılmaz mütevazı... İnönü ailesini çok uzun yıllardır yakından tanıyorum. Metin (Toker) ağabeyle, Özden (Toker) Hanım’la birlikte belgesel çalışmaları yaptık. “İsmet Paşa” belgeseline imza attık. Erdal (İnönü) Bey’le bir nehir söyleşi kitabı yazdım. O yüzden aileye aşinayım. Çok şaşırmadığımı itiraf etmeliyim. Paşa’yı ve ailesiyle ilişkisini biraz bilen herkes, aralarındaki sıcak ortamdan haberdardır. Mektuplar sadece bunu teyit eden belgeler oldu. “VİCDAN MAHKEMESİNDE BİR HAYLİ SARI BASIN KARTLI YARGILANACAK” Lüsyen... 1912’de tanıştılar... 60 yaşındaydı Abdülhak Hâmid Tarhan, üçüncü eşi Belçikalı Lüsyen ise kendi sinden 42 yaş gençti... Çok boyutlu bir aşk, bir ilişki yaşadıkları... Yazmaya en çok neden değerdi Lüsyen? En sevdiğim üçlü; aşk, tarih ve edebiyat bir aradaydı. Bir edebiyatçının tarihi içinde, şiirinden mısralar ayıklayıp aşkının izini sürmek harikulade bir maceraydı. Yazın tarihimizin az işlenmiş bir alanıydı. Son derece etkileyici bir tarihsel dekoru vardı ve nihayet nefis bir öyküyü, bir asır içinde saklandığı kozadan çıkarıp okurla buluşturmanın heyecanı baştan çıkarıcıydı. Hepsinin ötesinde bugün herkesin arayıp bulamadığı tutku, bu iki insanda kanlı canlıydı. Dramatizasyonla ilişkinizi, duygu hallerine kimilerine göre “fazlaca”, bana göre “pek bir” yakın plan yapan yaklaşımınızı açar mısınız? Sadece yapıtlarınız değil kuşkusuz belgeselleriniz anlamında soruyorum bunu... Duygusal olduğumu saklamam. Bundan utanmam da… Sonuçta köşe yazarı, günlük olarak kendisine hâkim olan duygu hallerini, kaçınılmaz olarak okuruyla paylaşıyor. Öfkesi de sevinci de alaycılığı da anında satırlarına yansıyor. Burada önemli ve zor olan şu: Kalem elinizdeyken okurun öfkesine tercüman olabilir, hatta benzin dökebilirsiniz. Ve bununla çok prim yapabilirsiniz. Ancak o öfkenin toplumsal barışa zarar vereceğini hissedip öfkeye gem vurmak, okuru sağduyuya çağırmak da bir tercihtir. O gün için fazla prim yapmaz, ama tarihsel açıdan önemlidir. Ya da tersi: Herkesin sustuğu bir ortamda konuşabilme cesareti… Bence yazarı kalıcı kılan, genel akışa ters yüzebilme yeteneğidir. Bugünlerde yazarlar, yazdıklarından çok yazmadıklarıyla dikkat çekiyor. Herkes kimin neyi yazıp neyi sustuğunu apaçık görüyor. Günden güne itibar kaybeden bir mesleğin sınav dönemindeyiz. İlerde, bugünlere dair vicdanlarda bir mahkeme kurulacak olursa sanık sandalyesinde bir hayli sarı basın kartlı yargılanacaktır sanırım. “TARAFSIZ DAVRANMAM, ‘MIŞ GİBİ’ YAPMAM” Yazıbiyografi, yazıbelgesel imecenizi, dayanışmasını anlatır mısınız? Kuşkusuz birbirini besliyor. “Sarı Zeybek”, bir gazete haberinden doğmuştu. “Lüsyen”, araştırdığım bir mektuptan aklıma düştü. “Ergenekon” sözcüğü, hazırladığımız bir programda çıktı ortaya… “Nâzım”ın öyküsü, Urallar’da bulduğumuz eski bir filmle başladı. Yazı, harikulade bir define adasıdır. Adaya dağılmış harfleri her yan yana dizişinizde size başka başka şekillerde güzellikler sunar. Kişisel yazın deyimi sizinle ne kadar örtüşür? Yapıtlarınızda en önce hep “sizi” okuyoruz”, yol alırken içselinizle çarpışıyoruz... Sızıyorsunuz mutlaka kahramana, olaya, yanı tam başından yazıyorsunuz onları adeta... Ve gözlüklerinizi indiriyorsunuz onlara... Tarafsız davranmıyorum, “mış gibi” yapmıyorum. Olaylara kendi gözlüğümle bakıyorum. Yazarken, anlatırken kendi bakış açımı yansıtıyorum ve bu tavrı, tarafgir yazarların tarafsız görünme çabasından daha samimi buluyorum. Önemli olan tarafsız olabilmek değil ki bence zaten bu mümkün de değil; önemli olan, objektif olabilmek… Sevmediğiniz birine bile adil davranabilmek… Tartışma programı yönetmekten roman yazmaya, makale karalamaktan film çekmeye kadar her alanda geçerli bu... ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr TEMMUZ 2012 SAYFA 5 ? Yârim Haziran/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 162 s. Yağmurdan Sonra/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 150 s. Uzaklar/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 172 s. Savaşta Ne Yaptın Baba?/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 154 s. Kırmızı Bisiklet/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 238 s. Yakamdaki Yüzler/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 266 s. Büyülü Fener/ Can Dündar/ Can Yayınları/194 s. Aşka Veda/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 208 s. Canım Erdalım, Sevgili Babacığım/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 296 s. Lüsyen/ Can Dündar/ Can Yayınları/ 554 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1168 5 ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle