Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K Z itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com füsunlu yıldız izleri... eynep Altıok Akatlı, “Anılar, Acılar, Yaşanmışlıklar” alt başlığıyla yayımladığı Yıldız İzi (Doğan, 2011) ile farklı bir çalışmanın altına imza atarken benimsemiş görünmemekle birlikte yine de “yazarlığı”nın başlangıcıyla ilgili açılım getirmekten alamıyor kendini: “Edebiyatçı bir ailenin çocuğu olarak yıllar yılı, ‘Sen ne yazıyorsun?’ sorusuyla karşılaştım./ Böyle bir birikimin aile geleneği olabileceğine inanmayanlardanım.” “Doğrusu ne ailemden böyle bir yönlendirme aldım, ne de uzun yıllar yazayım, üreteyim, yazmalıyım gibi temel bir duygum oldu./ Ben yazı yazmaya bir misyon nedeniyle başladım./ İlk ve hep babam Metin Altıok’un ardından onu anlatmak, yaşatmak, Sivas kıyımını unutturmamak için yazdım, yazdım.” “Yazdıkça yazmayı sevdim, daha çok ama daha iyi yazmak istedim. ...[Ç]evremden yazılarıma olumlu tepkiler aldım.” (133, 134) Biraz daha gerilere gidelim mi: “Annem, babam ve yakın çevreleri nedeniyle diğer çocuklardan farklı ve erken bir yakınlığım oldu edebiyatla. Hem de belki satırlara dökülmemiş bir edebiyatla başlayan bir çocukluk diyebiliriz buna...” (23) Demek ki Zeynep Altıok Akatlı’nın yazmaya giriş eylemiyle ilgili öykünün ipuçlarını buralarda aramak gerekiyor... Bu nedenle yapıt, daha çocukken Zeynep’i kuşatmaya koyulan bir şair, yazar, sanatçı, bilimci, düşünceci, sanatsever grubunun birer yıldız izi olarak değil yalnızca, yazar Zeynep’in doğumunu ele veren belgeleme gibi de alınabilir. O halde biz Yıldız İzi’inde, Zeynep’in ilk anımsamalarından bugüne, yoğurarak anlattığı o insanlarla birlikte olurken bir yetişkinin yazarlık yolunda attığı adımların geçmişiyle, yönsemesiyle de içlidışlı oluyoruz ayrıca. Bu arada “bir insanı yazar yapan koşullar” üzerine doyurucu düşüncelerden kalkıp yargıya gidiyoruz ister istemez. Gerçekten tümünü bu denemelerin, özenle biçimlendirilerek dönüştürülmüş birer içli öykü gibi okumak olası. Nitekim ister öykü, ister deneme, isterse yalın birer anı yazısı olarak okunsun bu yanıyla ciddi yazınsal değer ürettiği görülebiliyor kitabın. Yazarlığının burada kalmaması gerektiğini düşünürken yaslanacağınız azımsanmayacak veri söz konusu Zeynep Altıok Akatlı’nın... 1960’LARIN YÜKSELEN ENTELEKTÜEL ORTAMI... Zeynep Altıok Akatlı (d.1968), 1960’ların saltık anlamda yükselen entelektüel ortamında, üstelik aydın bir anne baba desteğinde yol alıyor. 68’lilik olgusu bağlamında “geç kalınmış bir çocukluk çağı olduğu” düşünülse de bunun. Böyle olunca bu yapıdaki aile ortamında bir çocuğun hangi katkılarla yetiştiSAYFA 18 ? 5 TEMMUZ Zeynep’in rildiğinin de tanıklığını yapıyor insan kendiliğinden. Zeynep’ten alıntılıyorum: “Ruhi (Su) ağbinin evine ziyarete ilk gittiğimde daha annemin karnındaymışım ben. Annem ve babam idealist iki genç. Annem, benim için ‘Nusrete Bey’ olan Nusret Hızır’ın asistanı. Babam şair değil daha.” (42); “Annem ve babam 1960’ların sonlarına doğru Marksist, sosyalist düşüncenin tüm olumlu idealleriyle, içinde yaşadıkları topluma faydalı olmak için emek veren sanat ve düşünce çevrelerinin içinde yol bulmaya çalışan iki genç ve heyecanlı insan.” (48); “Meğer babam şair, Fazıl (Say) ise az bulunur bir dehaymış./ Biz Fazıl’la aynı hamurun tilkileriyiz aslında. Doğum tarihlerimizle ancak yakınına düştüğümüz 68 kuşağının ruhuyla yetiştirildik. Şiirle, müzikle, sözle eğitildik. Doğru bildiğimiz uğruna savaşmayı, bencil değil paylaşan olmayı, kendi için değil toplum için var olmayı özümsedik.” (54) Yukarıdaki akışta da görüldüğünce Zeynep gerek kendisini gerekse tanıdıklarını büyük bir içtenlikle, neyi nasıl düşünüyorsa öylece dile getiriyor. Yıllar önce Filiz Ali, annesi babasıyla ilgili anılarından kalkarak kaleme aldığı “Filiz Hiç Üzülmesin...”i (1995) yayımladığında, 193040’lar Türkiyesi’nde yükselen Aydınlanma ile bunun söndürülüşü olgusuna odaklanıp kitap üzerinde durmuştum yine Cumhuriyet Kitap’ta. Filiz Ali de Sabahattin Ali’yi ortaya çıkaran dönemin koşullarına çocuk bakışı getirirken kendi gelişiminin de ipuçlarını döşüyor, bu arada bir aydın kuşağının nasıl “telef” edilmeye çalışıldığını gözler önüne seriyordu. Bu çerçevede Filiz Ali’yle Zeynep’in buluştukları ileri sürülebilir bana göre. O halde her iki yapıt da aile, kent, sanatçı kuşaklar ölçeğinde toplumbilimsel birer kaynak oluşturuyor hiç kuşkusuz. Sözgelimi, “Zamanla ailemiz küçüldü. Babam Bingöl’e gitti. Turgut (Uyar) amcayı kaybettik. Annemle ben de İstanbul’a yerleştik,” (32, 33) derken bile bizi çok sıkı bir örgüyle yüz yüze getirmiyor mu Zeynep? Yaşça bu insanlardan çok küçük olduğu halde anımsadıklarından, kendine anlatılan anılardan başlayıp ama 1970 başlarından günümüze, farklı yaşların deneyimiyle birikiminden yararlanarak kaleme aldığı metinler, anlattığı kişilere karşıdan bakan değil, onların yüreğinden çıkarak hem onlara hem kendisine hem de anne babasına bakan yazılar... Diyeceğim Zeynep Altıok Akatlı’da geliş2012 miş bir yazarlık düzeyiyle karşı karşıyayız. ŞİİRİN İSYANINDAN ELEŞTİRİNİN DİSİPLİNİNE... Bu açıdan yazarlarla çevrelerini saran insanların anlatımlarından ayrı, farklı bir yazınsal coğrafyayla kuşatıyor bizi Zeynep. Okuyanı sımsıcak saran bir insan yüreği, sevgi atlası bu... Gerçekten de ileriki zamanlarda farklı türlerde, bambaşka kitapların altına imza atmış olarak çıkarsa yazar, şaşırmayalım... Çünkü çevresini kuşatan, aralarına doğduğu bu sanatçılarla ilişkilerini anlattığı denemeleri, onlardan ne ölçüde yararlandığını da ortaya koyuyor... “Biraz kendimi azınlık gibi hissettiğimden olsa gerek, sık sık düşünürüm azınlık olma durumunu, sosyolojisini, psikolojisini. Kimdir azınlık?” (39) sorusu, onun çocukluktan besleyerek büyüttüğü, aykırılıklarla, cinliklerle bugünlere taşıdığı uçkun yanlarını da ele veriyor elbette. Soruyu deşmeyi sürdürüyor: “ [A]rtık içimi kaplayan yalnızlık duygusunun benim için bir yaşam biçimine dönüştüğünü fark ettim. Bir süredir kendi ülkemde, kendi kalabalığımda ‘azınlık’ gibi yaşadığımı düşünüyorum.” (147) Nitekim, “[b]en imgelerle yetiştim. Her çocuk masal dinler, ama benim masal dünyalarının imgeleri ile, ‘iyi şiirin’ imgeleri arasında bir dünyam oldu küçükken,” derken beslenme kaynaklarıyla ilgili önemli bir ipucu getiriyor Zeynep. Sonra bütün bunları derin acılar halinde nasıl da nadasa bıraktığını sergiliyor: “Kendisine yansıtılmasa da, büyüklerinin sürdüğü derin acıları gölgesinde taşıyan bir çocuk olarak, Metin Altıok’u anlatmak için kelimelerle tarif edilemeyecek katmanları dile getirmek güç.” (135) Öyle anlaşılıyor ki atkısı us hamuruyla karılı eleştirel disiplin, çözgüsü duyarlık hamuruyla karılı şiirsel isyan olan bir kumaş dokunuyor süreç içinde Zeynep Altıok Akatlı’dan; annesi Füsun Altıok, babası Metin Altıok tarafından... Zeynep’in anne baba yitimine karşı acıyı yudumlayan olgunluğu, bakışındaki derinlik dikkat çekici. Sıradan bir anne babanın, onların çevresindeki sanatçıların, bilimcilerle düşüncecilerin, sanatseverlerin anlatısı değil bu... Demek ki biz Zeynep Altıok Akatlı’nın yazarlığında aslında annesi babasıyla eşlenen bir yazarlık damarıyla yüz yüze geliyoruz. ALTIOK/AKATLI’YLA EŞLENEN ZEYNEBİ YAZARLIK... Metin Altıok için yazılar kaleme aldım da “Kitaplar Adası”nda, Füsun Akatlı (19445 Temmuz 2010) için değini dışına çıkamadı söz edişlerim. Öyleyse gelin biraz da kızının kaleminden anneye ayıralım yazının bu son bölümünü, hiç değilse ölüm yıldönümünde. Sahi, kim bu Füsun Altıok? “Elbette insan, kimliğini kendi bulur ve yönetir, ama bana göre mutlaka –hayat sizi ne kadar farklılaştırsa da harç size başkası tarafından, sizi yetiştiren biri tarafından sağlanır. Füsun Akatlı bana göre başlı başına bir eserdir. Onu yetiştirenlerin izinde kendi mayasını ince ince işlemiş, onurlu bir ömrü giyinmiş, içi sırça kırılganlığında bir demir leblebi.” “Karanlıklardan aydınlığa çıkmak için kendi gibi mütevazı bir ‘sis lambası’ diyebiliriz ona. Asla gösterişli değil ama alabildiğine parlak ve sıcak.” (113 vd.); “Çok güçlü bir insandı. İkisi bir arada olmaz gibi gelse de, bir o kadar da kırılgan ve naif.” “Hayatını felsefeye, düşünceye, edebiyata ve tiyatroya adadı.” “Cumhuriyete, laikliğe bağlı yenilikçi ve aydınlanmacı bir akademisyen olarak gelecek kuşakların, aklın sunduğu değerlerden kopmadan bilgi ve ışıkla donanması için çabalıyordu.” “Bugün onun bulunduğu yeri ve değerini bilmeyenler varsa, onun mütevazı, kendini öne çıkarmayan, egolardan arınmış duruşuna erişebilecek kadar derin bakmadıkları içindir.” (119, 120) Demek biz yalnızca adı Füsun Akatlı olan soy bir denemecimizi, buna eklemlenen eleştirmenimizi yitirmedik, bir usu, yanı sıra bakışı, kavrayışı yitirdik... Zeynep’in deyişiyle “senin o eşsiz aklın artık yok” (121) Sevgili Füsun Altıok. Öyleyse tez zamanda bir “Giriş” yazısı için “Füsun Altıok külliyatı”nı “Kitaplar Adası”na konuk alacağımı dile getirebilirim şuracıkta. Şimdilik, Zeynep’in söyleyişiyle Akatlı’nın düşünce kırıntılarından birine değelim yalnızca o kadar: “İster bin, isterse yüz bin okuru olsun, edebiyat vize vermek için niceliğe bakmaz.” (129’dan) Yıldız İzi’ni okumak, bu bağlamda anne babayla onların çevrelerinden alınan bir geleneğin, yaklaşımın ciddi ardılıyla karşılaşmak anlamında da heyecan verici ayrıca... Ne diyordu Zeynep, Füsun Altıok için: “O hep ‘bir pencereden’ bakmayı yeğlemiştir hayata...” “İşte benim başlangıcım o penceredir. Belki ondandır biraz ayrıksı, biraz yalnız oluşum./ Ehvenişerle yetinemeyip sıradana sevinemeyişim. (...) Kendimi, yazdıklarımı beğenmeyişim.” (116) “Beni yazmam için teşvik ediyor, yazdıklarıma beğeniyle şaşırıyordun. Ne ben senin kadar duru ve ustalıklı yazabilirim, ne de sen okuyabilirsin artık.” “Bir şeyler yazmaya devam edebilirsem, seni düşünerek, senin için yazacağım. İmzam artık Zeynep Atlıok Akatlı olacak.” (123) Hadi, yazı başına Zeynep, gör bak, neler neler var bu dünyada yaşandıkça ağır, vakur bir limanda tek başına sindirilen hüzün gibi...? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1168