23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Emin Özdemir’den ‘Kurmaca Kişiler Kenti’ ‘Unutulmaz yapıtlar beni bu kitabı yazmaya itti’ Emin Özdemir Kurmaca Kişiler Kenti‘nde okur kimliğine bürünüp dünya edebiyatının evrensel isimleriyle söyleşiyor. Özdemir’le, yeni yapıtı Kurmaca Kişiler Kenti’nin oluşum süreci, sunduğu büyülü dünyanın sınırları üstüne konuştuk. Fotoğraf: Necati Savaş ? Işık KANSU asıl bir gereksinim ya da düşünceden doğdu Kurmaca Kişiler Kenti? Bir ömür boyunca okuduklarınızın, birikimlerinizin okurla paylaşımı mı? Italo Calvino’nun Görünmez Kentler adlı kitabını okuyordum. Kitabın yazılış nedenini açıklarken şöyle diyordu Calvino: “Kent yaşamının kriz noktasına yaklaşmaktayız. Görünmez kentler, yaşanmaz hale gelen kentlerin kalbinden doğan bir rüya...” Diyebilirim ki bu tümce kitabımın düşsel, düşünsel tohumu oldu. Yaşlılığın karakışını yaşayan biri olarak ben de kent yaşamının bungunluğu içindeydim. Bundan öte; bağnazlığın kara bulutları kaplamıştı ülkenin göklerini. Havadaki zehrin dozu, günden güne artıyordu. Kafamda düşünceler dolaşıyordu: Kısa süreliğine de olsa bu ortamın dışına çıkabilir miydim? Düşlemsel bir kent yaratıp oraya sığınabilir miydim? Sorular heyecanlandırmıştı beni. Her köşesine heyecanımın sindiği Kurmaca Kişiler Kenti’ni kurguladım. Denir ya, düşlemselliğe sınır çizilemez. Öyle ki bu kentte ne doğum vardı, ne ölüm. Geleceğe dönük düşler, umutlar da yoktu. Geçmişin şimdiki zaman olarak yaşanacağı bir kentti... Peki, kimler yaşayacaktı bu kentte? Adından da anlaşılacağı gibi, belleklerde iz bırakmış roman, öykü, oyun kişileri... Onların ziyaretine gidecek, onlarla söyleşecek, varoluşsal gerçekliklerini kendi ağızlarından dinleyecektim. Her kurmaca kişinin kendine özgü ayrı bir dünyası vardır; onlarla söyleşme, bir bakıma bu ayrı dünyalarda yaşamadır. Kuşkusuz anlatı dünyasından gelen bir okur olarak yapacaktım bunu. Bu da, senin dediğin gibi, yılların akışı içinde edindiğim kurmacasal birikimimi kullanma, okurlarla paylaşma olanağı sağlayacaktı bana. Sevgili Işık, bilirsin, benim köy öğretmenliğinden başlayıp, üniversite öğretmenliğine değin uzanan yarım yüzyılı aşkın bir öğretmenlik yaşamım oldu. Övüngenlik sanılmasın, öğretmenliğimin her aşamasında öğrencileriSAYFA 14 5 TEMMUZ N me bilgi aktarma yerine, onları kendi çabalarıyla bilgiye ulaştırma yolunu seçtim. Bu kitabımda da aynı tutumu sürdürdüm. Onları Kurmaca Kişiler Kenti’nin sokaklarında dolaştırırken, duvar resimleri, yontular üzerinde düşündürürken bunu yapmaya, duygu ve düşünce çevrenlerini açmaya, genişletmeye çalıştım. “HER YAZINSAL YARATI BİR İLETİŞİM BİÇİMİDİR” Duvar resimleri dediniz de yeri gelmişken sorayım, güzelduyusal doku açısından da ilginç bir görünümü var kentin. Sizin deyişinizle kent, “resimlerin, yontuların, panoların sergilendiği dev bir açık hava sergisini andırıyor.” Buna bir de “şiir taşları”nı ekleyelim. Sözlerin, sözcüklerin alacakaranlığından çıkmış, kente sanatsal bir ruh vermişsiniz... Doğru. Ancak bunların hiçbiri bir ayrıntı ya da süsleyici öğe niteliğini taşımaz. Her öğe, işlevsel amaçlıdır. Sevgi, nefret, barış, savaş, dostluk, yalnızlık, aşk, tutku, kıskançlık, öfke... gibi kavramlara, insan hallerine renkle, taşla, demir ya da bronzla görsellik kazandırmaya yöneliktir. Dahası, anlatmak istediğim roman, öykü ya da oyun kişilerinin acılarını etkin bir biçimde anlatabilme amacıyla yer verdim onlara. Sözgelimi kitaptaki Elsa Morante’nin yarattığı Ve Tarih Devam Ediyor’un başkişisi Ida’nın evinin duvar resmi, Pablo Picasso’nun “Guernica”sını anıştırır, bir bölümü de Goya’nın ünlü tablosu “3 Mayıs Katliamı”nı... Ida’nın acılarını, savaşın getirdiği yıkımları daha iyi alımlamamıza eşik oluşturur bu resimler. Kitabınızı okurken Don Kişot’tan Zebercet’e; Raskolniov’dan İnce Memed’e, Oblomov’dan Selim Işık’a değin kahramanlar, sayfalardan çıkıp, karşımızda duruyorlar. Yaşadıklarıyla, söylemleriyle bizi kurmacanın büyüleyici dünyasına taşıyorlar. Bunu yaparken genç kuşaklara itici güç olsun, onlar da bu yapıtları okusun gibi bir hedefiniz oldu mu? Her yazınsal yaratı bir iletişim biçimidir. Romanlarda olsun, öykülerde, oyunlarda olsun, verilmek istenenler insan açısından verilir. Genelleştirerek söyleye2012 yim, edebiyatın temel işlevlerinden biri de budur: İnsanı, insana anlatmak. Bu bağlamda kurmaca kişi kavramını biraz açmak isterim. Kimdir, nasıl biridir kurmaca kişi(ler)? Gerçek yaşamdakilerden yola çıkılarak yaratılan, ancak tıpa tıp benzerine gerçek yaşamda rastlanmayan varlıklardır. Buna karşın kurmaca kişileri gerçek yaşamdakilerden, yakınlarımızdan bile daha çok tanıyabilir, daha iyi anlayabiliriz. Umberto Eco’nun bu konuda yaptığı ilginç bir karşılaştırma geliyor aklıma: “Aslında kendi öz babamdan daha iyi tanıyorum Leopold Bloom’u. Babamın hayatındaki olaylardan kaç tanesini bilmediğimi kim söyleyebilir, babamın açıklamadığı kaç düşünce olduğunu, kederlerini, içinde bulunduğu çıkmazları, zayıflıklarını kaç kez sakladığını kim söyleyebilir? Artık öldüğüne göre herhalde onun yaşamının bu gizli ve belki de temel yönlerini hiç öğrenemeyeceğim.” Bu sözlerinin ardından ekliyor Eco, “Leopold Bloom hakkında bilmem gereken her şeyi biliyorum; ve Ulysses’i ne zaman okusam onun hakkında yeni bir şeyler öğreniyorum.” Kurmaca kişilerin bu özelliği, onların varoluşsal yönleriyle özdeşlik kurmamızı kolaylaştırır, kendi varoluşumuzun bilincine varmamızı sağlar. Çünkü her gerçek roman, öykü ya da oyun kişisi, insana özgü hallerden birini, diyelim “başkaldırı”, “direngenlik”, “bencillik”, “korkaklık”, “kıskançlık”, “kararsızlık” gibi ya da bu hallerin birkaçını benliğinde taşır. Onları yaşamımızın bir parçası kılan, unutulmazlaştıran da budur kanımca. Hangimizin genlerinde Don Kişot’tan, Oblomov’dan, Emma’dan, Zebercet ya da Kaptan Ahab’dan bir renk yoktur ki? Beni Kurmaca Kişiler Kenti’ni yazmaya iten bir etken de bu olmuştur. “YAZINSALLIĞIN YERİNİ TECİMSELLİK ALMIŞ” Okullarımızda sağlıklı bir edebiyat öğretimi yapılmıyor. İlkokuldan üniversiteye değin öğrencilerin beğeni, düşünme, duyma, alımlama ve algılama yetileri testlerle dondurulup kurutuluyor. Buna bir de beyinleri ele geçirip dilediği doğrultuda yönlendiren kitle iletişim araçlarını ek leyelim. Böyle bir ortamda kitabınızdaki o iç sesin, evrensel değer kazanmış roman, öykü, oyun kişilerini tanıma, onların yaratılış serüvenlerini okuma çağrısı duyulur mu dersiniz? Okullarımızda öğrencilerin duygu, düş ve düşünce evrenini geliştirme, onlara güzelduyusal bir yönseme kazandırma amacı nerdeyse unutulmuş gibidir. İyiyi kötüden, güzeli çirkinden, değerliyi değersizden ayırma gücü diye nitelendireceğimiz eleştirel ruh ya da okurluk donanımı verilmiyor. Kitap pazarını, “okur avcısı” birtakım yazarların yavan, dilsel ve yazınsal değer taşımayan, okuma beğenisini yozlaştırıcı yapıtları tutuyor. Yazınsallığın yerini tecimsellik almış. Böyle bir ortamda ben de kalkmış evrensel değer taşıyan, insanlığın yazın belleğine yerleşmiş yapıtların kişileriyle tanışmaya çağırıyorum okurları; Cervantes’ten bugüne değin sürüp gelen anlatı mirasından pay almaya... Senin bir kitabına seçtiğin bir ad vardır: Buz Üstüne Yazılan Serüven. Yoksa benim yaptığım da bu türden bir serüven mi? Hayır. Edebiyatın sağaltıcı, yüceltici gücüne inanıyorum. Ne diyordu ünlü yazar Mario Vargas: “Yazmak gibi okumak da hayatın yetersizliklerine karşı bir protestodur... Öyküyü ve romanları tek bir hayatımız varken pek çok hayatı yaşayabilmek için yaratırız. Roman ve öykü olmasaydı özgürlüğün, hayatı yaşanılır kılmadaki öneminin; özgürlüğün, bir zorbanın, ideoloji ya da bir dinin ayakları altında çiğnenmesinin, hayatı nasıl bir cehenneme çevirdiğinin farkında olamazdık.” Bir genelleme olacak ama bugün ülkemizde tanık olduğumuz “zorbalık manzaraları”nın artalanında bu toplumsal eksikliğimiz yatıyor. Ülkenin yazgısına egemen olanlar, kurmaca dünyanın havasını solusalar, yontuları “taş yığını bir ucube” saymaz, insan bedeninin çıplak güzelliğindeki şiirselliği yansıtan yaratıları, “müstehcen” diye nitelendirip çöplüğe atmaya kalkışmazlardı. Bilmem abartıyor muyum? Kurmaca Kişiler Kenti’nin kurgusunda çok farklı yollara başvurmuşsunuz. Özellikle de anlatıcı bağlamında. Anlatımı boyutlandırma, açma açısından yaptım bunu. Bir de anlattığım kişileri, zaman zaman yaratıcılarıyla sessel düzlemde buluşturmak için. Sözgelimi, Zebercet, kendine konan addan yakınır, yaratıcısının kendisini sevmediğini, bu yüzden kötü durumların, eylemlerin öznesi kıldığını söyler. Onun bu sözlerine yaratıcısı Yusuf Atılgan karşı çıkar, bunun doğru olmadığını açıklar. Bunun gibi İnce Memed’i anlatırken onu Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği’ndeki Kaptan Kurtz’la karşılaştırmaya kalktığım için Yaşar Kemal’in öfkeli sesi girer araya, böyle bir karşılaştırmanın yersizliğini belirterek kesintiye uğratır anlatımın akışını. Kitap boyunca birkaç yerde denedim bunu. Yazarlar da karıştı bu anlatısal oyuna; yarattıkları kişilerin isteği üzerine. Nesneleri konuşturduğum, canlılaştırmaya yer verdiğim de oldu. Kitap, denemeden çok, bir öykü tadı verdi bana. Haklı mıyım? Haklısın. Dileyen, öykü niyetine okur, dileyen roman niyetine... İnsan, mekân ve zaman öğeleri açısından tümleşik bir dokusu var kitabın. Şunu da ekleyeyim, günümüzde yazınsal türler arasındaki duvarlar bir bir yıkılıyor. Türlerin sınırları iç içe geçiyor... Kurmaca Kişiler Kenti’ni bize bıraktığınız bir ders, bir çağrı mı? İkisi de... ? Kurmaca Kişiler Kenti/ Emin Özdemir/ Bilgi Yayınevi/ 280 s. ? ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1168 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle