29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K İT A P LA R A R EN K Lİ DO K U NU Ş Yurtdışındaki yayıncılarda her edebiyat türü için ayrı editörlerin görev aldığını öteden beri duyardık. Editörlük kavramı son yıllarda bizim dilimize de yerleştiği gibi, kitapların künyelerinde de yer buldu. Sahi, kimdir editör? Yazan yazar, yayımlayan da yayıncıyken editörlerin işi ne? Sorduk, anlattılar. Konuğumuz, Final Kültür Sanat Yayınları Editörü Onur Öztürk. ? Aytül AKAL ditörlük nereden geldi aklınıza? Bir ideal miydi? Aslında aklıma değil, başıma gelen bir şey editörlük. Zaten editörlüğün Türkiye’de yetişen herhangi bir gencin önünde bir ideal olarak belirmesi için koşulların pek elverişli olmadığını düşünüyorum; editörlük deyince insanların aklına tanımsız bir “iş” ve belirsiz bir faaliyetler bütünü geliyor. Kendi hikâyeme gelince: Lise yıllarından itibaren öğrenim hayatıma paralel olarak çeşitli işlerde çalışmak zorundaydım. Yayıncılık dünyasıyla da bu dönemde yaptığım birtakım basit işler sayesinde tanışmış oldum. Sanırım üniversiteye başladığımda, bir metnin nasıl daha iyi yapılandırılacağına dair bir tür sezgiye sahiptim; bir de, hep iyi bir okur olmaya çalıştım. Böylece küçük çaplı bir yayınevine ortak olup yayıncılığa ve dolayısıyla, alaylı yoldan editörlük mesleğine başladım diyebilirim. Yaklaşık on yıldır da hayatımı yazı masasından kazanıyorum. Dildeki etkinliğinizi nerede kazandınız? İyi bir okur olabilme yolunda gösterdiğim çaba sayesinde; bundan başka bir yol olduğunu da sanmıyorum. Yazıçizi hayatında yetenek veya yatkınlık gibi faktörlerin oynadığı rolü bütünüyle yok sayamayız elbette; fakat bana kalırsa, meraklı ve iştahlı bir okurun, okuduğu onca güzel şeye benzer bir şeyler yazabilmek için duyduğu heves ve heyecan, dildeki etkinlik için gerekli koşulların başında gelir. Size gelen metinlerde değişiklik ya da düzeltme istediğinizde yazarların tepkisi ne olur? Önerilerinizi uygulamak yerine dosyasını alıp giden oldu mu hiç? Nezaket ve karşılıklı saygı çerçevesinde yürüdüğü sürece her iletişim süreci iyi kötü bir yere varır diye düşünüyorum. Biz de telif eserlerin yazarları ile ilişkilerimizi bu çerçevede yürütmeye özen gösteriyoruz. Dolayısıyla, elbette bize gelen metinlerle ilgili yazarlara çeşitli değişiklik/düzeltme önerileri götürüyoruz ve elbette yazarlar genellikle bundan pek hoşlanmıyorlar. Fakat şimdiye dek dosyasını geri çeken yazarımız olmadı. Genellikle bir tür pazarlık süreci işliyor ve eldeki metin yayına hazır hale gelene dek ‘diplomatik temaslar’ sürüyor. Siz önerdiniz, düzeltti ama olmadı, tekrar uyardınız düzeltti, olmadı... Kaç kez gider gelir bir dosya yazarla aranızda? Yayımlamaktan sonradan vazgeçtiğiniz dosya olur mu? Hakikaten bazı dosyalar, Sisifos’un kayası gibi sonsuza dek o bayırdan aşağı yuvarlanabiliyor. Tabii bu metaforu geçerli kabul edeceksek Sisifos rolünün kimi zaman editöre, kimi zaman da yazara ait olacağını kabul etmemiz gerekir. Bizim de halen tepenin zirvesine çıkarmaya çalıştığımız kayalar var; herhalde bazı yazarlarımız da dosyalarına iliştirdiğimiz bıktırıcı düzeltme notlarına bakıp asıl Sisifos’un kendileri olduğunu düşüneceklerdir. Çevirilerde, kitabın orijinalini de okuyor musunuz? Çeviri kitaplar üzerinde editoryal çalışma yaparken en zorlandığınız konular... Çeviri eserlerin yayına hazırlanması sürecinde kaynak metni elbette biz de okuyoruz. Çeviri kontrolü mesaimizin azımsanmayacak bir kısmını teşkil ediyor zaten. Her ne kadar editörler olarak çevirmen arkadaşlarımızı çok sevip güvensek de, herhangi bir çeviri eserin yayına hazırlanmasında hedef metin ile kaynak metin arasında tam ve kesin bir örtüşmenin olduğundan emin olana dek tek tek her bir cümleyle ilgileniyoruz. Çünkü bu, bir yandan da yaptığımız işin etik çerçevesini teşkil ediyor. Çeviri eserler söz konusu olunca bizi en çok yoran, zorlayan şey, herhangi bir edebiyat eserinin Türkçede yeniden üretilmesi işinin gerektirdiği hassasiyet ve özen oluyor. Yani, herhangi bir romanı Türkçeye kazandıran çevirmen arkadaşımızın verdiği emeğe, kurduğu dile gösterdiğimiz saygı ile eserin orijinalinin Türkçeye en doğru biçimde kazandırılması ihtiyacını dengelemeye çalışıyoruz. Haliyle yoruluyor insan. Önünüze gelen bir dosyanın, başka bir kitaptan ayarsız esinlenme ya da alıntıyla dolu olup olmadığını nasıl belirliyorsunuz? Diyelim ki esinlenilen orijinal kitabı okumadınız, bilmiyorsunuz... Bu, hayli zorlu bir mesele. Birincisi; herhangi bir dosyada en küçük bir emek hırsızlığının dahi olup olmadığını kontrol etmek, gerçekten zor bir iş. Çünkü bu konuda faydalanabileceğimiz teknik imkânların sınırları sanıldığı kadar geniş değil ve son kertede yanılgılara açık insan zihni daima devrede olmak zorunda. İkincisi; bu türden şüpheler, yazar ile editör arasındaki ilişkileri hızla zehirleyebiliyor. Belki de iletişim kazalarının en çok yaşandığı konuların başında, bu türden şüpheler geliyordur. Ne yazık ki intihal meselesinin ne menem bir kötülük olduğunun tam anlamıyla anlaşıldığını ya da bilince çıkarıldığını söylememiz henüz mümkün değil. Çünkü Türkiye’deki eğitim sistemi bu konuda yeterince duyarlı değil. Herhangi bir yazılı metni hazırlarken yararlanılan anonimleşmemiş bilgilerin, yapılan alıntıların kaynaklarının gösterilmesi gerekliliği, temel bir ilke olarak öğrencilere benimsetiliyor mu, şüpheliyim. Dolayısıyla kültürün bir parçası haline gelen bu “kötülük”, biz editörlerin işini bir hayli zorlaştırıyor. Çünkü yazarlar/yazar adayları, çoğu zaman intihale düştüklerinin farkında bile olmayabiliyorlar; nasıl ki yol boşsa kırmızı ışıkta geçme davranışı trafikte bir norm haline geldiyse, intihal de buna benzer bir şekilde “olağanlaşıyor”. Bu konuda biz şöyle bir yol izliyoruz: Edebiyatdışı eserler söz konusu olduğunda, elimizdeki dosyaya tabiri caizse bir tür doktora tezi muamelesi yaparak, verilen her bilgi kümesinin kaynağını, referans bilgisini sorguluyoruz ve notlarımızı yazarla paylaşarak tek tek üzerinden geçiyoruz. Bu sayede, yayına hazırladığımız dosyanın herhangi bir noktasında intihale geçit vermeyecek şekilde bütünlüklü bir kontrol gerçekleştirmiş oluyoruz. Edebiyat eserlerine gelince… Edebiyatta intihal ve esinlenme meselesi halen epey tartışmalı bir konu. Biz de bu konuda kendi yaklaşımımızı geliştiriyoruz, fakat ayrımların yer yer keskinleşmesi, yer yer bulanıklaşmasından ötürü çok daha geniş bir tartışmaya ait bu başlığa dair kısaca şunu söyleyebilirim: Her kitap, eninde sonunda başka kitaplarla konuşan, tartışan bir var O K UY A N/ O K UT A N Ö Ğ RE T M EN L ER D E N M E KT U PL A R 30 yaşında bir çocuk! ? Mehmet ÖZÇATALOĞLU an Çocuk Yayınları, ülkemizde yazın dünyasının ayrı bir kolu olan çocuk yazınının bugünlerine erişmesinde katkısı büyük olan yayınevlerindendir. Yayımlamış olduğu, yerli ve yabancı yazarlara ait nitelikli çocuk kitaplarıyla çocuklarımıza okumayı sevdirmiştir. Yazın dünyasında otuz yılı geride bırakarak da bu alanda kolay kolay görülemeyecek bir başarıya imza atmıştır. C E lıktır ve esinlenme de ister kabul edelim ister etmeyelim, sanatsal üretimin en temel dinamiklerinden biridir. Dolayısıyla, bir edebiyat eseri olması hedeflenen herhangi bir dosyanın “ayarsız esinlenme” veya intihale meylettiğinin açık bir şekilde kanıtlandığı noktada editörün yapması gereken tek şey, dosyayı sahibine teslim etmektir. İyi bir editör olmanın sizce olmazsa olmaz üç ölçütü... Bu biraz tuhaf olacak, fakat bu “iyi editör” eğer Türkiye’de çalışacaksa herhalde en temel ölçüt, merakla, iştahla, hevesle okumak olmalı. Bunun peşi sıra sayılabilecek pek çok ölçüt olabilir, fakat editörlüğün zanaatkârlıkla temas eden “duygusal” niteliği –ki bir editörü “iyileştiren” şey budur– ancak ve ancak iyi bir okur olunarak kazanılabilir diye düşünüyorum. Bir kitabın ilgi çekeceğine veya tutmayacağına nasıl karar veriyorsunuz? CocaCola firması formülünü açıklamadığı müddetçe biz de sırrımızı açıklamayacağız. Ülkemizde editörlük kurumu hangi aşamada? Sizce yeterli mi? Bu soruya verilebilecek yanıtlar “kurumsal” kavramından ne anlaşıldığına göre farklılaşacak olsa da, editörlüğün Türkiye’de kurumsallaştığını söylememiz henüz pek mümkün görünmüyor. Çünkü herhangi bir mesleğin kurumsallaşmasından söz ederken öncelikle o mesleği icra edenlerin mesleki hak ve sorumluluklarının kurumsal bir çerçeveye oturup oturmadığını; mesleklerini, kişisel haklarını ve çalışma koşullarını ilgilendiren konularda örgütlenme zeminine sahip olup olmadıklarını tespit etmek gerekir. Halihazırda editörlükle ilgili bu koşulların hiçbirinden söz etmemiz mümkün değil. Elbette bu durumu, 1980’lerden bu yana bütün dünyada egemen hale gelen neoliberal politikalarla da ilişkilendirmek gerekir. Nihayetinde Türkiye’de yayıncılık sektörü son yıllarda endüstrileşme yolunda daha hızlı adımlar atmaya başladı. Dolayısıyla bu dinamiğe paralel editörlüğün de kurumsallaşma bakımından daha güçlü bir konuma evrilebileceğini ümit ediyorum. Kendi özel zevkiniz için de okumaya zaman ayırabiliyor musunuz? “Kendi özel zevki için” okumaya zaman bulamayan editörün “hayat damarlarından biri kopmuştur”, diye düşünüyorum. Siz de yazıyor musunuz? Sizin metinlerinizin editörlüğünü kim yapsın isterdiniz? “Yazmıyorum”, “yazmadım” diyen bir editör, ya geçmişte bu konuda fena bir hayal/kalp kırıklığı yaşamıştır ya fazla mütevazıdır ya da yazdıklarını gizlemek için daha özel bir nedeni vardır. Kısacası, her editörün “bir şeyler” yazdığına inanıyorum ve evet, ben de yazıyorum. Eğer günün birinde bir kızım ya da oğlum olursa, editörlüğümü onun yapmasını isterim. En çok hangi kitabın editörü siz olmak isterdiniz? Lewis Mumford, “Tarih Boyunca Kent”.? Yayıneviyle Yaşıt Bir Kitap: “Beyaz Yele” İşte o yayınladıkları güzel kitaplardan biri de Rene Guillot’un “Beyaz Yele”sidir. Rene Guillot, 1900 yılında doğmuş. 1959 yılında Beyaz Yele’yi yazmış. Can Yayınları da ilk basımını 1981 yılında yaptığı kitabın 19. basımını 2009 yılında yapmış. Beyaz Yele’de on iki yaşında bir çocuk olan Folko ile beyaz bir atın dostluğunun hikâyesini okuyoruz. Folko’nun balıkçı olan Ösebyo Dedesi ve yaşlı seyis Antonyo da bu güzel dostluk hikâyesini tamamlayan karakterler. Bataklıklar, sazlıklar, dağlar… Müthiş bir betimlemeyle anlatılan doğa güzellikleri. Dostluk ve sevgi çocuklara bundan daha güzel bir şekilde nasıl anlatılabilir bilmiyorum. Tabii bu anlatımda Ela Güntekin’in çevirisinin de hakkını vermek gerekir. Anlatımı bozmadan, duru bir şekilde hikâyeyi aktarmak herkesin başarabileceği bir iş değildir. Hele ki söz konusu olan çocuklarsa… Çevirmeni kadar çizeri de iyi olunca kitaptan alınacak zevk de zirveye ulaşıyor. Mustafa Delioğlu’nun çizimleri hikâyeyi canlandırıyor, ete kemiğe büründürüyor adeta. “Çikolata Fabrikası’nda Başlayan Eğlenceli Yolculuk” Roald Dahl’ın en keyifli kitaplarından “Charlie’nin Çikolata Fabrikası”nın devamı olan “Charlie’nin Büyük Cam Asansörü”nde çikolata fabrikasının sahibi Bay Wonka, Charlie ve kalabalık ailesini büyük cam asansöre bindirip bir yolculuğa çıkarıyor. Yolculuk diyorsam öyle sıradan bir seyahat değil tabii ki. Bay Wonka ile özdeşleşmiş fantastik bir yolculuk bu. Rotaları uzay oteli! Fakat ABD uzay oteline yanaşmalarına izin vermiyor. Ne oluyorsa bu andan itibaren oluyor zaten. Olaylar durmaksızın ilerliyor. Çekgitof, Vİng, Vong, HayRolSun… Bu noktada kitabı çeviren Celal Üster’i de ayakta alkışlıyorum. Çocukları keyiflendirecek, eğlendirecek; çocukların, kitabı ellerinden düşüremeyecekleri bir çeviriye imza atmış. İğrenç yaratıklar congolozlarla Charlie ve ailesinin mücadelesi heyecanı en yüksek seviyeye taşıyor. WonkaVİta ve VitaWonka denilen ilaçlar çocuklarımızın hayal dünyalarının sınırlarını zorluyor. Hatta sınırları genişletiyor. Çikolata fabrikasındaki Umpa Lumpalar bu kitapta da var ve yine Bay Wonka’nın yardımına koşuyorlar. Roald Dahl, Charlie’nin Çikolata Fabrikası’ndan sonra Charlie’nin Büyük Cam Asansörü ile çocukların belleklerine silinmez bir şekilde adını yazdırıyor. Kitapta anlatılan hikâyenin iyi olmasının yanında çevirmeni ve çizeri de doğru seçerseniz okumaya doyum olmayan bir eser çıkarabiliyorsunuz ortaya. Sonucunda da otuz yıl gibi uzun bir zaman dilimini sağlam adımlarla yere basarak geleceğe güvenle bakarak geride bırakabiliyorsunuz. ? *Beyaz Yele, Rene Guillot, Can Çocuk Yayınları, 19. Basım 2009 *Charlie’nin Büyük Cam Asansörü, Roald Dahl, Can Çocuk Yayınları, 14. Basım 2010. ÖĞRETMENLERE DUYURU Okuyan/Okutan Öğretmenlerden Mektuplar köşemizde sevgili öğretmenlerimize kulak veriyoruz. “Bu kitabı öğrencilerimle okuduk/okuyoruz. Çünkü…” diyecek öğretmenler. Çocuklara salık verdiğiniz, birlikte okuduğunuz kitapları, niçin bunları seçtiğinizi bize yazar mısınız? Mavisel Yener Ata Cad. Defne Sok. No: 1 D: 1 Balçovaİzmir www.maviselyener.com [email protected] SAYFA 22 ? 5 TEMMUZ 2012 Adresimiz: [email protected] CUMHURİYET KİTAP SAYI 1168 SAYF
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle