05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Sevgili Asuman KafaoğluBüke için... itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] KADIN ZAMANI9 Eril eleştiri erki çökerken... adın Zamanı” başlıklı yazıların geldik sonuncusuna… Ama böylesi başlıklar altında sürdürülen yazıların sonu gelir mi hiç? Söz yuvarlanıp da buralara uzandığında yine, zamanlı zamansız bununla sürüklenen düşüncelere, izlerle imlere dönmemek elde mi? Öyleyse bu yazılara olsa olsa virgül konabilir soluk almak için. Sonra farklı uzanımlar, biraz da yeni açılımlar derken, nerelerden geçip düşünce gevişleri getiririz bilemem… Yazılar üzerine yargıyı ise alımlayıcı verecek elbette… Adını anma hakkım olduğunu sanmadığım bir gencin iki satırlık iletisini sizlerle paylaşarak ayraç açabilirim belki bu konuda o kadar. 2 Şubat tarihli iletisinde şöyle diyor hanımefendi: “Merhaba!/ 3 defa okudum Cumhuriyet kitap ekindeki yazınızı. (Kadın Zamanı–7, Kendisinin Bilincinde Bir Kadın Yazınına Doğru) Bir sürü notlar aldım, bende olmayan, referans olarak kullandığınız kitapları sipariş verdim./ Uzun zamandır ilk defa, zihnimdeki karmaşanın biraz da olsa dağıldığını hissettim! Çok doğru bir zamanda oldu bu eylem./ ‘Nasıl’ını ‘niye’sini ‘kim ki’sini bir kenara bırakıp, size teşekkür ediyorum./ İyi çalışmalar.” Yazınsal eleştiri alanında kadınların erkesi üzerine neler söylenebileceği üzerine yoğunlaşırken bu yazılarda, kadın savaşımının 1980 sonrasındaki yeni, farklı ivmesiyle sanat alanlarında gözlenen canlanmaya yer açmak zorunluydu. Özellikle 1990’dan başlayarak kadın öykücülerin alanda kurduğu egemenlik, derken romanımızdaki başarı grafiği, ardından deneme, eleştiri alanındaki büyük canlanma biliniyor… Üstelik gençlerle kitlesel kalıcılığa dönüştü kadın erkesi… Henüz tam olarak ayırdına varılamasa da bugüne dek hep eril erke dayalı yapıt üreten kadının 1990 sonrasında yöneldiği dişil erke dayalı verimleyişi üzerine yeterli çalışma yapılmış mıdır? Öyle ya “kadın yazını” dediğimiz olgu, yazınsal bütün içinde nasıl bir değişime yol açmıştır, buna yönelik okuru da kapsayan araştırma var mı? Yazınsal eleştiri için de buna koşut çalışma yapılması zorunlu. Ayrıca eğer bir dişil eleştiri geldiği doğrulanıyorsa, buna karşı eril eleştirinin ne yapacağı üzerinde de durulması gerekiyor… KADININ YAZINSAL ELEŞTİRİMİZDEKİ YERİ... Son otuz yıl içinde “kadın yazar”, “kadın sanatçı” algısı olağanüstü boyutta yükseliş gösterir, bu yönde görece doyurucu bir yayın bolluğuna erişilirken “kadın eleştirmen” olgusuna karşı duyarlı davranmak bir yana gündeme getirilip konu üzerinde ne ölçüde durulmuştur? Belli ki kadın eleştirmenlerin yapıtlarıyla SAYFA 22 ? 15 MART “K temsil eder nitelikte, alanın tümünde baskın rol oynayan kadın eleştirmen, öncü bağlamında adeta! Peki bütün bu ipuçları, eleştiride olduğunca, öteki alanlarda da bir “dişil”, “eril” verim ayırması yapma hakkı tanır mı acaba bize? Tek tek örneklere bakmak, buradan kalkarak bir genel değerlendirmeye girişmek gerekiyor herhalde. Zaten sıkıntı bunun yapılmayışından doğuyor yanılmıyorsam. Yazınsal eleştirimizin bütününe göz atarken kadın eleştirmen veriminin ortalığa yayıldığı, egemen hale geldiği görülemiyor, bunun ayırdına varılamıyor; sonuçta yeni söylemle, yeni bir dilin kurulmaya çalışıldığının, eh kurulduğunun bilincine de ulaşılamıyor kuşkusuz. Oysa yapılması gereken iş, alanda verimlenmiş yapıtların, bu yaklaşım temelinde yeniden taranıp okunması, bu doğrultuda veriler derlenmesi… metinlerinde gün yüzüne çıkan düşünsel yapı, bütünsel kavrayışla değerlendirilmiş değil henüz. Oysa son yirmi yıl içinde kadın eleştirmenlerin verimlediği yapıt sayısı, yuvarlamayla erkek eleştirmenlerin yapıtları sayısını aşmış olsa gerek. Bu nedenle “kadın eleştirmen” olgusuna vurgu yapılmayışı insanı düşündürüyor. Kadınlar, yaratıcılıkları açısından “kadın yazar”, “kadın yönetmen” vb. başlıklar altında ya da “kadın oyunu”, “kadın filmi” vb. türlendirmelere göre yepyeni yaklaşımlarla gündeme getirilirken “kadın eleştirmen”, “kadın eleştirisi” konusunda suskun kalınışını nasıl yorumlamak gerekir, kestiremiyorum… Ne var ki kadınların, akademik çerçevede ürettiği, disiplin bağlamında belirli akışlara bağlı sürdürdüğü çalışmalarıyla bunlar dışına taşarak görece kendiliğindenlik taşıyan örnekler birbirinden ayrılırken bu ikinci düzlemdeki verimleyişin süreç içinde baskın hale gelişi olgusu dikkat çekmiyor değil. Bu doğrultuda Füsun Akatlı’nın bir “ilk örnek” oluşturduğu savlanabilir kanımca. Çünkü akademik temelli Akatlı, 1980’lerde edebiyatı salt yazınsal olanın içinden kalkıp hiçbir disipline bağlı kalmaksızın metne yaklaşarak neredeyse farklı bir eleştiri kanalı açtığının ipuçlarını döşedi yazınımızda. Gerçekten Akatlı, metinlerini yazınsal verim niteliğinde hep “yazınsal eleştiri” olarak kaleme alıyordu. Oysa akademik çevrelerde üretilen eleştiri metinleri, “yazınsal olmak” değil “yazın için olmak” gibi örtük bir temele yaslanıyor. Yazınsal eleştiriyle yazın eleştirisi üzerine yıllar önce Adam Sanat’ta çok durdum, burada yeniden dönmeyeceğim konuya. Akatlı’nın bu tür verimleri sonrasında 1990’larla birlikte, kadın savaşımının “ciddi kurumsallaşma dönemi”ne (90’larda Türkiye’de Feminizm, Der.: Aksu BoraAsena Günal, S.Nazik Işık’tan, 59) girmesinin de yarattığı dorukla bir grup kadın eleştirmen kolları sıvadı; Gürsel Aytaç, Jale Parla, Yıldız Ecevit, Zehra İpşiroğlu vb. kadın eleştirmenler yoğun üretimleriyle alanı tümden kucaklar hale geldi. Demek ki akademisyen kadınların, kadın hareketinde gözlendiğine benzer biçimde eleştiri alanında da yönlendiriciliğine tanıklık yaptık bir bakıma. Oysa bugün yazınsal eleştiri ortamına baktığımızda, kadın eleştirmen kitlesinde artık akademik alanın sınırlarından çıkıldığı, hep birlikte kol kola, coşkulu bir havanın egemen olduğu gözleniyor. Peki eleştiriyi dişil, eril tabanlı üretim bağlamında almak, böylesi bir sava dayalı yapılanmayla bunu ayırmak doğru mu? ELEŞTİRİDE ERİLLİKDİŞİLLİK OLABİLİR Mİ? “Kadın yazar”, “kadın sanatçı”, “kadın oyuncu” vb. adlandırmalardaki kulağa yatkınlık yanında belki ilk ağızda irkiltici gelebilir “kadın eleştirmen” deyişi. Hele “dişil eleştiri” gibi bir kavramla bunu karşılamaya girişmek tam anlamıyla bir aykırılığa yol açabilir. Ama olguların önden gittiği unutulmamalı. Nitekim günümüzde kadın eleştirmenlerin öncü rol üstlenerek alana yaklaşımı, bakışı, bunu yeniden yapılandırmaya koyuluşu görmezden gelinemez bir gerçeklik artık. Demem o ki, bunun dillendirilmiyor oluşu, olgunun kendisinin görmezden gelinmesine gerekçe oluşturmamalı. Nitekim “kadın şair yok” deniyordu geçmişte, oysa bugün bir “kadın şiiri” var, kadın şairlerce üretilen. Kadın öykücüler erkekleri çoktan geçti, şimdi romanda zorluyor erkekleri, kadın oyun yazarlarının da eli kulağında… Melahat Özgü’nün döneminde kadınların yönlendirdiği bir tiyatro biliminden söz edilemezdi belki ama günümüzde Sevda Şener, Ayşegül Yüksel ikilisinin ardından onlarca kadın tiyatrobilimci, alanı yönlendirmede etkin rol üstleniyor. İnci San’a da Türkiye’de yaratıcı dramanın “annesi” deniliyor… Ayrıca Macide Tanır, Yıldız Kenter, Gülriz Sururi vb. kadın oyuncularla dillendirilen bir çağ da geride kaldı, artık kadınlar birer tiyatro kurucuyapıcı konumuyla çıkıyor karşımıza Ayla Algan, Zeliha Berksoy, Şahika Tekand gibi yine onlarca kadın… Felsefede de İonna Kuçuradi, Betül Çotuksöken vb. adları Yıldız Silier gibi genç kadınlar izliyor… Yalnız sanatta, düşüncede değil toplumdoğa bilimlerinde de üstü örtük bir “kadın damgası” kendini iyiden iyiye duyuruyor… Belki yeni bir dalgaya gereksinim var; kadın sanatçılar kadar kadın bilimci, düşüncecilere, kadın yöneticilerle kadın siyasacılara… Özetle “yeni” bir kadın bekleniyor! İşte bütün bunları GELECEKTEKİ ELEŞTİRİNİN DİŞİL ÖNCÜLÜĞÜ... Bu hafta kimi eleştiri kitaplarından söz açacaktım, örnekleme anlamında. Ama bir özetleme zorunluydu, bu nedenle özetlemeye yer açarken kitaplara sıra gelemedi yazık ki… Daha önceleri bir biçimde sözünü ettiğim, değindiğim kitaplar olmamış değildi kadın eleştirmenlerce verimlenen. Sözgelimi Nemciye Alpay’ın Yaklaşma Çabası (Kanat, 2005), Tülin Arseven’in Yazgıya Başkaldıran Yazar/ Necati Tosuner (Salkımsöğüt, 2007), Çiğdem Ülker’in Eleştirinin Odağında (Ürün, 2007), Yeşim Dinçer’in Ecinniler’in Gölgesinde (Yordam, 2009), Melek Özlem Sezer’in Masallar ve Toplumsal Cinsiyet (Evrensel, 2010), üzerinde durduğum yapıtlar oldu. Kimileri “deneme” ya da “inceleme” bağlamında nitelense de eleştiri kökeninden beslendiği, bu nedenle eleştirel metinler olduğu görmezden gelinebilir mi bunların? Yukarıdaki beş kitaba ek olarak hiç değinmediğim, üzerinde durmadığım yapıtlar da yine böylesi nitelemelerle tanıtılan kitaplar. Ne ki bu hafta konuk edemediğim ama okurken farklı tatlarla donandığım beş kitabı ileriki haftalarda birer ikişer mutlaka paylaşacağım bu köşenin izleyicileriyle. Şimdilik yazarlarıyla yapıtların adlarını anmakla yetiniyorum… Asuman KafaoğluBüke’den Yazın Sanatı (Can, 2011), Bedriye Korkankorkmaz’dan Kitaplarla Söyleşi (Camgöz, 2011), Asuman Susam’dan Yangın Yılları’ndan Nidâ’ya/ Ahmet Telli Şiiri (Everest, 2010), Reyhan Tutumlu’dan Yaşamasız Yazabilmek /Vüs’at O.Bener’in Yapıtlarına Anlatıbilimsel Bir Yaklaşım (Metis, 2010), Jale Özata Dirlikyapan’dan Kabuğunu Kıran Hikâye /Türk Öykücülüğünde 1950 Kuşağı (Metis, 2010). Şair, yazar “kadın eleştirmen”lerin kaleme aldığı bu kitaplardan derilecek bir dizge oluşturulabilir mi? Eril eleştiri erki çöküyor mu gerçekten? Yoksa tam tersine kapitalizm, gücünün en yüksek dayanağına dönüşen savaş ekonomisi içinde piyon olarak kullandığı eril erki daha da güçlendirmeye mi çabalıyor? İyi de süreçlerin besleyicisi “çelişki” değil mi zaten? Yeni bir yazı bu sorulara yanıt aramayla başlamalı… Ama bilmem ne zaman sıra gelir artık buna… ? 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1152
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle