05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Güner Demiray’dan bir araştırma Her Kuşakta Atatürk Güner Demiray, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemindeki ruhsal durumu ve coşkuyu Her Kuşakta Atatürk adlı yapıtıyla okura yansıtmayı hedefliyor. ? Yılmaz ÇONGAR emalizm, Sakarya Savaşı demektir. Halkımızın o günleri hiçbir zaman unutmaması gerekir. 24 Ağustos 1921 ile 13 Eylül 1921 arasında geçen 22 gün ve gece Türk ulusu varı yoğu ile kavgaya koşuyordu, soluk soluğa idi, yorgun ve bitkin. Trablusgarp Harbi’nden başlıyarak Balkanlar’da, Galiçya’da Kafkaslar’da, Yemen’de Süveyş’te kanını döken Mehmetçik, şimdi de Sakarya’da savaşıyor, vatanı için kolunu, bacağını, canını bırakıyordu. Bu bizim son savaşımızdı, ya onurumuzla var olacak, ya da yok olacak, tarih sahnesinden silinecek, köle veya ikinci, üçüncü, dördüncü sınıf bir toplum olarak yaşayacaktık. Sakarya bizim için son dönemeçti. Güner Demiray da, o günlerin ruhsal durumunu ve coşkusunu Her Kuşakta Atatürk adlı yapıtıyla okura yansıtır. Güner Demiray’a göre Kemalizm, demokratik, çağdaş, evrensel bir devrimdir, ezilmiş uluslar için bir kurtuluş ışığıdır, asla faşist, şovenist ve bencil değildir, insanlık sevgisi ile iç içedir. Yeni kurulan Türkiye’nin düzeninin temeli ekonomiktir. Ülkenin kapitalist liberal sisteme geçişi 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi ile onaylanır, ancak bu bir denemedir. 1930’lu yıllarda, düzende devletçilik ağır basar. Atatürk’ün devletçiliği Türk ulusu ile bütünleşmektir. Devrimcilik, laiklik, halkçılık,o günlerin ana ilkeleridir. Oysa 1940’lı yıllardan sonra, günümüze dek giderek artan bir hızla, bu ilkeler yozlaştırılır, Kemalizm rafa kalkar, ne var ki, vatanını düşünen tüm gerçek aydınlar gibi Güner Demiray’ın da umudu sönmez ve yapıtında “Gerçek Türk ulusçularının, Birinci Kurtuluş Savaşı’nın devamı olan ve çağdaşlaşmayı amaçlayan İkinci Kurtuluş Savaşı’nı da kazanacaklarını” yazar. Yazara göre, 10 Kasım’larda ağlamak, sızlamak ve yas tutmak boşunadır. Bu duygu yoğunluğunun ve bilinçsizliğin içinde Atatürkçülük anlaşılamaz. Esas olan onun düşüncelerini her zaman beynimizde yaşatmak ve uygulamaktır. Onursuz İstanbul hükümetinin Savaş Bakanı Cemal Paşa, 1921 yılında başyaveri Salih Bey’i, Mustafa Kemal’le görüşmek üzere Ankara’ya gönderir. Salih Bey’in Mustafa Kemal’den aldığı yanıt şöyledir: “Adalet dilenmekle ve başkalarına kendini acındırmakla ulus işleri, devlet işleri görülmez. (…) Adalette, dilenmek ve acındırmak diye bir ilke yoktur. Türk ulusu ve Türkiye’nin yarınki çocukları bunu bir an akıllarından çıkarmamalıdırlar.” Sakarya Savaşı’ndan sonra, uzlaşmak için, o zamanki düşmanımız Fransa’nın Ankara’ya gönderdiği temsilci Franklen Buyon’a Mustafa Kemal’in açıkladığı düşünceler, gelecekteki çağdaş Türkiye’nin dayanacağı temel ilkelerdir: “Tam bağımsızlık demek, elbette siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür... gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla tüm bağımsızlığından yoksunluğu demektir.” Bu düşünceleri içeren görüşmeden sonra Ekim 1921’de Fransa’yla Ankara Anlaşması imzalanırken tüm dünya algılar ki, Mustafa Kemal, emperyalizme ve sömürgeciliğe savaş açmıştır ve Batılı düşmanlar kayaya çarpmıştır. Cumhuri K Güner Demiray yet’in kurulması ve Hilafet’in kaldırılması üzerine Atatürk’e karşı bir “Karşıt Cephe” oluşur. Durumun en yürek acıtan yönü, bu cepheyi oluşturanların çoğunun, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılmış olan komutanlar, dolayısıyla Atatürk’ün yakın silah arkadaşları olmasıdır. Kâzım Karabekir Paşa ve Rauf Orbay 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurarlar. Daha sonra Ali Fuat Paşa (Cebesoy) da bu karşıt cepheye katılır. O günler Türk ulusu, savaş yorgunu, yoksul ve umarsızdır. Halkın çoğu köylü ve cahildir. Tekkeler, zaviyeler ayaktadır. Hocalar, şeyhler toplum üzerinde etkilidir. Tarım çok ilkel, endüstri yok derecededir. Ülkenin bir devrime gereksinimi vardır. Onun da şefi ancak Atatük olmalıdır. Fakat önder kadro arasında çıkmış olan bu parçalanma ve çekememezlik, bir kriz haline dönüşür. Atatürk ne denli çağdaş düşünceli ise, karşıt grup ta o denli tutucudur. Ne var ki, 13 Şubat 1925’te Doğu illerimizde Şeyh Sait İsyanı başlar. Çok zorlu çarpışmalar sonunda isyan bastırılır, elebaşları idam edilir. İsmet Paşa’nın başkanlığındaki Bakanlar Kurulu’nun kararıyla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılır. Güner Demiray, yapıtın diğer bölümlerinde, imgesel dünyamızı süsleyen çağdaş Türkiye’yi yaratmak için gerekli olan ilkeleri, kalıcı örneklerle, akıcı bir biçem ve arı bir Türkçeyle okura sunar. Dil bilinci, demokrasi, laiklik, Avrupa Birliği’nin ülkemiz üzerindeki olumsuz düşünceleri, Kıbrıs çıkmazı, Ermenistan’ın hain emelleri, Güneydoğu sorunu, ulusal sınırlarımızın dışında kalan Türkler (Kan Kardeşlerimiz) bu konulardan birkaçıdır.? Her Kuşakta Atatürk/ Güner Demiray/ Babıâli Kitaplığı Ozan Yayıncılık/ İstanbulNisan 2011/ 222 s. Sem Bugü da bi nan S Bugü “Den ne ol peşin olanl tıyor çağır leri u isimle yer a bilinc amaç ? D Amerikalı Marksist felsefeci ve siyaset bilimci Bertell Ollman’ın Türkçedeki ilk kitabı Diyalektiğin Dansı‘nı Marksizme Sıra Dışı Bir Giriş izlemişti. Yakın zamanda Ollman’ın Diyalektik Soruşturmalar’ı çıktı. Diyalektik Soruşturmalar, Ollman’ın 1968’le 2005 arasında yazdığı yazılardan oluşuyor. ? Cihan BAYRAK iyalektik Soruşturmalar’da “ütopyacı tahayyül”le Marksist eleştiri arasındaki ilişki değişik bir açıdan ele alınıyor. Ollman, Marksist eleştirinin ütopyaların içeriğine değil, düşlenen dünyaya ulaşma yöntemlerine, “spekülatif tarz”a yöneldiğini, Marksizmin ütopyacılardan en önemli farkının, komünizmin bugünkü dünyanın içindeki potansiyel varlığı düşüncesi olduğunu vurguluyor. Ollman, “Toplumsal ve Cinsel Devrim: Marx’tan Reich’a, Reich’tan Marx’a” başlığı altında, 19271936 arası dönemde Marksist ve komünist olan Wilhelm Reich’ın, 1957’de bir Amerikan hapishanesinde ölümüne dek olan trajik serüvenini anlatırken, görüşlerini ve Marksizmle, Marx’la düşünselsiyasal ilişkisini de irdeliyor. SAYFA 20 ? 15 MART Bertell Ollman’dan yeni kitap Diyalektik Soruşturmalar Kitabın farklı bölümlerinde kapitalizmakademi ve kapitalizmeğitim ilişkilerinin ve özel olarak da sınav sisteminin bilimselderin, aynı zamanda ayrıntılı eleştirisi var. “Bu kadar sınav neden? Marksist bir yanıt” başlıklı bölümü tüm öğrencilerin mutlaka okumaları gerekiyor. Okuduklarında, yaşadıklarının teorik anlamını daha iyi kavrayacakları, biraz da eğlenecekleri kesindir. Ollman 8 sınav “mit”ini anlattıktan sonra, “Peki, bu kadar çok sınava girmek, bu sınavlara hazırlanmak için harcanan onca saat ve duyulan onca kaygı ve sonra da elde edilen yetersiz notlar karşısında hissedilen utanç duygusu öğrencilere ne öğretmektedir?” diye soruyor ve 16 maddelik bir yanıt listesi sıralıyor. Burada, yalnızca 6. ve 8. maddedekileri aktarıyorum: “6. Sınavlarda verilebilecek sayısız çeşitlilikteki cevabı, A, B, C, D ve F gibi seçeneklerin içerisine sıkıştırmaya çalışan öğrenciler, insanların ve aynı zamanda şeylerin tektipleştirilmesine ve daha sonra kimliklerinin önemli bir parçası olacak kişiliksizleştirilmiş iş kategorilerine daha alışkın hale gelebilirler.” “8. Öğretmenler sınavlarda sorulan soruların doğru cevaplarını bilen konumda olduğundan, öğrenciler iş ve siyaset gibi diğer hiyerarşik alanlarda üstte olanların da kendilerinden daha fazla şey bildiğini varsayma eğiliminde olurlar.” Diyalektik Soruşturmalar’ın yeni soru ve bakış açıları bakımından en zengin kısmı “Sınıf” başlığını taşıyor. Ollman, sınıf tanımı, sınıf mücadelesi ve sınıf bilinci sorunlarını iç içe geçmiş halkalar gibi, birbirleriyle ilişki ve etkileşimleri içinde irdeliyor. Marx’taki esas olarak ikili (burjuvaziproletarya) ama kimi zaman da çoklu (burjuvazi, proletarya, toprak sahipleri, küçük burjuvazi, hatta “ideolojik” sınıflar vb.) sınıflar çözümlemesinin nedenleri ve mantığı üzerinde duruyor. Şöyle açıklıyor: Marx’ın sınıf ölçütleri çoğuldur. O, toplumu çeşitli biçimlerde parçalara ayırır ve bunlara “sınıf” der. Sınıfları, incelediği, odaklandığı toplumsal gruba göre değişik ölçütlerle değerlendirir. Marx’taki çoklu sınıf ayırımının bir başka nedeni, Ollman’a göre toprak sahipleri, küçük burjuvazi gibi “geçiş halindeki sınıflar”dır. Ollman, bilinç sorununa, bireysel işçinin bilinciyle sınıf bilincinin aynı şey olmadığını söyleyerek giriş yapıyor. “Sınıf bilinci, ‘bir tür grup düşünüşü’dür” diyor. Sınıf bilincine, sınıfı ve sınıf çıkarlarını tanımlayarak yaklaşmanın doğru olacağını, sınıf bilincinin esnek ve değişen bir şey, sınıfın evrim içindeki bir niteliği olduğunu ekliyor. KanadalıAmerikalı psikolog Bill Livant’ın gerçekten yaratıcı sınıf mücadelesi tanımını şu sözlerle aktarıyor: “Sınıf mücadelesi, hem sağdan hem de soldan pek çok yorumcunun belirttiğinin aksine öznel ve bilinçli olarak seçilen bir sınıf davranışı değildir. Daha ziyade, ‘sınıfların hareket biçimidir.” Sınıf sorunsalı ilk bakışta göründüğünden daha karmaşıktır. Ollman’ın yanıtlarının tümü de doğru ve doyurucu olmayabilir. Ama sorunu didiklemek, genel ve kalıplaşmış kabullere eleştirel ve sorgulayıcı biçimde yaklaşmak bugün en çok gereksinme duyduğumuz şeydir. Ollman’ın yaptığı da budur. Eleştiri, olgulara, dinamiklere farklı bakış ve yaklaşım açıları getirdiği ölçüde zenginleştirici oluyor ve Ollman da Diyalektik Soruşturmalar’da bunu yapıyor.? Diyalektik Soruşturmalar/ Bertell Ollman/ Çeviren: Cenk Saraçoğlu/ Yordam Kitap/ 318 s. D iç ya yo d at Bugüne kıyor o rücü bi denileb günlerd man es karşı ci mih Çe dı…” s du, işad CEO o vunmaz yenlere yor. Üç b ilk bölü miş’in o o antiem yurtsev herkese nata, öz miş De neklerl dolu bi karşın, bir şiir Çelenk herkesç kapağın adanmı kitapta Kitab bölümü Aydın Ç ram, Ö Ağırnas Sönmez Çelenk Sercan, Mustaf Bora G ten Can araştırm S 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1152 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle