Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? “vaka anlatılarının” hele ki Türklerin ilahi güçlerce cezalandırıldığına ve/veya Katolikliğe geçtiklerine dair olanların yanı sıra elbet alt etmek suretiyle Türklerin baş düşman olarak resmedilenlerinin de öne çıktığını imliyorsunuz. Bu anlatılara göre Türk barbar, canavar, kahrolmaya mahkum, şeytanın işbirlikçisi hatta ta kendisi. Türklerin bu düşman profili çıkarılırken pek tabii her türlü olumsuz sıfat kullanılıyor. Bu da gelmekte olan tehlikeye karşı bir savunma politikası olarak görülebilir. Bir antipropaganda yöntemi olarak Kilise zaten Türk tehdidi karşısında tedirgin olan halkı daha da kışkırtmak ve savunmaya hazır hale getirmek için korkuyu çoğaltmak üzere adeta bir kampanya başlatıyor. Sözlü ve yazılı olarak Türkler hakkında yaratılan ürkütücü eserler yayılmaya başlıyor. Sonra Venedik’ten yazılan İstanbul mektupları da Padişah’ı Hıristiyanlığa davet eden mucizelerle donatılı... Hele ki bir Paşa karısının canavar doğurup sırra kadem basmasına ilişkin olan mektup ise Türklere Tanrı’nın verdiği cezaların geldiği absürd boyuta ve Avrupa’nın bu konudaki hissiyatına işaret eden bir diğer örnek. Ayrıca tarihe meraklı bir araştırmacı olan Alman Heinrich Martin’in Osmanlı’nın geleceğine dair kehanetlerin doğruluğunu araştırarak, Osmanlı’nın ne zaman çökeceğini hesap edip Atlas Okyanusu’nun diğer yakasındaki okurlarını bilgilendirmeye çalışmasını da okuyoruz. Türkler, yeniçağın şüphesiz hakkında en çok konuşulan, üzerinde en çok yazılan halkı. Bunun en güzel örneği İspanya’da çok yaygın olan “vaka anlatısı” adlı janrdır. İspanya’nın enerjisinin büyük bir kısmını on beşinci yüzyılın sonundan itibaren Amerika’da kolonileşme ve Hıristiyanlaştırma hareketlerine adadığı göz önüne alındığında, İspanya arşivlerinde 15001800 aralığında Amerika’ya dair sadece 52 “vaka anlatısı” bulunurken, Türklere dair 186 eserin bulunuyor olması bu devirde bu coğrafyadaki Türk etkisi konusunda çok şey söyler. “AVRUPA TÜRKLER HAKKINDA KARMAŞIK DUYGULAR İÇİNDE” Öte yandan on altıncı yüzyılın sonunda İstanbul’a gelen Protestan vaiz Schweigger, Tanrı’nın Türklerden yana olduğunu ifade ederek çuvaldızı biraz da kendilerine batırıyor ama... Ayrıca okuyoruz ki Thevenot gibi Türklerin diğer dinlerden insanlara hoşgörüsünü de yücelten sayıca hiç de az olmayan başkaları da var. Bir tuhaf aforoz içindeler, hani Avrupa’nın Türkler ve tüm Müslümanlar için görüşleri hem net hem değil! Hem korku ve nefret içindeler, hem saygı ve az da olsa sevgi! Avrupa, Türkler karşısında tam anlamıyla karmaşık duygular içinde. Nefret, gıpta, hayranlık, korku hepsi bir arada. Osmanlı topraklarına hiç ayak basmayan, Türkler hakkında sadece duydukları ve okuduklarıyla yetinenlerin hisleri çok daha olumsuz. Fakat bu topraklara seyahat eden ve Türkleri yakından tanıma fırsatı elde edenlerin kaleme aldıkları satırlar arasında hayranlık duyguları gizli. Türklerin düzenli, aza kanaat eden, temiz, inançlı, cesur insanlar olduklarını not ediyorlar. Gözlerinin, ortaçağdan itibaren Doğuluları her halükârda garip görmeye endekslendiğini ifade ettiğiniz Avrupalıların, Hıristiyanların sadece Türkler özelinde değil tüm Müslümanlar çehresinde İslam algısı en çok hangi noktalara ve hedeflere kilitleniyor? Özellikle sosyal hayattaki farklılıklar onları şaşırtıyor. Kadınların duvarlar ardına kapatılması ve sosyal hayatın dışına atılmaları, cennette vaat edilen güzel şeylerin bu dünyada yasak olması, bir taraftan kadınları kapatıp diğer taraftan bir erkeğe bu dünyada dört kadın veren bir din, sofra söz konusu olduğunda taban tabana zıt gelenekler başta olmak üzere pek çok ayrılıktan rahatsız olup bu konuları sıkça dile getiriyorlar. Müslümanları “barbar” olarak niteliyorlar. İslamla birlikte gelen yaşam tarzı, onların günlük hayata dair alışkanlıklarıyla ters düştüğü için bunu bir medeniyetsizlik olarak görüyorlar. Mühtediler (din değiştirip Müslümanlığa geçenler) ne düzlemde ele alınıyor kitapta? Mühtediler noktasında bir Türk korkusu değil, sevgisi ya da en azından saygısı mı (ki bunun ne kadar zoraki olup olmadığını da sormalı) söz konusudur? Bu dönemde İslamı seçen Hıristiyanların hikâyelerini engizisyon kayıtları üzerinden incelediğimiz zaman genel bir sonuç çıkartabiliyoruz: İhtidanın, yani İslama geçmenin en genel nedeni daha refah bir hayatı tercih etmek. İslamın hâkim olduğu merkezden uzak bölgelerde, özellikle Kuzey Afrika’da toplum içinde daha saygın bir yer edinmek, sosyal olarak yükselebilmek için tercih ediliyor. Bunun yanı sıra İslamın vaat ettiği dört kadın gibi dönem için hayli cazip etkenler de bu kayıtlarda sık sık karşımıza çıkıyor. Birden fazla defa din değiştiren insanların hayat hikâyelerini gördüğümüzde bunun teolojik bir nedeni olmadığını anlıyoruz. Gerçekten uhrevi sebeplerle din değiştirenlerin sayısı yok denecek kadar az. Türk tipi kadercilik başlıklı bölüm... Avrupalıların Türklere karşı geliştirdikleri bir algı da “kadercilik anlayışı temelli Müslüman eylemsizliği...” Bunu açar mısınız? Döneme damgasını vuran “her şey Allah’tan” görüşü, ardında insanı hayatın temeline koyan Rönesans’ı bırakmış bir Avrupalıyı şaşırtıyor haliyle. Türklerin savaş dışı zamanlarda dinginliklerini bu kaderci düşüncelerine bağlıyor Avrupalı seyyahlar. On altıncı yüzyıldan itibaren kahvehanelerin tuhaf bir şekilde bu düşüncede büyük bir rolü olmaya başlıyor. Avrupalı kahvesini içip çubuğunu tüttüren ve dışarıdan hiçbir şey düşünmüyormuş gibi görünen Doğulunun temelinde kadercilik yatan bir düşünce sisteminin profili olarak görüyor. Osmanlı’da sıradan halkın ahşap evlerde oturmasının sebebi de bu olarak gösteriliyor: Bu dünyadan giderken beraberinde hiçbir şey götürmeyecek olan Türk/ Müslüman’ın Tanrı önünde boynunun eğik olması. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İslam KorkusuKökenleri ve Türklerin Rolü/ Özlem Kumrular/ Doğan Kitap/ 526 s. 27 ARALIK 2012 ? SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1193