22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ataol Behramoğlu’ndan iki kitap anlatan bu yazılar toplamı, ayrı ayrı yazılardan oluşmuş olsa da, bence bir kitap bütünselliği taşımaktadır. “MUSTAFA SUPHİ’NİN YAŞAMI VE EYLEMİNİN YERİNİ BELİRTMEYE ÇALIŞTIM” “Mustafa Suphi Destanı” adlı şiir kitabınız için hayli uzun süreli bir araştırma sürecinin söz konusu olduğunu yazmıştınız. “Mustafa Suphi Destanı” üzerinde çalışmaya 1971’de Paris’te başlamıştım… Çalışma 1979’a kadar, zaman zaman kesintilerle de olsa, diyebilirim ki aralıksız sürdü. 1979’da Sanat Emeği Yayınları arasındaki ilk basımına önsözümde bu süreçleri anlatıyorum... Kitabın bir sonraki basımı 1980 sonrasındaki yurtdışı sürgünümde Almanya’da “Yeni Türkü” Yayınları arasında çıktı. O yıllarda, Ayşe Emel Mesçi’nin yönetimindeki Halk Oyuncuları’nca ve Tahsin İncirci’nin müziğiyle oyunlaştırılarak Stockholm Kraliyet Tiyatrosu’ndaki ilk gösterimden sonra Paris’te, Berlin’de, Amsterdam’da, başkaca Batı Avrupa kentlerinde sahnelendi. 1989’da Avignon Tiyatro Festivali’nde ilk Türkçe oyun olarak izleyici önüne çıktı... Üçüncü basımı benim ülkeye dönüşümden bir yıl sonra, 1990’da Cem Yayınevi’nce yapıldı. Bundan sonra, Adam Yayınevi’nde üç ciltte topladığım şiirlerimin üçüncü cildi olan “Kızıma Mektuplar”da yayımlandı. Şimdi Tekin Yayınevi’nce ayrı bir kitap olarak on beşinci basımı yapılmış oluyor. Destanda nasıl bir dinamik tesis etmeyi amaçladınız? Asıl yapmaya çalıştığım, yakın tarihimizin dışına atılmaya çalışılan Mustafa Suphi’nin, bu tarihin tam da içinde olduğunu göstermekti... Pek kolay bir çalışma olmadıysa da, bunu başarabildiğimi düşünüyorum… Yaratmaya çalıştığım dinamik, Osmanlı İmparatorluğu’nu son demlerinden Kurtuluş Savaşımıza kadar olan; Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi’ni kapsayan bir süreçte, bütün bu olayları yaşamış seçkin bir düşün ve eylem insanının, yaşamıyla ve eylemiyle bu süreçlerin organik bütünlüğü içinde olduğunu şiirin diliyle ve olanaklarıyla, yapaylığa ve didaktizme düşmeksizin kanıtlamaktı… Bu destan çalışması sırasında, süslemelerden, abartılardan elden geldiğince kaçınmaya, olayların kendiliğinden akışını, devingenliğini, dinamiğini yakalayıp yansıtmaya ve bu dinamik içinde Mustafa Suphi’nin yaşamı ve eyleminin yerini belirtmeye çalıştım. Gereksiz ayrıntılardan ayıklanmış, özgün kompozisyona oturtulmuş olayların zaten kendiliğinden çarpıcı gerçekliğini öznel araya girişlerle zedelememeye çalıştım. “Mustafa Suphi Destanı”nın yeni basımları için yaptığınız değişiklikler nelerdi? İlk basımın yapıldığı günlerin bazı özel koşulları nedeniyle destanın özellikle son bölümüne yeterince çalışamadan kitabı yayımlama gereği olmuştu. Sonraki yıllarda da gerekli zamanı ve belki esini bulamamıştım… Bu basım öncesinde bunu elden geldiğince yapabilmeye çalıştım. Özetle, destanın konu edindiği yıllardaki dille (Osmanlıcayla) söylenmiş bazı sözleri günümüz Türkçesine çevirme gereği duydum. Birkaç yerde kompozisyon ve sözcük değişiklikleri yaptım. Böylece bu bölüme de daha çok bütünsellik ve kompozisyon sağlamlığı kazandırmaya çalıştım. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Nâzım Hikmet “Tabu ve Efsane” (Yapıtı, Yaşamı, Kişiliği)/ Ataol Behramoğlu/ Tekin Yayınevi/ 248 s. Mustafa Suphi Destanı/ Ataol Behramoğlu/ Tekin Yayınevi/ 94 s. ‘Nâzım Hikmet tutucu bir şair değildi!’ Nâzım Hikmet: Tabu ve Efsane, Behramoğlu’nun, Nâzım Hikmet’in evrensel yaratıcılığının kaynakları, şiiri, tiyatrosu ve kişiliği üzerine incelemelerinden oluşuyor. Kitapta, başta Neruda’nınki olmak üzere Nâzım Hikmet üzerine yazılmış şiirlerden örneklerin yanı sıra, yurtdışında usta şair Ritsos’la birlikte katıldığı bir söyleşinin ve yine kendisi hakkında belge değeri taşıyan birkaç önemli yazının çevirileri de yer alıyor. Mustafa Suphi Destanı ise Hasan İzzettin Dinamo’nun değerlendirmesiyle “Salt bir destan değil, Behramoğlu’nun, yaşam öğesi yitip gitmiş olan bir devrin kurbanının canlanmasına yardım edecek birçok değerli bilgiyi yıllarca süren araştırıcı zekâsıyla bulup yerli yerine koyduğu” bir yapıt. Behramoğlu’yla Nâzım Hikmet: Tabu ve Efsane ve Mustafa Suphi Destanı adlı yapıtlarını konuştuk. ? Gamze AKDEMİR âzım Hikmet, Tabu ve Efsane” adlı kitabınızın hareket noktalarından biri olarak imlediğiniz gibi Nâzım Hikmet özgür koşuk (serbest nazım) türünde 1920’lerde yazmaya başladı, yaşamı boyunca bunu zenginleştirdi. Bu geçişler içerisinde temelde özgür koşuğa hep bağlı kaldı. “Nâzım Hikmet’in özgür koşuk ürünlerinde divan ve hece öğelerini saptamalı, fakat bunu aşırı bir yoruma götürmekten kaçınmalıyız” değerlendirmenizi açar mısınız? Kitaptaki yazılardan en çok “Nâzım Hikmet’in İlk Şiirlerinde Biçim Özellikleri ve Özgür Koşuğa Geçiş” adını taşıyanda bu konuyu irdelemeye çalıştım. Bu türde ilk ürünü “Açların Gözbebekleri”dir. Özgür koşuk, ölçüsüz uyaksız şiir demek değil. Nâzım Hikmet’in özgür koşuğunda, bizim şiirimizin (başta Tevfik Fikret’in şiirleri olmak üzere) “serbest müstezat” ürünlerinin kuşkusuz ki izleri, etkileri vardır. Yer yer hece ölçülerinin kullanılmış olduğunu da örneklerle gösterdim. Hece ile başlamıştı şiire. Tevfik Fikret ve Serveti Fünun şiirinden, Mehmet Emin Yurdakul’dan, halk masallarından, lirik romantik Fransız şiiri akımlarından etkilendi, donandı. Usta şair hece vezninin son ürünlerini hangi yapıtında vermişti? Son dönemlerinin ürünlerinden “Karlı Kayın Ormanında”, “Kız Çocuğu”, “Kavak” gibi hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerdir. Nâzım Hikmet biçim konusunda tutucu bir şair değildi. Her ölçüden, her teknikten yararlanmıştır. Kendisi yeni teknikler, yöntemler yaratmıştır. Nâzım Hikmet şiire nasıl bir dönemde başladı? Bu bağlamda onun gerek ilk dönem şiirlerini, gerekse özgür koşuğa geçişin ilk ürünlerini biçim açısından inceleyebilmek için 19. yüzyıl sonlarıyla yirminci yüzyıl başları Türk şiirinin temel özelliklerini irdelemek gerektiğini belirtiyorsunuz kitapta. Hiçbir şair, yazar, sanatçı, yaşadığı döSAYFA 10 ? 27 ARALIK “N nemden, o dönemin sanat akımlarından, ülkesinin sanat geleneklerinden, evrensel kültür birikimlerinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Özellikle kendi ülkesinin, dilinin şiirinden habersiz biri Nâzım Hikmet olamazdı. Bizim divan ve halk şiiri geleneklerimiz bir çırpıda özetlenemeyecek sanatsal özelliklere, değerlere sahiptir. Nâzım Hikmet, Türk şiirinde özgür koşuğun ilk örneğinin yazılışını nasıl anlatıyor? Bunu birçok kaynaktan biliyoruz. İlki, Vâlâ Nureddin’in bu konuda da birinci elden tanıklığı olan “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” adlı çok değerli kitabıdır. Türkçeye benim çevirdiğim Ekber Babayev’in Nâzım Hikmet üzerine bugün artık bir klasik sayılması gereken kitabı da bu bilgileri aktarır. Bazı şeyler, buluşlar biraz da mucize gibidir. Genç Nâzım Hikmet yeni şeyler söylemek istiyordu. Bunu başarabilmek için yeni biçimler, anlatım olanakları gerekliydi. Özgür koşuk konusunun esası budur. Kendisi de bunu zaten böyle anlatıyor. “MAYAKOVSKİ’DEN ÇOK PUŞKİN’E YAKINDI” Nâzım Hikmet, Rus avangardizminin etkisine girmesinin ardından hayli geç okuyabildiği ve bizzat tanıştığı “demokrat şair, komünist şair abi” Mayavkovski’den biçimsel anlamda bir süreliğine de olsa biraz istemediği ölçüde mi etkilenmiştir? Bu bağlamda büyük bir hayranı olduğu Puşkin’i neden kendine daha yakın bulmuştur? Bunda tıpkı Tolstoy’u olduğu gibi Puşkin’i de daha iyi anlamış, net okuyabilmiş olmasının payı nedir? Onun kendi sözleriyle söylersek, yirminci yüzyıl başlarındaki Rus modernizminin sadece şiir ya da edebiyat alanında değil, başta tiyatro olmak üzere farklı alanlardaki arayışları, ürünleri genç Nâzım Hikmet’i etkilemişti. Örneğin Meyerhold’un yaratıcılığına tüm yaşamınca bağlı kalmıştır. Mayakovski şiiriyle ilişkisine ise (K.Tahir’e Mektuplar başta olmak üzere) çeşitli kaynaklarda değinmektedir. Ben kitabımda yer alan Aleksandr Puşkin ve Nâ2012 zım Hikmet başlıklı birkaç yazıda, onun Mayakovski’den daha çok Puşkin’e yakın olduğunu göstermeye çalıştım… Soyut bir devrimci coşkudan somut devrimci bir bilince doğru yönelişi hangi yapıtında vücut bulur? İlk şiirlerinden “Yalınayak” ve yanı sıra “Hopa Hapishanesi’nden Notlar” soyuttan somuta geçişte önemli ürünlerdir... “Bedreddin Destanı” ise büyük bir aşamadır. Hepsinin üzerinde yükselen asıl büyük yapıt ise “Memleketimden İnsan Manzaraları”dır. “Nâzım Hikmet ‘Tabu ve Efsane’” de bilimselsosyalist dünya görüşüne ve toplumsal gerçekçi sanat yöntemine doğru yol alışının süreçlerini de yazıyorsunuz. Nâzım’ın yaşamının tüm dönemlerinde katıksız bir toplumsal gerçekçi olduğunu ve tarihi halkın yarattığına olan sarsılmaz inancını imleyerek… Evet. Özellikle “Memleketimden İnsan Manzaraları” bu anlamda Nâzım Hikmet yaratıcılığının başyapıtıdır. Kitabınızda Nâzım Hikmet ile yapılmış söyleşilerin yanı sıra, onun üzerine yazılmış şiirlerin sizin tarafınızdan yapılmış çevirileri de yer alıyor. Bunlardan bahseder misiniz? Bu kitabın ilk basımı “Nâzım’a Bir Güz Çelengi” adıyla yapılmıştı. Bu başlık, biliyorsunuz, Pablo Neruda’nın Nâzım Hikmet’in ölümü üzerine yazdığı şiirin adıdır. Bu ilk basımda, Nâzım Hikmet üzerine yazılarımla birlikte, ona ilişkin birkaç önemli yazının çevirisi ve dünya şairlerinin onun için yazdığı şiirlerden birkaçının tarafımdan yapılmış çevirisi de vardı. Kitap daha sonra, yeni yazılarımla, “Nâzım HikmetTabu ve Efsane” adıyla yayımlandı. Şimdi yine Nâzım Hikmet üzerine daha sonraki yazılarımın da eklenmesiyle bir kez daha okur önünde. Yaklaşık otuz beş yıllık bir süre içinde, farklı dönemlerde yazılmış, şairi çeşitli yönlerden CUMHURİYET KİTAP SAYI 1193
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle