Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Uluğ Nutku’dan inanç ve inanmaya dair İnanmanın Felsefesi Uluğ Nutku, Türk felsefesinde insan felsefesi konusundaki çalışmalarıyla tanınır. Son yıllarda verdiği derslerde ve araştırmalarında “inanma” üzerine yoğunlaştığını görürüz. Aslında onun inanma üzerine olan düşüncelerinin daha önceki yazılarında yer yer kendini göstermiş olduğunu saptamak mümkündür. ? Mustafa GÜNAY utku, İnanmanın Felsefesi kitabının önsözünde bir belirleme yapar: Din felsefesi başlıklı kitapların çokluğuna karşın inanmanın felsefesi başlıklı kitaplar yoktur. Bu durum Türkçe dışındaki diller için de geçerlilik taşır. Acaba neden felsefe açısından din ele alınmakta, din felsefesi yapılmaktadır da inanmanın felsefesi yapılmamaktadır? Nutku’ya göre, “Din ile felsefe, tamlaması yapılamayacak, yan yana getirilemeyecek iki kavramdır; çünkü birincisi inanmanın gerçekliği aşan yönüne, ikincisi ise bu aşkınlığın çözümlenmesine aittir.”(s.v) Nutku, dinin kendini kavramlarla çözümleyemeyeceği için, bir din felsefesinden de söz etmenin olanaksız olduğuna dikkati çeker. Ona göre, “İnanmanın felsefesinin şimdiye kadar yapılamayışının bir nedeni de inanca bilginin olumsuzlaması olarak bakılmasıdır.”(s.vii) Bu nedenle inanma olgusunun geniş bir zemin üzerinde incelenmesi gerekir. Nutku’nun İnanmanın Felsefesi kitabı da böyle bir incelemenin ilk bölümü/evresi olarak anlaşılabilir. BİLME VE İNANMA İnanmayı insana özgü bir olgu alanı olarak kavramaya yönelen Nutku, bilme ve inanma arasında karşılaştırmalar da yaparak inanmanın insan için bir “varoluş koşulu” olduğunu ifade eder: “İnanma insana özgü temel varoluş koşullarından birisidir ve bilmeyle karşılaştırıldığında bir fazlalık taşır: bilme, varolanın özelliklerini olduğu gibi, inanma ise hem olduğu gibi hem de olmadığı gibi edinmeye yönelmedir” (s. 1) Nutku, inanmanın bilmeye fazlalığını şöyle ifade eder: “Fazlalık, inanmanın bilinmeyeni de içermesi”dir (s.13). İnsanların ‘olanı olduğu gibi bilmek’ ile yetinmemesinin “varoluşsal bir durum” olduğu belirten Nutku, bu konuda zihnin ölüm SAYFA 8 ? 25 EKİM ötesine ilişkin kurgulamalarını örnek olarak verir (s. 21). Ölümlülük bilinci ile ölümsüzlük inancı arasında varoluşsal bir bağıntı bulunur. Günlük ilişkilerde insanlar birbirine inanır. Burada söylenen söze inanma ve söze dökülmeyen edimin öyle olması gerektiğine inanma söz konusudur. (s. 4) Nutku, inanmanın bilineni olduğu kadar bilinmeyeni de içerdiğini belirtir. “İnanmanın karşılığında gerçek nesnelerin bulunmayabilmesi, ama bu durumun gene de anlaşılır olabilmesi, iki olgu arasında (bilme ve inanma) mesafeyi açan temel farktır. Felsefece önemli olan, aşkın inançların bilgi karşılığı ol Nutku, bilme ve inanma arasındaki ilk ve doğrudan bağıntının, insanın inanan olduğunu bilmesiyle kurulduğunu ve özsel olduğunu söyler. Ona göre, inandığının bilgisi ise bir dizi çıkarımlar gerektirdiğinden, çıkarımlar da farklı hareket noktalarından başlayıp çoğullaştığından, göreli oldukları söylenebilir. Bu noktada Nutku, “ahlak felsefesi” ile “ahlaklar” arasındaki farklılığa değinir: “Ahlak felsefesiyle ahlaklar arasındaki temelli fark, ahlaki değer ile ahlakların değer üzerine önermelerinde kendini gösterir. İkincisinin bilgisi kültür tarihinden, birincisinin bilgisi doğrudan insan eyleminden edinilir. İkincisi top N ötesi bağıntılar kurularak oluşturulur” (s. 15). Nutku felsefe tarihinden bazı filozoflara değinerek geçmişten günümüze inanma olgusunu yönelik kavrayışları da gözden geçirir. Bu bağlamda onun daha çok anlamainanma bağıntısıyla ilgili olarak kimi çabaları verimli ya da verimsiz olmaları bakımından bir değerlendirmeden geçirdiğini görürüz. Nutku, ilahiyata kapılmış filozofların yüzyıllarca önceliği inanmanın kendisine değil, objesine (yani tanrısallık ve sıfatları) vermiş olduklarını vurgular. (s. 16) Buna ilişkin olarak Augustinus, Anselmus ve Gazali gibi isimlerden olumsuz örnekler olarak söz eden Nutku, olumlu örnekler olarak da Farabi ve Johannes Eriugena’yı hatırlatır. Nutku’ya göre, “Bilebilirliğin sınırları nedensel açıklamaların sınırlarıdır. Bunun ötesinde herhangi bir açıklama girişimi ‘sanki var’ alanına girer. Bütün din inancının ‘sanki var’ önermeleriyle kurulduğu, anlaşılması gereken ilk olgudur. Felsefi çözümleme bundan sonra başlar. Oysa birçok düşünür ‘sanki var’dan başlayıp varlığı bundan türetmeye uğraştı. Bunu sadece felsefenin değil, insanın ‘hayati yanılgısı’ olarak anlamak ve yerine oturtmak çağımızın başlıca sorunudur.” (s. 1617) Sanki var inancının bağlayıcılığını ve sürükleyiciliği, insani bir durumla bağıntılıdır: “Sanki var bilincinin işleyişi, olanı olduğu gibi açıklamaya yönelen ‘var ve böyle var’ bilincinin işleyişinden çok farklıdır. Sanki var bilinci inançiçidir ama bilgi olma iddiasından vazgeçmez. Bilincin hayal gücünü işlettiği bu yönünün inançlar dizisi kurarak evrenin yaratıcı üstbilinci (dinlerin tanrı dediği) olmaya kadar genişlemesi tipik insani bir durumu yansıtır.” (s. 39) BİLİNÇEYLEM ETKİLEŞİMİ İnsanın bilincini sorgulaması, kendini eleştirmesi, ortaya koyduğu teorileri eleştirel bir süzgeçten geçirmesi, bilinçeylem etkileşimi ve insanın gerçeklikle ilişkileri ve deneyimleri çerçevesinde ortaya çıkar. Burada insani durumla ve yaşama tarzıyla ilişkili bir işleyiş söz konusudur. İnsan içinde yaşadığı gerçeklik hakkındaki bazı kavrayışlarını ve bilgilerini, eleştirel bir değerlendirme sürecinden sonra değiştirebilir ya da vazgeçebilir. Bu noktada bilginin bağlayıcılığı, yanılmayı kabullenince sona erer. Ancak aynı şey inançlarımız için söz konusu değildir. Nutku’nun sözleriyle, “Sanki var inancının bağlayıcılığı bilginin bağlayıcılığından daha güçlüdür. Bilgi süreci yanılmayı kabule açıktır. Sanki var inancı yanılabilirliği kabul edemez çünkü böyle bir tutum inancın dışına çıkmayı gerektirir.”(s. 40) İnanmayı felsefi antropoloji (insan felsefesi) açısından inceleyen Nutku, söz konusu alanda bütünlüklü olarak incelenmesi gereken özsel olgular arasında şunları ifade eder: “İnanmak, bilmek, anlam ve değer vermek, amaç gütmek ve amacı gerçekleştirmeye yönelmek, tarihselliği devşirmek ve sonraki kuşaklara devretmek.”(s. 83) Nutku’nun kitabı, inanmanın felsefesine yapılan değerli bir katkıdır. ? İnanmanın Felsefesi/ Uluğ Nutku/ Anı Yayıncılık/ 84 s. İnanmayı insana özgü bir olgu alanı olarak kavramaya yönelen Uluğ Nutku, bilme ve inanma arasında karşılaştırmalar da yaparak inanmanın insan için bir “varoluş koşulu” olduğunu ifade eder. madığını göstermek değil (bu zaten bellidir), inanç kurgularının niçin ve nasıl oluştuğunu göstermektir. Bu, aşkınlık sorunudur.” (s. 5) İnanmayı insanın temel bir varoluş koşulu olarak benimseyen Nutku, “özsel koşul” ile “tarihsel koşul” ayrımı yapar. “İnsan olgularında özsel koşul apriori genel, tarihsel koşul aposteriori değişkendir. İkisi bir ve aynı olguda ortaya çıkar; birbirlerine önceliği olamaz” (s. 12). Nutku söz konusu koşullar arasındaki ayrımın farkını şöyle açıklar: “İnsanın ‘inanan’ olduğu bir kez kavranıldığında genelleşir. Bilmeyen, inanmayan bir insan aranamaz, çünkü özsel koşul kavranmıştır; ‘acaba’ sorusuyla yeniden deneyimlemeye başvurulmaz. Tarihsel koşul ise hep yeni bilgiler, yeni kavram içerikleri edinmeyi gerektirir ve araştırmayı ilerletir.” (s. 13) lumun çoğul ilişkilerinden, birincisi bireyin bir başka bireyle ilişkisinden kaynaklanır.” (s. 15) Bilmenin ve inanmanın bağıntısını inceleyen Nutku, “anlam verme” ve anlam vermenin kişi değerleriyle bağlantısını da ele alır. Çünkü ona göre, “bilmek özellikler saptamak, saptanan özelliklerin genellik derecesini belirlemek, böylece de bilinebilirliğin sınırını çizmektir. Bilmenin sorumluluğu da bu sınır içindedir.” (s. 15) Ancak bilginin nesnelerin özelliklerine ne anlam yükleyebildiğini ne de nesnelerden anlam türetebildiğine işaret eden Nutku, bilginin sonuçlarından doğan sorumluluğun değişken ve koşullara göre olamayacağını söyler. Bu noktada insanın anlam verme çabası belirleyicidir. “Anlam verme ise olanın ne için olduğu sorusuna cevaptır. Bu tür cevaplar nedensellik 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1184