19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

desi belirir, gözleri dalıp giderdi; biri Cemal Madanoğlu biri de Nadir Nadi’ydi. 26 Nisan 1971’de, 11 ilde ilan edilen sıkıyönetimden iki gün önce yazdığı “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” ve bir gün önce yazdığı “İsa, Musa ve CartCurt” başlıklı yazıları yüzünden başına gelmeyen kalmıyor İlhan Abi’nin. Yazı İşleri Müdürü Oktay Kurtböke’yle Sıkıyönetim Komutanlığının 2 no.lu bildirisine muhalefet etmekten gözaltına alınıyorlar, dava açılıyor. Cumhuriyet on gün kapatılıyor. Beraat ediyor ama daha çıkamadan Madanoğlu Davası açılıyor. Kurtböke serbest bırakılıyor ama İlhan Abi ise Doğan Avcıoğlu ve İlhami Soysal’la ancak 28 Aralık 1971’de tahliye olabiliyor. Ve Ziverbey… İlhan Abi işkence altında… İlhan Abi “Pencere” köşesinde yazmaya başladığının üçüncü günü götürülür Ziverbey’e. Yani 1972 Ekimi’nde tutuklanır, 29 Aralık’ta serbest bırakılıncaya dek ağır işkence görür. Ziverbey işkencelerini kendisi kitabında yazdığı için ben izlekte kopukluk olmaması adına sadece hatırlatmalarda bulundum. ? benin hesabı, lideri belirsiz örgütün üyesi olmakla itham edilen emekli subaylar, teğmen rütbesindeki muvazzaf subaylar ve iktidara muhalif duruş sergileyen gazeteci ve siyasilerden sorulmaya çalışılıyor. ‘ORTAKLAR KELLESİNİ İSTİYORLAR AMA OKUR BUNU YUTMUYOR!’ Serbest bırakılması sonrasında Cumhuriyet’te, ortaklar kellesini istiyor senin yerinde ifadenle. Cumhuriyet’in kapandığı, İlhan Abi ve Oktay Kurtböke’nin tutuklandığı gün Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik TAŞ Yönetim Kurulu, Nadir Nadi’yi sorguya çekiyor. Selçuk’un tutuklanmasına neden olan yazılarını yayınlanmasından önce görüp görmediği ve yazılarıyla gazetenin kapanmasına neden olan Selçuk’un durumunun görev kusuru olarak değerlendirilip iş akdinin feshedilmesi konusunda ne düşündüğü soruluyor Nadi’ye. Sinirle toplantıyı terk ediyor Nadir Nadi. Haziran 1971’de Nadir Nadi’nin kız kardeşleri Leyla Uşaklıgil ile Nilüfer Nun, gazetenin İdare Meclisi Başkanlığına başvurarak şirket genel kurulunun olağanüstü toplantıya çağrılmasını istiyor. Onlara göre Nadir Nadi, aşırı solcu İlhan Selçuk’un etkisindedir ve Yunus Nadi’nin yayın çizgisinden sapılmıştır. Genel Kurul İlhan Abi’yi tasfiye etmek üzere 5 Temmuz 1971’de toplanıyor. Nadir Nadi, İlhan Abi’nin kellesini vermemek için kararlıca mücadele ediyor. Sonra Nadir Nadi izne çıkıyor. Ardından yönetim önce Oktay Akbal’ı sonra da Yazı İşleri Müdürü Sami Karaören’i, Şükran Ketenci (Soner), Mehmet Barlas, Rauf Mutluay ve Sadun Tanju’yu işten çıkarıyor. İlhan Abi’nin “Pencere” köşesinin yerinde de artık Cihad Baban yazıyordur. Bu kavgalar sırasında bu yeni ekibin Cumhuriyet’i ise sürekli kan kaybediyor tabii.. Okuru bilinçli çünkü, yutmuyor! Nadir Nadi’nin solcu yazarlarıyla birlikte çekildiği 1962’deki gibi yine “Cumhuriyet okumama” boykotuna başlıyorlar ve tiraj 40 bine düşüyor. Bunun üzerine önce Leyla ve Bülent Uşaklıgil şirket yönetim kurulundan istifa ediyor. Kız kardeşinin saf değiştirdiğini belirten Nilüfer Nun ile eşi Niyazi Nun da istifa ediyor. Yönetime yeniden Nadir Nadi getiriliyor. 91 krizine neden olan olaylara ise yer verip vermeme konusunda kararsız kalmışsın bir süre. Evet, ilk düşüncem bu krizi yazmamak yönündeydi zira o dönemde gazetede değildim. Ama 1993’te Cumhuriyet’e geldikten sonra olan biteni ayrılan ekipteki isimlerden detaylıca dinledim. Diğer kanadın düşüncelerini de yazdıkları kitaplardan, makalelerden ve tek yönlü hazırlanan TRT belgeselinden izledim. Eğer Hasan Cemal ve Emine Uşaklıgil, gazetenin tarihindeki iki kırılma noktasını ve Nadir Bey’in hastalığı ile başlayan süreci doğru okuyabilseydi 1992 Kasım’ında zaten hassas dengeler üzerine oturtulmuş “vazo” da kırılmamış olacaktı. Yer vermemek, bu kırılma noktasını atlamak, kitap için bir eksiklik olacaktı. ‘HASAN CEMAL’İN KAFASI KARIŞIK!’ Hasan Cemal’in diğer konularda olduğu gibi İlhan Abi’nin ideolojik kimliği hakkında da kafasının hayli karışık olduğunu yazıyorsun kitapta. E karışık çünkü yazdığı kitapta İlhan Selçuk için “Stalinist, TKP’li, faşist, darbeci, statükocu, Kemalist, Atatürkçülük sosuna bulanmış Moskovacı...” diyor. Ben de soruyorum bunların hangisi?.. Birbiriyle çelişen bu kadar sıfatı bir insan taşıyamaz. İlhan Abi hakkında benzer suçlamalarda bulunan bir kişi de Madanoğlu Davası’nın Askeri Savcısı Süleyman Takkeci’ydi. Takkeci iddianamesinde İlhan Abi için, “Moskovacı, sahte Atatürkçü, darbeci” diyordu. 12 Eylül’e dönersek… İlhan Abi gene pek bir zararlı! Tabii, gazete 11 Kasım 1980’de “Kemalizm İdeolojisi Muz mudur?” yazısı nedeniyle 10 gün kapatılma cezası alıyor. Komik olan İlhan Abi yazısında Atatürk’e dil uzatmakla suçlanmıştır. 15 Mayıs 1984’e gelindiğinde, olağan hale bir an önce geçilmesi için Aydınlar Dilekçesi veriliyor. İstanbul’da İlhan Selçuk, Aziz Nesin ve Bahri Savcı, Ankara’da ise Muammer Aksoy, Uğur Mumcu ve Mahmut Tali Öngören hazırlıyor dilekçeyi. Cuntacılara resmen posta koyuyorlar! 1385 aydın yapıyor bunu hem de. İmzacılarının büyük kısmı bugün “Ergenekoncu, darbeci” olarak yaftalanan isimlerdir. Zaten imzacıların arasında Ergenekon terör örgütünün üssü olarak gösterilen Cumhuriyet gazetesinin neredeyse tüm yazarları mevcut. Fakat bugün İlhan Selçuk’a darbeci yaftası yapıştırmaya kalkanların hiçbirisinin imzası yoktur. Merak ediyorum bu sağcıların ya da liberallerin niye hiç imzası yok? Davada başta İlhan Abi olmak üzere 59 sanık hakkında 59 yıl hapis cezası istendi. Dava iki yıl sürdü ve 1986’da sonuçlandı. ‘AKP’Yİ KURULUŞUNDAN BERİ KAYGIYLA İZLEDİ’ Yaşamının AKP ile ilgili bölümüne gelirsek… Öngörülerinde hep haklı çıktı İlhan Abi. Hep. Yöntemlerini iyi anladığı AKP’yi kuruluşundan bu yana kaygıyla izledi. “Bunları RP ile karıştırmayın. RP, ABD karşıtıydı. Bunların arkasında ABD var. Bunlara karşı olan kesim sadece AKP’ye karşı değil ABD’ye karşı da cephe açmak durumunda. Bu sandığınız kadar kolay değil. Camiler, imam hatip okulları, Fethullah’ın eğitim kurumları ve para ellerinde. İstanbul sermayesi ise korkak. Artık kendi medyalarını da oluşturdular. Bunlarla nasıl başa çıkılır?” diyordu. Sonrasında ülkeye ve kendisine yaşatılan ve tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden o herkesin malumu olayları ne kadar yazsak azdır! İlhan Selçuk’un AleviBektaşiliğe yaklaşımını da yazıyorsun. Bunu anlatır mısın? O düşünceye, o felsefeye kendisini yakın bulurdu. Ama bu yakınlığın babası Kasım Selçuk’tan kaynaklandığını da düşünüyorum. Çünkü İlhan Abi’nin arşivini tanzim ederken bir dosya buldum. Baba Kasım Selçuk’un, Muş’ta görev yaptığı dönemde, Alevilerin önemli isimlerinden olan Mehmet Şerif Fırat’la yakın dost olduğunu, sonrasında yazışmalar yaptığını gördüm o dosyada. Hatta Fırat, bir suikast sonucu öldürüldüğünde de ailesiyle mektuplaşıp üzüntülerini paylaştığını ve davanın sonuçlanması konusunda girişimlerde bulunduğunu öğrendim. Fırat, “Doğu İlleri ve Varto Tarihi”nin yazarı. Alevilerin etnik kökeni konusunda bir tez ileri sürmüştür, hâlâ tartışılır. Burada görüyoruz ki Selçuk ailesinin böyle bir duruşu var. İlhan Abi, yazılarında da “Enel Hakk” felsefesine yakınlığını birçok kez ifade ederdi. Öyle, ki İlhan ve Turhan Abi vasiyetlerini de ona göre yaptılar zaten. Özel sohbetlerimizde de sık sık bu felsefenin tartışmasını yapardık. Anadolu Aydınlanma devriminin arkasındaki temel dinamiğin Alevi inancı ve Aleviler olduğuna inanıyordu. Bu inancını birçok yazısı ve konuşmasında da dile getirmiştir. Hatta “Enel Hakk” konusunda ortak bir kitap yazalım istemişti ama maalesef ne zamanı ne de sağlığı buna elverdi. ? [email protected] İlhan Abi/ Miyase İlknur/ Cumhuriyet Kitapları/ 676 s. ‘MADANOĞLU İDDİANAMESİYLE, ERGENEKON VE BALYOZ İDDİANAMELERİ NEREDEYSE BİREBİR AYNI! Madanoğlu davası ile Ergenekon ve Balyoz davalarının iddianamelerinin karşılaştırmalı bir analizini de sunuyorsun kitabında. Benzerlikler müthiş! Dehşete düştüm, neredeyse birebir aynı! Sadece şahısların isimleri ve yer adları değişik. Birinde teyp bantları var, birinde günümüze uygun olarak CD’ler, birinde ajanın takibi sonucu yazdığı raporlar var, günümüzde telefon dinlemeleri var. Mesela Balyoz Davası’nda askerler havadan Anıtkabir’i ve Fatih Camisi’ni bombalayacaklardı deniliyor. Madanoğlu Davası’nda ise Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü ve Radyo Evi’ni bombalayacaklardı deniliyor. Her üç davanın da sanıkları, seçimle gelmiş iktidarı, darbe yoluyla devirmek ve yönetime el koymaya teşebbüsle suçlanıyor. Yine her üç davanın sanıklarının ortak özelliği ABD karşıtı olması. Her üç davanın delilleri de hukuken tartışmalı. Birinde gizli tanıklar var, birinde MİT ajanı var. Bir de her şeyden önemlisi “Madanoğlu Davası”nı açan sıkıyönetim mahkemesi, zaten bir yıl önce yapılmış bir darbenin ürünüydü. Davanın açılmasından önce gerçekleştirilen bir darbeyi yapanlar hakkında bırakın dava açmayı en ufak bir soruşturma dahi açılmazken sözüm ona darbe yapmaya ya da yaptırmaya heves etmiş ama bunu başaramamış sanıklar hakkında TCK’nin en ağır maddesi 146’dan dava açılıyordu. Ergenekon ve Balyoz davaları da öyle değil mi? 12 Eylül 1980’de başarıyla gerçekleştirilmiş bir darbe, 28 Şubat 1997’de postmodern bir darbe ve nihayetinde 27 Nisan 2007’deki dijital muhtıra orta Turhan Selçuk ile İlhan Selçuk... yerde dururken olmamış darCUMHURİYET KİTAP SAYI 1184 25 EKİM 2012 ? SAYFA 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle