19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Drago Jancar’dan ‘Kuzey Işıkları’ ‘Ve mavi dünya Tanrı’nın elinden kaydı! Ben daha çocuktum!’ Sloven yazar Drago Jancar imzalı Kuzey Işıkları, adını, Orta Avrupa’yı tümüyle içine alan kişisel ve tarihi trajedilerin habercisi bir tür doğa olayı olan “aurora borealis” ten alıyor. Josef Erdman İkinci Dünya Savaşı arifesinde Slovenya’nın Maribor şehrine gelir. Satış elemanı, laboratuvar donanımı uzmanı olduğunu iddia etse de, çok geçmeden Josef’in belli bir amaçla gelmediğinin anlaşılmasıyla şehir halkı bu ziyaretçiden kuşku duymaya başlayacaktır. Josef’in zamanla çevresi genişleyecek, bir grup mühendisle arkadaşlık kuracak ve içlerinden mühendis Franjo Samsa’nın karısı Margarita (Marjeta) ile ilişkiye girecektir. Hukuk eğitimi aldıktan sonra gazetecilik, editörlük ve serbest yazarlık yapan, komünist rejim sırasında “düşman propagandası” yapmakla suçlanarak mahkum edilen, Slovenya PEN Merkez Başkanı olarak Yugoslavya ve Slovenya demokrasilerinin yükselişi konusunda çalışan Drago Jancar “kaotik bir tarihin sismoloğu” olarak niteleniyor. İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali kapsamında geldiği İstanbul’da buluştuğumuz Jancar ile yeni romanı Kuzey Işıkları üzerine söyleştik. Slovenya Büyükelçisi Dr. Milan Jacbec ve çevirmenimiz Polona Akyol’a teşekkürlerimizle... SAYFA 4 ? 25 EKİM “İvan Glavina, tüccarların topundan, ev sahiplerinden, emlak krallarından, fabrikatörlerden, ipek giysili kadınlardan, tenis oynamalarından, arabalarından, Yahudilerden, otellerden, paralardan, komünistlerden, şatafatlı fahişelerden, hepsi satılık tefeci, yiyici ve bayağı oldukları, orospuluk yaptıkları için nefret ediyor.” Romandan... ? Gamze AKDEMİR oman boyunca pus, kaygılı ruh hali hep pusuda... Bu romanda çok karışık bir zaman dilimi anlatılıyor. 1939 yılı... Bir felaket gelmek üzere insanlığın başına, o felaketin iyice hissedilmeye başlandığı zamanlar ve şimdi bu kaosun ortasında bir birey bulunuyor AvusturyaSlovenya sınırında. Şehrin gürültüsü, karmaşası, kargaşası, bir yandan geceleri deli gibi eğlenen kalabalıklar da resmediliyor... Bu küçük bir şehir, orada büyük bir Alman kökenli halk yaşıyor. Bu Alman kökenli halk da çözümü nasyonalizmde ve aşırı yükselişte olan Nazizmde gör R dü. Sloven halkı ikiye bölündü o dönemde hem bir kısmı Hıristiyan, Kilise’ye bağlıydı, bir kısmı da komünistti. Bu, kitabın siyasi arka planı ama o dönem bu siyasi gerginlik henüz o kadar hissedilmiyor çünkü herkes kendi hayatını yaşıyor. Ama felaket epey yaklaşmış durumda, yakın zaman sonra hissedilecek tabii ama henüz o kadar değil. Romanın ana karakterini ise siyaset hiç ilgilendirmiyor. Viyana’dan Trieste’ye giderken ticaret yapmak amacıyla geliyor bu şehre ve evli bir kadına âşık olunca kalıyor. Orada da bu şehir ona sıkıntı vermeye başlıyor, yüreğini sıkıştırıyor. Bütün hikâye 1939’da yılbaşından Paskalya’ya kadar olan sürede geçiyor. Ve o ilkbaharda Slovenya’da bir doğa olayı olan “aurora borealis” yani “kuzey ışığı” durumu yaşandı. Bizim ülke için bu çok acayip bir olaydı. İnsanlar bunu çok çeşitli şekillerde yorumladılar. Kimileri bunun Tanrı’nın bir işareti olduğunu, kimileri ise kıyamet alameti olduğunu düşündü. Ki yakın zaman sonra ise Nazi katliamları sardı dünyayı. “BU, ERDMAN’IN DEĞİL, TÜM AVRUPA’NIN DELİLİĞİ!” Hayli metaforik bir roman “Kuzey Işıkları”. Her yazarın metaforlarla yakınlığı Drago Jancar, “Bugün de çok sıkıntılı bir zamanda yaşıyoruz. Bütün dünyada kriz söz konusu. İnsanlar gelecekten kaygılılar. Yarın dünkü gibi yaşayabilecek miyim diye kendilerine soruyorlar. Kötü uyanmak için bahane arar ama zaten aslında hiç uyumaz. Bunu unutmamalıyız” diyor vardır ama kendim için şunu söyleyebilirim ben metaforsuz yapamam. Mesela bir tanesi romanın ta başında karşımıza çıkar; Hikâyenin başında ana karakter Josef Erdman tren istasyonundan çıkıp da şehre ilk adım attığında kaldırımın sanki ayaklarının altından kaydığını hissediyor. Bu duyguyu o kadar şiddetli yaşıyor ki duvara yaslıyor sırtını, panik ve korku içinde. Zeminlerin kaydığı, ayağımızın altındaki toprağın deveran olmak üzere olduğu bir dönem. Romanın başlarında ilk metafor, Josef Erdman’ın bir deliliğe doğru nasıl gittiğinin işaretlerinin duyumsatılmasıdır okurlara. Zira bu sadece bu ana karakterin değil bütün Avrupa’nın deliliğidir. Ana karakter tüm Avrupa’da yaşanacak dehşeti, o yaklaşan felaketi diğerlerinden önce seziyor. Çünkü gözleri siyasete veya Tanrı’ya körce odaklı değil. Gelecek felaket hakkında bir şey bilmiyor ama bir şeyler olacağını dediğiniz gibi seziyor. Felaketi öngörerek, “herkes birbirinin boğazına sarılacak” diyor ki sağduyu öne geçmediği sürece ben de aynısını bugünün dünyası için söylüyorum. Sonra “Devir bütün dünyada gençlik taburlarının aşkla ve disiplinle uygun adım yürüyüş devri. Doğudan batıya bütün gençler marş marş yürüyorlar” da diyor Erdman. Sonra evli bir kadınla yaşadığı aşk bittikten sonra bütün insanları ruhlar gibi görüyor, gerçek değillermiş gibi geliyor insanlar ona. Sevip sevilmenin bitişinin ardından, sevginin yitişinin ardından bir boşluğa düşüyor. Bu boşluk duyguyla boğuşuyor, ruhu boğuluyor adeta. Bu şehir çok küçük ve herkes onu yavaş yavaş tanımaya başlıyor. Bu da bir metafor, bu şehre geldiğinde sanki her pencereden ona bakanlar var. Herkes onun hikâyesini takip ediyor, merak ediyor ve onun aşağı doğru kayışını görüyor. Romanın sonlarına dek ana karakterin bu delilik halini anlamıyoruz. Adam gerçekten deli değil... Evet ama romanın sonunda resmen iptal hale geliyor... Yaşananları kaldıramıyor, bir bunalım geçiriyor ama deli değil aslında. İşte hem yaklaşan felaketi tam anlamlandıramasa da hissetmesi hem de âşık olduğu kadının öldürülmesinden dolayı çöküntü yaşıyor. Üstelik istemeden kadının öldürülmesine sebep de oluyor. Bu kadın birisi komünistlere biri de ? Nazilere yakın iki kişi tarafından 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1184
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle