22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D Ö eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN nce insanın söyleyecek sözü olmalı. Sonra onu nasıl söylemek gerektiğinin çalışmasına girişmeli. Şiir değişimlerinden düzyazı çeşitlemelerine kadar sözü işleyerek anlatan değişik alanlar var. Konuşurken bile söz ağzımızdan çıkınca artık bizim değildir. Onu nasıl söyleyeceğimizi bilmemiz gerekir. İlhan Selçuk’un ‘Pencere’sinden Kamuoyuna açıklanan suçu neydi İlhan Selçuk’un? “Üyesi olmamakla beraber terör örgütünün fikirlerine yardım etmek.” ÖZEL BİR KİŞİLİK Orhan Karaveli’nin çalışması, nice tanıklıkların ışığında İlhan Selçuk gibi özel bir yazarın kişiliğini bütün yönleriyle ortaya koyuyor. İnsan kendini bile iyi tanıyamaz. Gene de bir başkasını yorumlarken kendi birikimlerinden yola çıkar. İlhan Selçuk’u değerlendirenler de onu bize kendi yorumlarıyla gösteriyorlar. Örnekse Erdal Atabek, hekimliğinden gelen gözlem gücüyle kişiliğini oluşturan kültür inceliğinden bakıyor İlhan Selçuk’a: “O, özel bir kişiliktir. Genelde bakıldığı zaman tabii ki herkesin kişiliği kendine özgüdür ama İlhan Selçuk’unki işlevi ve misyonuyla bütünleşmiş bir kişiliktir.” Atabek bu kişiliği “büyük dava insanlarında rastlanan bir kişilik” olarak görüyor. Kendini “aydınlanma”ya adamış bir yazarın kişiliğidir bu! İşini önemseyen bir yazarın kişiliği. Yaşamanın bir anlamı varsa, işini, düşündüğünü yapan insan için anlamlıdır. Erdal Atabek’in yorumuyla bakarsak İlhan Selçuk’u daha iyi tanımış olacağız: “Bence İlhan Selçuk’un sürekli sergilediği tavır, yaşamına anlam vermesinin sonucuydu. Yaşamlarına anlam vermeyenler ne yapacaklarını bilmeyenler, hedefsiz ve zaman zaman da saldırgan insanlardır. Kendilerini mutlu saysalar bile aslında mutsuzdurlar. Yaşamını anlamlı kılanlar ölümden de korkmazlar. Ölüm korkusu yaşlılarda değil, yaşamlarına anlam veremeyenlerde görülür.” İlhan Selçuk’un 21 Mart 2008 sabahı, daha gün doğmadan evi basılarak polis tarafından götürülmesi, 50 saat süren işkence gibi sorgulamalardan sonra serbest bırakılması, yüreğindeki yaranın derinleşmesine yol açmıştı. O durumda bile yatağında yazmayı sürdürüyordu. Yazmanın da iyileştiren bir gücü vardı. İlhan Selçuk’un köşe yazıları deneme tadında, içtenlikli yazılardı. 13 Nisan 2008 günlü Cumhuriyet’teki “Pencere” köşesinde, ameliyat olmanın öncesinde kendiyle ödeşir gibi yazıyordu: “Varlığın, evrenin, ruhun, maddenin, yerin, göğün, yaratanın, yaratılanın özdeşleştiği buluşmanın, birleşmenin, birliğin, tümleşmenin, eriyip kaynaşmanın dile daha yetkin ve güzel yansımasını düşünmek bile olanaksız.” İlhan Selçuk 21 Haziran 2010 tarihinde kendini ölüme bıraktı. Demek ki ameliyatından sonra ancak iki yıl onu yaşatmaya çalıştı yüreği. Öldüğü zaman kafası genç olan 85 yaşında bir delikanlıydı. Doğal ömrünü yaşamasını ona çok gördük. BİR TAŞI YONTMAK Orhan Karaveli çalışmasına neden “Kendi Heykelini Yontan Adam” adını koymuş? Ali Sirmen onun bir sözünü anımsatıyor: “İnsan, ömrünü bir taşı yontmakla geçirir ve sonunda kendi heykeli çıkar ortaya.” Bir deneme ustası da kendinden yola çıkar. Edebiyatın da felsefenin de eşiği denemedir. Kendini keşfetmenin kapısını açar insana. Orhan Karaveli’nin çalışmasına “Önsöz” yazan Adnan Binyazar, o deneme ustasının nasıl bir kişilik gösterdiğini belirtiyor: “Yaşadıkları ve yaptıkları da gösteriyor: İlhan Selçuk yalnızca eşsiz bir gazeteci, beğenisi yüksek bir denemeci değil, düşünce yaşamında iradenin, sağlam bir ahlaklılığın, direngenliğin de simgesidir.” Adnan Binyazar, ondaki aydınlanmacı kişiliğin özelliğini de belirtiyor: “Gerçek aydınlanmacı, özgür düşüncelidir; haksızlığa karşı direnir, baskılara boyun eğmez, başkaldırır.” İnsanlığın bütün sorunlarını kendi varlığımızda çözüme erdiremesek bile o yolda çalışmalı, başkalarının iyiliğini kendi iyiliğimiz gibi düşünmeliyiz. Belki o zaman İlhan Selçuk’un yanında, onun da özlemini çektiği aydın kişiliğine erişiriz. Onun nice işkencelerden, nice baskı dönemlerinden dingin çıkışını nasıl yorumlamalı? Kendiyle barışık olmak yetmez. Yürekte izi kalsa bile, böyle rahat, böyle genç, böyle kendi kendisi olmasını nasıl açıklamalı? Bu duruma Tahsin Yücel’in yorumundan bakmalı: “Peki, İlhan Selçuk nereden alır bu gücü? En katlanılmaz durumlarda bile onu böylesine güçlü, böylesine dingin kılan nedir? Aldırmazlık mı, duyarsızlık mı, alışmışlık mı? Bana kalırsa hiçbiri: İlhan Selçuk’la hiçbir biçimde bağdaştırılmaz bu özellikler. Bu tutum olsa olsa deneyimin, bilginin, bilgeliğin, düşünsel sürekliliğin, yani, bir anlamda değişmezliğin sonucu olabilir.” YAŞAMANIN ANLAMSIZLIĞI Anadolu’da çıkan gazeteleri de düşünürsek, yüzlerce gazetede binlerce köşe yazarı var. Kendilerinin öncelikle okunduklarını sanırlar. Okurların düşüncesinde yaşamış olmanın büyüklenmesi içinde kendilerini önemserler. Ama kendinin gerisinde durarak, Jacques Rigaut’nun dediği gibi, “Kesin de söylesem gene sormaktayım” diyen kaç köşe yazarı var? Kaç köşe yazarı 50 yıllık çalışması içinde sürekli gelişmeden söz edebilir? Bu gerçeğe Tahsin Yücel’in yorumuyla bakalım: “Siyasal ve çıkarsal koşullar gerektikçe yön ve yer değiştirmeyi bir alışkanlığa dönüştürmüş olanlar böyle bir tutarlılığı bir kusur, Anadolu insanı boşuna söylememiş: “Söz dediğin dokuz boğum, sekizini yut, birini söyle” diye. Sözü sıkıdüzene sokmak kolay değil. Ruhsal duruma göre sözün endazesi değişebilir. Sözü yazıya dökerken anlatılanı tartmasını bilmek gerekecektir. Nice heyheylenen yazar endazeyi şaşırabilir. Sonra da bu davranışı bir biçem özelliği haline getirir. İçinizdeki bir pencereden yaşamanın akışına, o akışa kapılmış olan insanlara bakarsınız. İnsan ilişkilerindeki sonsuzlukta sevi yakınlığı da var, kavga uzaklığı da. KENDİNİZİ KEŞFETMENİZİ SAĞLAMAK Orhan Karaveli o “Pencere”den bakarak yaşamayı değerlendiren usta bir yazar. İlhan Selçuk’u anlatıyor (KENDİ HEYKELİNİ YAPAN ADAM Doğan Kitap 2012). Orhan Karaveli salt edebiyatımızdan değil, kültür ortamlarından insan manzaraları çizmenin de ustasıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın acımasızlığı içinde Berlin’de cinselliği küçük düşürülmüş kadınların yalnızlığını da anlattı. İnsana bilinmez ayrıntılardan bakan bir kalemin İlhan Selçuk gibi bir bilgeyazarı anlatması, nice yazı ustasının tanıklığıyla onu yeniden tanımamızı kolaylaştırması, kendimize çekidüzen vermemizi sağlıyor. Sıradan bir okur bile İlhan Selçuk’u tanıdıkça kendini yeniden keşfeder. Demek kendimizi öğrenmeyi kolaylaştıran bir gücü var İlhan Selçuk’un. İlhan Selçuk’u anlamak için sonun başlangıcından yola çıkmak daha anlamlıdır. Bir yazarın inandığı gerçekler vardır. İlhan Selçuk’un gerçeği, Cumhuriyet’in “kuruluş felsefesi” olan “aydınlanma”dır. Yazısında yumuşak bir biçem özeni olsa da, usta yazar, inandığı gerçeklerden ödün vermez. Bu yüzden 12 Mart döneminde Ziverbey Köşkü’nde işkence gören İlhan Selçuk Selimiye Kışlası’na bırakıldığı zaman yüreğinde o işkencenin izi kalmıştı. Kaba davranışların etkisi geçer. İnsanlığı küçülten davranışların izi kalır. İlhan Selçuk’un 21 Mart 2008 günü başlayarak 50 saat boyunca yaşadıkları, kişiliğini zedeleyen işkence olarak yüreğindeki yara izini derinleştirmiştir. Kalp ameliyatını gerektiren bozulmanın etkisi o zaman başlamıştır. Orhan Karaveli soruyor: “Tam 50 saattir hareket halinde, sandalye üzerinde ve uykusuzdur. Nice fırtınalar atlatmış yaşlı gövdesi acaba daha ne kadar dayanabilecekti bunlara?” SAYFA 18 ? 25 EKİM hatta bir donmuşluk sayarlar, bir yandan tutuculuğun çığırtkanlığını yaparken, bir yandan da İlhan Selçuk’u bağnaz bir yazar olarak niteleyenler az değil, ilkelerine bağlılığı nedeniyle kendisine düşman olanlar bile var. Son tutuklanmasının ardında, hastalıkla boğuştuğu bir sırada, hakkında suç duyurusunda bulunanlar bile çıktı.” İşkence altında bile dili çözülmemişti. Ama dili çözülenleri de ayıplamıyordu. Ali Sirmen’e demişti ki: “İşkence altında dili çözüldü diye kimseyi suçlamamak gerekir. Çünkü işkence altında dili çözülmeyecek insan yoktur.” Kırk yıllık eşi Handan Hanım’ın ölümünden sonra daha bir yalnızlığa mı düştü? Yorgun eli bir kadın gövdesini severken içinden bir hüzün rüzgârı mı geçerdi? Kalp ameliyatı oluşunu, “Sonunda Postu Deldirdik” yazısıyla “nalları dikme”ye aldırmayan bir gülümsemeyle şu gerçeğe inanıyordu: “Her macera, hayatı daha iyi duyumsamak yolunda bir derstir...” Orhan Karaveli’nin çalışması, İlhan Selçuk’un kızkardeşi Ülfet Ertel’in anılarıyla bütünlük kazanıyor. Bu sabırlı, hoşgörülü, çelebi insanı, bu İstanbul efendisini, anıların izinde, olayların içinde tanımak hüzünlü bir yalnızlığa bırakıyor insanı. İnsanı geliştiren bir yalnızlıktır bu! Ölüm korkusunu duyuran bir yalnızlık değil. Bu yazı bitmez. Ama yazıyı Erdal Atabek’in bir sözüyle noktalamak gerekir: “Ölüm korkusu yaşlılarda değil, yaşamlarına anlam veremeyenlerde görülür.” ? Not: Cumhuriyet Kitap’ta 27 Eylül 2012 tarihli yazımda Sabit’in ünlü dizesi yanlış dizilmiş. Doğrusu: “Müptelayı gama sor kim geceler kaç saat” olacak. Başta Ahmet Telli pek çok okurum dikkatimi çekti. Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1184
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle