19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Umberto Eco’dan ‘Günlük Yaşamdan Sanata’ Yaşamın dokusu içinde sanat Çağımızın düşünürlerinden Umberto Eco, belki de romancılığından kaynaklanan sınırsız düş gücünün de katkısıyla sanattaki aşırı gerçekçilikten seyahat izlenimlerine, nesneleri okuma kültürüne, dünün ve bugünün felsefe sorunlarına varıncaya kadar birçok izlek üzerinde durarak bu ana başlıkların alt başlıklarına geçiyor Günlük Yaşamdan Sanata başlıklı kitabında. ? Kaya ÖZSEZGİN ürk okuru için Eco imzası, dilimize kazandırılan birçok yapıtı nedeniyle artık bilinmeyen bir yazar değil. Gülün Adı’ndan bu yana, bunca kitabının okurumuza ulaşmasında, Eco’ya özgü anlatım inceliğinin, sanat ve edebiyat, geniş anlamda kültür sorunlarını açıp genişletmekte usta bir düşünür kimliği taşımasının payı bulunduğu kuşku götürmez. Çağımızın kültürüyle ortaçağ kültürü arasında kurduğu koşutluk üzerine yazdıkları, kültür çağları arasında aşılmaz duvarlar bulunduğunu sanan birçok kimseyi şaşırtıyor olabilir. Özellikle de ortaçağın salt dogmatik düşünce yapısı nedeniyle ders kitaplarında olumsuz bir eleştiriye uğraması ve her şeyin yeniçağın getirdikleriyle sınırlı tutulmuş olması, bir ezberin bozulması süreciyle de bağlantılı Eco’nun görüşleri. Son derece karamsar bir varsayıma tersinden bakıyor yazar, yakın geleceğin “ortaçağ”ından söz eden Roberto Vacca’nın yorumundan hareketle, bugünden başlayarak “yeni bir Rönesans’ın gerçekleşmesi için gerekli bilimsel ve teknik bilgileri koruma ve gelecek kuşaklara aktarma çalışmaları”na yönelmek, “ortaçağdakine paralel bir manastır örgütlemesi”ni planlamak gerektiğini öne süren yazarın bu görüşünü, bugüne kadar “Rönesans’ın büyüsüne kapılarak yazılmış bazı kültür kitaplarının ortaçağ kavramına getirdiği olumsuz hava”nın kırılması açısından gerekli görüyor. Çünkü bu kavram, birbirinden farklı iki tarihsel dönemi nitelemektedir: Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından 1000 yılına kadar süren “çöküş” dönemi, öteki ise Hümanizma’ya kadar gelen “gelişme ve serpilme” dönemi. Pax Romana’dan (Büyük Barış) Pax Americana’ya uzanan tarihsel bir süreçtir bu. Yazar, bu süreci çeşitli açılardan yorumluyor, süSAYFA 10 ? 25 EKİM reçte düşünsel kesişme noktaları bulunduğu görüşünden yola çıkarak. “GERÇEK DÜNYA” İLE “OLASI DÜNYA” Kültür ve sanat alanındaki koşutluklara gelince, manzara çok daha karmaşıktır. Estetik nesne ile mekanik nesne arasında hiçbir ayrımın gözetilmediği, sanatzenaat ayrımının söz konusu olmadığı ve sanatın kaynağını oyun kavramında gören Huizinga’yı haklı çıkarır biçimde günümüzün yapboz estetiğini (bricolage) akla getiren bir koşutluk üzerinde duruyor Eco. Yaşamakta olduğumuz yeni bir ortaçağdan söz etmek, kültürler arasındaki dönüşümsel mantığa uygun düştüğü gibi, ortaçağı, ondan sonra gelen yeniçağ karşısında bilimsel veriler açısından küçümseme alışkanlığını kırma konusunda da uyarıcı olmaktadır. Çağdaş sanatın uyguladığı yöntemlerden biri ve belki de en yaygın olanı Umberto Eco’nun “aşırı gerçekçilik imparatorluğu” dediği doğa gerçekliğiyle birebir örtüşen fotorealizmdir. Tasavvur edilebilecek olanın en iyisini (non plus ultra) uygulamak holografi’nin bulunmasından sonra sanatta aşırı gerçekçiliği özendirir hale gelmiştir. Bu “mutlak doğruluk yanılsaması” sanatın bulguladığı bir tuzaktır aslında: Neredeyse hakiki gibi.. Ne var ki süreç burada bitmiyor elbet. Eco’nun ilgi alanı içinde özel bir yeri bulunduğu anlaşılan balmumu heykeller müzesindeki ünlülere ait heykeller, insanın neyin gerçeklik neyin yanılsama olduğuna karar veremediği, “gerçek dünya” ile “olası dünya” arasındaki sınırların eridiği bir gösteriyle yüz yüze getirir izleyiciyi. Eco, bu hey T kellerle Ripley’nin “İster inan, ister inanma” müzesindeki işler arasında bağ kurmaktadır. Ağır basan öğe, “teatral etki”dir. Fotomekanik çoğaltma tekniğindeki gelişmeleri de buna eklemek gerekiyor. Çok parayla her türlü sanat eğilimini bünyesinde toplayan zengin ve sanat tutkunu insanlar (örneğin Paul Getty), asıllarla mükemmel kopyaları toplayan kişiler olarak gerçek yapıtları neredeyse bir “tapınma nesnesi”ne dönüştüren Avrupa tapınaklarının “suç ortakları”dır Eco’ya göre. “De bibliotheca” başlıklı yazı, başta İskenderiye Kitaplığı olmak üzere dünyanın büyük kitaplıkları, kütüphanecilik uğraşının olağanüstü deneyimlerine toplu bir bakıştır. Kültürün çağımıza özgü göstergelerinden biri, kitapta “gösteri kültürü” başlığı altında özetleniyor. Gösteri olarak kültür, aslında kökleri antikçağa kadar geriye giden bir ritüele tanıklık etmektedir. Değişik konularda sunumların neredeyse bir tiyatro gösterisine dönüştürülmesi, gösteri dünyasının yeni sanatçılarını ortaya çıkarmış ve bu tür giderek yaygınlaşmıştır. Ancak Umberto Eco, kültür gösterisinin bu tür alt amaçlarla saptırılmasının pek sevindirici bir gelişme olmadığı kanısındadır. Konuların sinema kültürüne kaymasından daha doğal ne olabilirdi. Son derece “vasat” bir film olmasına karşın, gerek oyuncu kadrosu gerekse egzotik Fas dekoru nedeniyle yaygın bir üne sahip olan Kazablanka, bir film değil, birçok filmdir. Kendiliğinden oluşmuş bir film ol ması bundandır. Sinemada gişe yapmış filmlerin, Eco’nun deyimiyle tıpkı “bir parfüm daldası” gibi bu düzeyi nasıl tutturabildikleri sorusuna götürüyor Kazablanka örneği. Sıradan izleyicinin bile belleğinde iz bırakmış böyle bir filmi, kendi türünün “arketip”i yapan özelliklerin başında izleyici kitlesi için çekici olan “mutsuz aşk” motifi de olabilir. Yazar, bütün olasılıklara eşit mesafelerden yaklaşıyor, Tıpkı kendisinin de giyerek denemiş olduğu blucin modası üzerine farklı açılardan yaklaşması gibi. Asıl işlevini “pratiklik” olarak gördüğü bu giysinin yaygın kullanımı, “baskıözgürlük diyalektiği”nin zorlu yollardan geçtiğini gösterir. Çünkü giysiler, “kişiyi belli bir davranışa zorladıkları için göstergesel ya da iletişimsel mekanizmalardır” (s. 212). “PARADOKSA KARŞI PARADOKS” Ortaöğretim kurumlarında okutulan felsefe derslerinde reforma gidilmesi gerektiği yolundaki yaygın tartışma, bizde olduğu gibi Avrupa ülkelerinde de güncel konuların başında geliyor. Umberto Eco “Felsefenin tesellisi” başlıklı yazısında, İtalyan liselerindeki felsefe eğitiminin, öteki ülkelere oranla “çok ileride” de olsa, sosyal bilim dersleri okutulurken ayrıca felsefe dersine gerek olmadığına ilişkin görüşün yanlışlığına değiniyor. Bunu yaparken iki farklı düşüncenin savunucuları, Herakleitos ile ParmenidesZenon ikilisinin yaşam hakkındaki karşıt görüşlerinden yola çıkıyor. Devinimin olanaklı olduğu ve olmadığı tezleri üzerine kurulu bu karşıt görüşler, yazara göre, bir felsefenin, zorunlu olarak bir ideolojiyi doğurmadığı gerçeğine göndermede bulunur ve “paradoksa karşı paradoks” oluşturur. Dolayısıyla, düşünürlerin tezleri, örneğin Zenon’un görüşleri, dönemindeki zorbalığın “kısır doğruluk anlayışı”nı belirgin kılmak için, onu yalan söylemeye yöneltmiştir. Yazıda varılan sonuç, geleceğin öğrencilerini bu tür güncel konulardan, “kültür tarihi içinde yaşam kazandıracağımız felsefe tarihi”nden uzak tutmanın yanlış olacağı gerçeğidir. Umberto Eco’nun çoğunlukla 1970’li yıllarda kaleme aldığı bu ve benzeri konular, okuru düşünmeye yönlendirici bir içerikle dolu olması nedeniyle, hem ilettiği mesaj açısından hem de ilgiyle okunması yönünden ihmal edilmemeli.? Günlük Yaşamdan Sanata/ Umberto Eco/ Çeviren: Kemal Atakay/ Can Yayınları/ 256 s. 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1184
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle