25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

an ve Namık uluyogerçi. k. Bu örünyazıa kitaahya ve 80’li ılmış da, ü kitave Mosşındaki eğimin ttila İlanlık olayaza olur? ılarıkent görseltila İlri de da yae’ye ’te Mektupta yayda beyen bir mini se, düns.’ Sosiyon koroluşuuz beş eler yler da yazkat saı dönerlara üzdeki meledünkü k (ter ¥ ki doğmuşuz bir kere yaşadığımız fark edilsin bari” deyip kadeh kaldırırız içerdeki ve dışarıdaki dostlarımız için. Uyaroğlu şöyle demiş Metin Ağabey ile ilgili olarak: “Tanrı, Metin Demirtaş’ı, ‘hadi kulum senin görevin bu dünyada iyilik yapmaktır’ deyip yeryüzüne salıvermiş” Bu gözlemlere yakından tanığım. Kırk yıllık dostunuz için nasıl bir betimleme? Behramoğlu: Metin Demirtaş öyledir. Benim de ona “köprü” adını takmışlığım var. İyilikler, insanlar, dostluklar arasında bir köprü. Onun için yazdığım bir başka yazıdaki cümleyle tekrar edecek olursam: “Bütün yaşamınca, güzel şeyleri birleştiren bir köprü olmuştur.” Beni her şeyden önce Akdeniz’le, Toroslar’la buluşturan köprüdür. Bir mektubunuzda “Türkiye’ye dönünce kitlelerle buluşmak, şiirler okumak istiyorum” diye yazıyorsunuz. Bu özleminiz de gerçekleşti. Sevgili Haluk Çetin’in gitarı eşliğinde yurt genelinde şiir turneleri düzenlediniz, düzenliyorsunuz. Paris’te 1980’lerde aldığınız bu karar yurda döndüğünüzde nasıl hayata geçti? Kitleler şiiri daha mı çok sevdi? Haluk Çetin ile yollarınız nasıl kesişti? Behramoğlu: Beni Haluk’la buluşturan da Metin oldu. Ben de Haluk da bu nedenle ona çok şey borçluyuz. Bütün bunlar ve yurtiçi sayısız dinletilerimizden bir bölümünün öyküsü Yurdu Teninde Duymak adlı kitabımda. Bugünlerde yeni bir basımı yapıldı. 1986’da siz Paris’te sürgün yıllarını yaşarken Metin Ağabey geliyor yanınıza. Bu kısa süren ziyaret sırasında Mirabeau Köprüsü’nde fotoğraf çektiriyorsunuz. Neden bu köprü de başka bir köprü değil? Behramoğlu: Çünkü o Apollinaire’in köprüsü. Metin’in bir şiirinde adı geçen, her ikimizin de çok sevdiği “Mirabeau Köprüsü” adlı şiire adını veren köprü... duygusuna kapılmadan alkışlayıp, yüceltebilmeliyiz. Kötü şiire, kafamı koparsalar ‘iyi’ diyemem. Bu konuda yağcılıktan da nefret ederim” diyorsunuz. Size gelen ama şiirini beğenmediğiniz genç bir şaire “olmamış” diyerek kestirip atıyor musunuz, yoksa “üzerinde biraz çalış” mı diyorsunuz? Demirtaş: Genç bir arkadaşla yazdıkları üstüne konuşurken kırıcı olmamaya özen gösteririm. İnsan yanılabilir de… Çünkü kendi şiirine yakın şiiri arar, sever insan. Kitaplığında hiç şiir antolojisi olmayana, belleğinde kırık dökük de olsa üç beş şiir taşımayana ve şiir yazıyorum diyene ne dersin? Benim ve Ataol’un (bunu çok sonra öğrendim.) ilk şiir okulumuz Hüseyin Karakan’ın Türk Yenilik Şiiri Antolojisi, Orhan Veli’nin Fransız Şiir Antolojisi’dir. Karakan’ın antolojisi anımsarım, sarı kapaklı bir antolojiydi. Ben kendimi bir arında da da diyortubukdeniz miz olapmak bir şey ek ne 30 Koorsubir dina dön Az önteleen tmence... i, karyla) bir ekten parçar proje kılama kşamniş yer km ¥ 1125 “BELLEĞİNDE ÜÇ BEŞ ŞİİR TAŞIMAYIP ‘ŞİİR YAZIYORUM’ DİYENE NE DERSİN?” Kitaptaki ilk mektubunuz Temmuz 1970 tarihli. Siz Antalya’da, Ataol yurtdışında. 12 Mart’ın üzerinden daha dört ay geçmiş. Bu mektubun sonunu “Oralarda, sanayi toplumunda, sorunsuz gibi görünen insanlar içinde, Anadolu’yu insanlarımızı anımsayıp Nâzım gibi ve Ho Amca’ya has ince bir Asyalı duyarlığıyla güzel şiirler yazarsın umarım. Bu gurbet ancak o zaman boşa gitmemiş olur.” Öncelikle nasıl tanıştınız? Uzun sürecek bir dostluğun, kardeşliğin daha ilk adımında, hangi duygu size bu satırları yazdırdı? Demirtaş: Sergi Kitabevi’nde Erdal Öz tanıştırdı bizi. Ataol’un “Bir Gün Mutlaka” şiiri o günlerde dilimdeydi, Cemal Süreya’nın Papirüs dergisinde yayımlanmıştı. İlk dize yanlışlıkla “Bir gün seviştim...” diye çıkmıştı. “Bugün seviştim…” olacaktı. Ben ilk okuyuşta ayrımına varmıştım. Sordum bunu. Söyleşimiz böyle başladı. Yağmurluydu hava. Bir kahveye girdik, çantamda taşıdığım votkadan kahveciye çaktırmadan içtik, söyleştik, şiirler okuduk. Tanışmamızı “Ağustos 2010 Datça Edebiyat Günleri’nde Ataol’a verilen Onur Ödülü öncesi ayrıntılı anlattım. Bir dergide de ayrıntılı yazdım. Ataol da bir kitabında anlatır. “Dost Ataol” diye başlayan 8 Ekim 1974 tarihli mektupta, “Yaşanan fırtınalı yıllarda seni hep sevgiyle andım, şiirlerini artan bir sevgiyle okudum. Bizler sosyalist şairler olarak güzel bulduğumuz şiiri açıkyüreklilikle, hiçbir haset şiirsever değil, ‘şiire âşık, tutkun biri’ sayarım. Sevdiğim şiiri belleğime alır ve herkesle paylaşırım. Ataol bir mektubunda, “mektuplaşmalarımızın şiir üstüne sohbetlerle yürüyüp gelişmesi ne güzel”, bir başkasında, “Dünyada şiir yazmaktan daha güzel bir şey yok. Tabii bir de şiir okumak. Bir de çocuklar ve dostluk” diyor. Siz de “yavan, ucuz şiirler okuyorum ki, (okuyoruz), en azından bu düzeylere düşmemek için işi sıkı tutuyor ve şiiri, olağanüstü ciddiye alıyorum. Yazdıklarımla 1940’larda yazılan şiir duyarlılığını aşamadıysam hiçbir şey değilim” diye yanıtlıyorsunuz. Bu benzer satırlarda kırk yıl sürecek dostluğun temel taşları atılmış gibi geliyor bana. Ne diyorsunuz ve 1940’lı yıllarda yazılan şiir duyarlığını aşma konusunda? Demirtaş: İkimizin de şiir karşısında duruşumuzu gösterir bu sözler. 1940’lar şiirine gelince, hepsi saygı duyduğum ağabeylerim. O yıllarda şiir politik bir görev de üstlenmiş. Sözün bir değeri varmış, egemen güçler şiiri ciddiye almışlar. Şiir bilinçlendirici bir görev üstlenince kimi şiirlerde lirizm biraz ıskalanmış gibi gelir bana. Benim de böyle ortalama, lirizmi ıskaladığım, yayımlanmış, geri alamadığım şiirlerim vardır ne yazık ki! Siz içerdeyken Fikret Otyam’dan içinde Gide Gideler olan paket gelir ve “Görüşme Yeri” şiirinizden alınma bir sunu vardır. “Son derece yaralı bir üveylik gibi… Metin cana…” diye imzalanmıştır. “(…) İleriki yıllarda içerde yatanlara karşı bende gelişmiş duyarlılıkta Fikret Ağabeyin bu inceliğinin etkisi vardır.” Böyle diyorsunuz. İçerdekilere, gurbettekilere mektup yazma tutkusu, vefası böyle mi başladı? Hapiste ve dışarıdaki dostlarınıza yine üzeri pullu mektuplar yazıyor musunuz? Demirtaş: Olabilir. 12 Mart ve 12 Eylül’de tanıdığımtanımadığım hapisteki arkadaşlara mektuplar yazdım. Öner Yağcı başta olmak üzere onlarca genç arkadaşa. “Mektuplarınız gelir zarfında mapusane kokusu/ tanımam çoğunuzu/ oturup bir çay içmişliğimiz yoktur/ ne de görüşmüşlüğümüz bir cigara içimi/ ama Nâzım’ın dediği gibi/ bir gün ölebiliriz yan yana aynı siperde/ aynı ekmek, aynı hasret, aynı hürriyet için” gibi ve “Mektuplar Alırım”, “Bir Onlar Kaldı” gibi şiirlerimde onların mektuplarından yansıyan bir şeyler var. Üzeri pullu zarf ve mektuplara gelince bilgisayar icat oldu desem de, seyrek de olsa kimi dostlarıma mektuplar yazar, pullar, atarım. Mektuplarınızda, Antalya’da yaşanan kültür sanat etkinlikleri ve siyasal olaylara da yer veriyorsunuz. Festivale konuk olan pek çok adlar var: Ruhi Su, Aziz Nesin, A.Kadir, Ahmet Arif, Timur Selçuk, Rahmi Saltuk, Işık Yenersu, Orhan Taylan. Sanırım pek çok anınız vardır. Demirtaş: Sanatsal olayları, yaşananları aktarıyordum Ataol’a. Bugün okunduğunda bir kentin tarihine, Altın Portakal Festivali’nin bir dönemine ta Şiirin Kanadında Mektuplar, Demirtaş ve Behramoğlu’nun uzun soluklu yolculuğundan hatırı sayılır izler taşıyor. Bir bakıma Demirtaş’ın da dediği gibi “şiir karşısında duruşlarını” yansıtıyor. nıklıkları var mektupların. Hem Güngör Türkeli hem de Akın Önen ve Erol Ülgen’in festival yöneticiliği yaptığı dönemlerde festivallerin resmiyette görünmeyen gönüllü çalışanıydım. Sorumluluk duyardım, her şey yolunda gitsin diye çırpınırdım. Tattığım mutluluklar var. Barış Gecesi’nde yaşanan olumsuzluklar gibi (Ataol’un Ritsos’un “Barış” şiirini on bin kişiye okuduğu gece.) sevincimi gölgeleyen olaylar da. Ahmed Arif ve Aziz Nesin tartışmasının arasında kalmak gibi o gün beni üzen, bugün gülümseten başka olaylar. Bu konuyu biraz açar mısınız? 8 Demirtaş: Nesin’in Benim Delilerim kitabında ayrıntılı anlatılır olayı. Girmeyeyim bu konuya. Ruhi Su, Işık Yenersu yakından tanımaktan onur duyduğum insanlar. Ruhi Ağabey bir gece evimde konuğum oldu. Zarif, sözleri ve davranışlarıyla insanın gönlüne akan, nasıl dünya iyisi bir insandı. 2 Eylül 1983 tarihli mektubunuzda, “Annem ve Günsel reçel kaynatıyorlar, seslendiler, çay içmeye çağırıyorlar. Aklıma gelmişken söyleyeyim, fırsat bulursam yaptıkları reçellerden (vişneşeftali) birer kavanoz göndermeye çalışacağım.” Ataol, o sıralar mahpushanede… Reçelleri gönderebildiniz mi? Demirtaş: Yok, hayır. Annem Ataol’u “Hapisteki çocukçağız” diye anardı ve hâlâ hapiste sanıyordu. Ataol 1982’nin Aralık ayı sonunda hapisten çıkmıştı. O hapiste iken de “Reçel gönderelim” derdi. Annemin gönlü olsun diye “peki” derdim. Bir başka mektupta da söz ederim annemin bu dileğinden. 12 Mart ve 12 Eylül’de anneme benzer anneler tanıdım. Her anne iyidir diye bir genelleme yapılamaz. “Anneme ve Benzer Anneler” adlı şiirle özverili annelere seslenir. Ataol’un, Nihat’ın anneleri İsmet Teyze de vardır bu anneler içinde. Nisan 1987’de Berlin’desiniz. Köln treniyle bir iki günlüğüne Paris’e geçip uzunca zamandır görmediğiniz arkadaşınız Ataol ile karşılaşıyorsunuz… Demirtaş: Benim ki biraz delilik. Alışma, yürüme öğrenme döneminde sen kalk bir trene atla. Beni Köln’den Nihat Behram ve Erol Erhan yolcu etti. Sırtımda bir çanta, içinde bir ufak rakı şişesi, üstünde Nâzım’ın dizeleri: yazılı: “Hiçbir şey dindirmez iç sıkıntımı/ memleketimin şarkıları ve tütünü gibi” ve Nâzım’ın sözlerine ek şu söz: “Buna rakı da dahil.” Aynı sözlerle benzer armağanı, 1984’te kızı ile Fransa’ya, Cemalettin Aykın’a da göndermiştim. Tren gara girdi. Onu gördüm. O da beni. Vagon ilerde durdu, Ataol koştu geldi, sımsıkı kucaklaştık. Kucakladın mı sımsıcak kucaklayacaksın arkadaşını. Buluşmamızı hemen yakında bir meyhanede şarapla kutladık. Paris denilen gayya kuyusuna hoş geldin! Mektupları yayımlamak kimin aklına geldi? Demirtaş: Ben Ataol’dan gelen mektup, telgraf, kart vs. saklıyordum. Şiire ilişkin olanları seçip daktiloda temize çektim ve Ataol’a, “Ataol Behramoğlu’ndan Metin Demirtaş’a Mektuplar’ adıyla bir küçük kitapçık önerim oldu. Ataol, “Seninkiler de yayımlanmalı” dedi. Onun benim mektuplarımı saklamış olduğunu düşünmek aklımın ucundan geçmezdi. Ordan oraya çalkantılı bir yaşamı olmuştu çünkü. Mektuplarımı gönderdi, onun kimi daktilo edilmiş mektuplarıyla birlikte tümünü Toplumsal Dönüşüm Yayınları’na, Hayri Bildik’e gönderdim. Şiirin Kanadında Mektuplar Hayri’nin özverisiyle basılmıştır. Kendisine teşekkürlerimi yinelerim. Ne yazık ki formalar ciltlenirken Ataol’un beş ve benim sekiz mektubumu içeren formalar harmanlanırken unutulmuş, atlanmış, alınmamış. Kitabı satın almış bazı arkadaşlara (Ekin Duru) bana bırakılan kitaplardan kontrol ederek göndermeye çalıştım. Yeni basım eksiksiz olacaktır. Bu basıma ayrıca daha sonra dosyalarımın birinde bulduğum Ataol’un yine şiir sorunuyla ilgili Paris’ten yazdığı 1987 tarihli bir mektubu da eklendi. Şiirin Kanadında Mektuplar/ Ataol Behramoğlu, Metin Demirtaş/ Evrensel Basım Yayın/ 512 s. EYLÜL 2011 SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1125
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle