23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ki şairin yazışmaları, dostluğu ve anıları Şiirin Kanadında Mektuplar İki güzel insan, iki seçkin şair, Ataol Behramoğlu’yla Metin Demirtaş ve onların 19701995 yılları arasındaki mektuplaşmalarından oluşan Şiirin Kanadında Mektuplar adlı kitap. İki şair arasında gidip gelen, kimi zaman umutlu kimi zaman yaşananlara kırgın ve kızgın mektuplar. 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinde yurtdışındaki dönem, Barış Davası ve hapislik yılları... Paris’te yaşanan politik göçmenlik, hasretler, ekonomik sıkıntılar, edebiyat dünyasında Halkın Dostları, Militan, Sanat Emeği gibi ses getirmiş dergilerin çıkış öyküleri, biri Antalya’da diğeri İstanbul’da hapiste ve Paris’te yurt özlemi içinde yaşarken sanki hep birlikteymişler gibi içinde şiir yüklü yazışmalardan oluşan Şiirin Kanadında Mektuplar üzerine Demirtaş ve Behramoğlu’yla söyleştik. Ë Mustafa UYSAL 978’de Politika gazetesinde “Metin Demirtaş’a Mektup” yazınızda anlatıyorsunuz nasıl tanıştığınızı. Kırk yıllık dostluk nasıl başladı? Behramoğlu: Metin Demirtaş adını “Che Guevara” için yazdığı şiir sonrasında yaşadıklarıyla duyduk. Bizim kuşağımızın, şiirinden ötürü tutuklanan ilk şairiydi. Ankara’daki görüşmemiz, cezaevi günlerinin hemen ertesinde olmalı. Nasıl haberleştik, bunu şimdi anımsamıyorum. Fakat sözünü ettiğin yazımda bu karşılaşmaya ilişkin satırları buraya aynen aktarıyorum: “Karşımda öfkeli, sert, belki kibirli bir adam bulacağımı sanıyordum. Sıcak, yumuşak şiir ve yaşam sevgisiyle dolu bir genç adamla karşılaşınca, şaşırmadım diyemem.” Şimdi bu sözler bana, Neruda’nın Nâzım’a ilişkin dizelerini çağrıştırdı: “Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle/ kuyu gibi kapkara zindanlardan// hınç oklarını aradım gözlerinde/ oysa sen parıldayan bir yürekle geldin/ yaralar ve ışıklar içinde...” Evet, Metin Demirtaş’la bugün artık kırk yılı aşan dostluğumuz böyle başladı. “ŞİMDİLERDE POSTADAN SADECE FATURALAR VE BANKA HESAP BİLDİRİMLERİ ÇIKIYOR” Dünya gazetesinin yayımladığı Mektup dergisinin kapağında hiç unutmadığım bir söz vardı Şeyh Galip’e ait: “Mektup yaz ki alışkanlıkların tazelensin.” Yurtdışında iken mektup beklemek, içerideyken üzerinde “Görülmüştür” damgalı mektuplar yazmak ve almak nasıl bir duygu? Şimdilerde de dostlarınıza mektup yazıp da postaneye gidip, pullayıp attığınız oluyor mu? Behramoğlu: Mektuplaşmanın hayatlarımızda çok önemli yeri vardı. Şimdi postadan sadece faturalar ve banka hesap bildirimleri çıkıyor. Postayla gelen mektupta onu yazanın dokunuşları var. Bu kişi yakın bir dost, bir akraba, bir sevgili ise o mektup hayatınızın başköşesinde yer alır. Günlerce cebinizde taşır, çıkarıp tekrar tekrar okursunuz. Elektronik posta haberleşmeyi kuşkusuz ki kolaylaştırdı fakat bu tatlardan yoksunlaştırdı. Geçmiş zamanlarda yazdığınız ya da aldığınız mektuplar karşıSAYFA 16 8 EYLÜL 1 nıza çıktığında da garip, buruk bir şeyler hissediyorsunuz. Geçen zamanların izleri o mektuplarda somut. Elektronik iletileri saklasanız da, yıllar sonra tekrar okuduğunuzda benzer duygular yaşatacakları kuşkulu. Çünkü o tür yazışmalarda kullanılan teknik araçsal. Kâğıt kalemle yazılan, pullanıp postalanan mektuplardaysa, kullanılan teknikler, araçlar, işin esasının parçaları. Ben şimdilerde de gerektikçe ya da fırsat buldukça normal posta yoluyla mektuplaşmayı seviyorum. Cezaevi konusuna gelince, oraya gelen ve oradan yazılan mektupların kuşkusuz apayrı bir anlamı var. “Görülmüştür” damgası, bugünlerin yarınlarda ayıplanacak utançlarından biri. 21 Eylül 1986’da Paris’ten yazdığınız mektupta “Bazı dostluklar hayatın anlamını oluşturuyor, bizimki o tür dostluklardan” diyorsunuz. Bir sohbetimiz sırasında Metin Ağabey de aynen şöyle demişti: “Dostluklar süzülür, süzülür bazıları defterden silinir.” 1969’larda başlayan ve kırk yılı arkada bırakan bir dostluk var aranızda. Bu süreçte hiç kırılma, küsme olmadı mı? Behramoğlu: Ortak kırılma ve küsmelerimiz varsa, bu ülkemizde ve dünyada olanlara. Dostlukları pekiştiren de zaten bu ortak duygular, görüş birliktelikleri. Metin Demirtaş’la bırakın kırılıp küsmeyi, birbirimizi herhangi bir nedenle incittiğimizi hiç anımsamıyorum. Yurtdışındayken insan uzun mektuplar mı yazar? Memlekete, dostluğa, arkadaşlığa, konuşmaya hasret mi uzun mektuplar yazmak? Paris, 11 Ağustos 1987 tarihli uzun mektubunuzda da “Yalnızlık güç bir şey. Hep kendi kendimleyim. İyi bir yanı var. Ama sürekli çekilmez (…) O nedenle artık göçebelik bitsin ve yerleşiklik yurdumuzda olsun istiyorum” diyorsunuz. Bu satırlar, geriye dönüp baktığınızda neleri anımsatıyor size? Behramoğlu: Pek çok şeyi, fakat şimdi artık hepsi çok gerilerde... Beni en çok üzen, bütün o yaşantıları hakkınca şiirleştirememiş olmak. Yine de sözgelimi “Paris Şiirleri”nde, “Helsinki’ye Bir Şiir”de, “Kızıma Mektuplar”ın “Sürgünde” başlığını taşıyan üçüncü bölümünde, o yurtdışı döneminde yazılmış baDemirtaş ve Behramoğlu dostluğu uzun yıllar öncesine zı başka şiirlerimde izleri olmadayanıyor, bu zaman diliminde başka başka dostluklarla genişleyen paylaşımların ötesinde şiir de büyük bir ortak lı... lık olarak beliriyor. 2 Nisan 1985 tarihli Paris mektubunuzda, “Kendimi A. İlhan ve kuşakdaşlarından çok daha fazla Namık Kemal’e, Yahya Kemal’e yakın buluyorum. Yahya Kemal Paris’i sever gerçi. Ama hep Türk (Osmanlı) kalarak. Bu Paris şiirleri, ölçülü, uyaklı, bol görüntülü şiirler olsun istiyorum” diye yazıyorsunuz. Paris şiirleri daha sonra kitaplaştı mı? Hangi duygular sizi Yahya Kemal’e daha yakın hissettirdi? Behramoğlu: “Paris Şiirleri” ve 80’li yıllar yurtdışı sürgünlüğünde yazılmış başkaca şiirler, önce Eski Nisan’da, sonra da toplu şiirlerimin üçüncü kitabında yayımlandı. Namık Kemal ve Yahya Kemal’e yakınlık, Paris’te, Moskova’da, Londra’da ya da ülke dışındaki bir başka kentte yaşarken de yüreğimin Türkiye’de çarpması demektir. Attila İlhan’ın Paris şiirlerine ayrıca hayranlık duyuşum başka bir şey. Onlar bu olağanüstü şehir için bir yabancının yazabileceği en güzel şiirler. “Bol görüntülü şiirler” nasıl olur? Behramoğlu: Sadece iç yaşantılarımızla değil, insan manzaralarıyla, kent ya da doğa betimleriyle işlenmiş, görsellik kazanmış bir şiir. Örneğin, Attila İlhan’ın sadece Paris’e ilişkin şiirleri değil, pek çok şiiri böyle. 19701974 arası da yurtdışında yaşamaya zorunlu kaldınız. Türkiye’ye döndükten sonra, 23 Mart 1975’te Metin Demirtaş’a yazdığınız bir mektupta şöyle diyorsunuz: “Son günlerde yaygınlaşan ‘Yazar hakları’ konusunda beni ürküten, yaltaklanmaya benzeyen bir şey var. ‘Al şu hakkını sus. Kalemini benim için kullanırsan, daha çok sebeplenirsin. Avrupa yolculukları, dünya çapında ilişkiler, ev, telefon, vs.’ Sosyal demokrasinin, yazara hak veriyorum derken onu iğdiş etmesinden korkarım. Halktan, devrimden yana oluşumu saptırmasından.” Aradan otuz beş yıl geçmiş! Bugünlere gelirsek neler söyleyebilirsiniz? Behramoğlu: Demek böyle şeyler yazmışım... Onları hangi bağlamda yazdığımı şimdi anımamıyorum. Fakat sanırım Ecevit’in kısa süreli iktidarı döneminde bürokraside yer alan yazarlara ilişkin bir eleştiri olmalı. Günümüzdeki aydın kaypaklığını anlatmaya kelimelerim yetmez. Bu gibilerin yanında dünkü aydınların en kötüleri bile pirüpak (tertemiz, lekesiz) kalır. Yazdığınız mektupların bazılarında hep, “geçim meselesi” var. “Orada da burada da bizi tüketen bir kaygı” diyorsunuz. 10 Ekim 1985 tarihli mektubunuzda şöyle yazıyorsunuz: “Şu Akdeniz kıyısında bir gün bir kulübeciğimiz olsa! Bunun için elimizden geleni yapmak istiyoruz. Ama elimizden henüz bir şey geldiği yok. Tek kuruş artırabilmek ne kelime, ancak yaşıyoruz.” Sonra, 30 Mart 1987 tarihli mektupta da, “Kooperatif işi n’olur aksamasın” diyorsunuz. Bu ev özlemi basit, sıradan bir dileğin ötesinde, yurduna, dostlarına dönme hasretini de içeriyor… Behramoğlu: Kuşkusuz öyle. Az önce de Metin’e bir şey sormak için telefon açtığımda, araya “Akdeniz’den n’aber” lafını sıkıştırmayı ihmal etmedim. “Kulübecik” konusuna gelince... Antalya’da Metin’in (ve sevgili eşi, kardeşim Günsel’in özverili çabalarıyla) bir kulübeciğe sahip olmuştum gerçekten de. Fakat yurtdışı dönüşünde de parçalanmaya devam eden hayat hiçbir proje ya da kazanımı, kalıcı ve sürekli kılamadı. Metin Ağabeyle yaptığımız akşamüstü yârenliklerinde anılar da geniş yer tutar. Şair İsmail Uyaroğlu’nun aklımda kalan bir dizesiyle, “Madem ¥ ¥ ki far dırırız i için. Uy bey ile mirtaş’ı dünyad züne sa dan tan nasıl bi Beh dir. Ben mışlığım lar aras ğım bir edecek zel şeyl tur.” Be Torosla Bir nünce k mak ist özlemin Çetin’in şiir turn sunuz. karar y geçti? K Haluk Beh ran da nedenle bunlar den bir ninde D lerde ye 198 yaşarke za. Bu k beau K sunuz. köprü d Beh re’in kö geçen, rabeau köprü.. “BEL TAŞI DİYE Kita 1970 ta dışında ay geçm larda, s görüne sanlarım Amca’y güzel şi ancak o Öncelik cek bir adımın yazdırd Dem Öz tanı Mutlak Cemal yayımla gün sev seviştim ayrımın leşimiz va. Bir ğım vot içtik, sö mızı “A Günler lü önce de ayrın bında a “Do 1974 ta lı yıllard lerini ar sosyalis muz şii 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1125 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle