19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K 2 Temmuz 1993, yalnız Türkiye için değil, dünya halkları için de önemli bir tarih… Çünkü “uygarlık” olarak anılabilecek gelişmişlik düzeyinin olağanüstü boyuta ulaştığı, teknolojinin büyük adımlar atarak gelişme gösterdiği böyle bir çağda, Cumhuriyeti yıkmaya yeminli olduğunu öne süren otomatiğe bağlanmış binlerce kişilik kalabalık, şair, öykücü, romancı, yazar, çizer, eleştirmen, müzisyen, ressam, sinemacı, tiyatrocu, dansçı değişik yaşlarda onlarca insanı bir otele kıstırıp ateşe vererek diri diri yakmaya çalışmış, devlet ise olan bitenin gizli, açık seyircisi olmuştur… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Sivas’taki “Şeytanminareleri”... kurtulmuş bir şair yazarımız. Şiirleriyle, anlatıları, anılarıyla Sivas üzerine ürün vermeyi sürdürenler arasında başlarda yer alıyor bu yanıyla. Bu kez bir romanla karşımızda yazar. Şeytanminareleri, iki ayrı düzlemde, ikisi de İzmir’i kucaklayan anlatı evreniyle sarmalanmış bir kurguya dayanıyor. İlk düzlemde kimileyin “Masalcı” olarak da anılan “Beybaba”yı tanıyoruz, ama “zararsız bir meczup” (18) gibi algılayanlar da var onu. Çünkü bir bellek karışıklığı içinde Beybaba. Dalgın, hep bir yerlere, içinde taşıdığı masala, masallara kilitlenmiş görünüyor. Yanında şeytanminareleri taşıyor, onların fısıldadığı masalları dillendiriyor bir bakıma. Sabahın erken saatlerinde Karşıyaka’dan çıkıp Kemeraltı’da soluğu alıyor, “Kemeraltı denen aşüfte”nin (11) sokak sokak çarşılarını, işhanlarını, kahvehanelerini, lokantalarını, köşe başlarını dolaşıyor. Etkileyici sesiyle masallar anlatarak cebinden, devamı hep gelecek görünen şeytanminareleri çıkarıp dağıtıyor büyüye kapılmışçasına kendisini dinleyenlere. Beybaba, masal dilinde, hem özöyküsel hem elöyküsel anlatımla kendini aktarırken zaman da karışıyor yer yer. Masalcı Beybaba’daki kafa karışıklığını yansıtmanın iyi bir yolu bu. Bunları dinleyebilmek için herkesin can attığı biri aynı zamanda adam. Diyelim, “değneksiz, mendilsiz, ibriksiz bir meddah” (314)… Romanın öteki anlatı düzleminde işte bu adamın elöyküsel dille kurduğu öyküler yer alıyor. Bu düzlemde bankacı Nilüfer’le, avukat Mahir’in aşkları odaklanıyor daha çok. Masalcı’nın karışık düzende anlattığı bu öyküden iki gencin, roman evreni içinde sağlıklı bir zemine oturtulamadan başlayıveren yıldırım aşkını, ama Nilüfer’in, Mahir’in kendisini aldattığı kuşkusuna bağlı olarak, birden bitiriverdiği evliliklerini öğreniyoruz. Çift boşanıyor. Oğul Can, küçük yaşta annesiyle babasının ayrılığını yaşarken onları bir araya getirmek için de minik buluşma oyunları kuruyor süreç içinde. Mahir, bir çağrıyla Sivas’ta gerçekleştirilecek etkinliğe katılıp yeniden evlenme hayali içinde ilişkilerini taçlandırmayı düşünüyor Nilüfer’le. Ama onları Sivas’ta hazin bir ayrılış, yıkılış beklemektedir hepimizin bildiği… Böylece 2 Temmuz, bir kez daha dönüştürülüp anlatılmaya girişilir Hidayet Karakuş’un Şeytanminareleri’nde. ŞEYTANMİNARELERİ’NDEKİ EVREN, BİÇEM... Hidayet Karakuş, daha önceki romanlarının ardından Şeytanminareleri ile farklı kurguya dayalı, karmaşık yapıda bir roman koymaya çalışmış ortaya. Yağmurlar Nereye Yağar (1981), Uykusu Derin Şehir (1990) ile gençlik romanı Yalnız Seninle (2003) adlı kitaplarında anlatımcı öğeler daha yoğundu kanımca. Oysa bu romanında ilkin anlatının kuruluşu, yanı sıra söylem gücü, soyutlayımla dönüştürümdeki düzey, buna eklemlenmiş dilsel, imgesel yükseklik dikkati çekiyor. Roman, İzmir Kemeraltı yöresini bir harita gibi açıp yayarak, bunu bir Türkiye harmanı gibi tülle örterek önümüze getiriyor. Bu evrenin oturtulduğu Kemeraltı, bir yurt bağlamında yapılandırıldığı, küçük ölçekli bir Türkiye olduğu izlenimi bırakıyor insanda. Nitekim roman bu yönde yoğun bir artalan doluluğu sunuyor. Söz konusu bu yaklaşımın romana hem yerlilik hem ilginçlik kazandırdığı öngörülebilir. Ötesinde KarşıyakaKemeraltı gidiş gelişleriyle süren anlatının, bu yolla çağdaş masal tadı yakaladığı da bir gerçek. 2011 rak öne çıktığı bir anlatıya dönüşse de söz konusu bulanıklık, üzerinde önemle durulması gereken bir yapıta dönüştürüyor yine de romanı. Bu arada Şeytanminareleri’nin, belgesel biçeminden yararlandığı halde kurgusallığını koruyup yine de roman sanatı içinde kendini geliştirdiği eklenebilir bu satırlara. Sonra, İzmir Suikastından Sivas’a uzanan bir kıyımlar çetelesinin Kemeraltı’yla ilişkilendirilmesi, dincilerin tetikçisi, “makine düzeniyle yaşayan” Kadir’le (200), onun çevresini ören ötekilerle romana getirilen polisiye havası, bu yönden de yapıtı destekleyen biçemsel bir zenginlik olarak karşımıza geliyor. Hidayet Karakuş, Sıvas kıyımından kıl payı kurtulmuş bir şair yazarımız. Şiirleriyle, anlatıları, anılarıyla Sıvas üzerine ürün vermeyi sürdürenler arasında başlarda yer alıyor bu yanıyla. Bu kez bir romanla karşımızda yazar. Şeytanminareleri, iki ayrı düzlemde, ikisi de İzmir’i kucaklayan anlatı evreniyle sarmalanmış bir kurguya dayanıyor. Küçük bir grup yazıncı, bilimci, bu yakımdan belki kendini ağır yaralarla kurtarabilmiştir ama azımsanmayacak sayıda sanatçı alevler içinde gözümüzün önünde yok edilmiş, sonuçta bu tarih, Anadoluluğun, insanlığın utanç belgesi halinde yüzümüze tutulan aynaya dönüşmüştür. Bu nedenle 2 Temmuz 1993 kısaca “2 Temmuz”, unutulmazlığıyla insanlığın belleğinde önemli bir gün olarak süreğen anımsanış değeri kazanmıştır. Öteden beri, kendi payıma, bu tarihi “Dünya Aydınlanma Günü” bağlamında önerirken 2 Temmuz’un, bundan sonra yaşanabilecek benzer katliamlara karşı da dünya toplumlarını sarsıp silkeleyici bir etkinliğe dönüşmesi yönünde önemini vurgulamaya çabaladım sürekli. Bu önerimin geçen yıl Kemal Kılıçdaroğlu tarafından benimsenip sahiplenildiğine tanık olmak sevindirdi beni… (Bak.: Behzat Miser’den Deniz ZeyrekZihni Erdem; Radikal, 2 Temmuz 2010) Madımak müze olmaz değil; kütüphane, kültür merkezi olmaz değil, ama 2 Temmuz tarihinin her yıl “Dünya Aydınlanma Günü” olarak anılıp kutlanmasında gelecek kuşakları da kapsayıcı ayrı bir anlamın yattığı görmezden gelinebilir mi? Tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1 Eylül’ün günümüzde Dünya Barış Günü olarak kutlanması gibi… Bu çerçevede her 2 Temmuz’da Sivas’a özgülenmiş, ama sonuçta Dünya Aydınlanma Gününe yönelik yazılar kaleme almayı da ilke edindim kendime… Bu yazıların bir ikisi dışında tümünü Sivas kıyımını odaklayan öykülere, romanlara, şiirlere vb. ayırdığımı söyleyebilirim. Türkçede bu kıyımı odaklayan azımsanmayacak sayıda bir yazınsal verime sahip olduğumuz düşünülebilir bu arada… Ne ki bunlar, tek tek olduğu kadar topluca da değerlendirilebilmeli. Öyle ya, böyle bir kıyım yazınsal açıdan nasıl dönüştürülmüş, ne şekilde ele alınmış, sonunda nasıl bir verim çıkmış ortaya; önemli elbette… Bu yıl, Sivas’a özgülenmiş yeni bir yapıta özgülemek istiyorum 2 Temmuz yazımı: Hidayet Karakuş’un Şeytanminareleri’ne (Cumhuriyet, ikinci basım, 2010)… SİVAS’I ANLATMAKTAN DÖNÜŞTÜRMEYE... Hidayet Karakuş, Sivas kıyımından kıl payı SAYFA 20 30 HAZİRAN Hidayet Karakuş’un şiirleri için de söylenebilir bu. Bu kez romana içiriliyor imgeler. Bir yazarın, şiirin evrensel yoldaşlığını yanına alarak sürdürdüğü roman serüveni bağlamında alınabilir öyleyse yapıt. Gerçekten yapıtın bütün olarak da şiirle yoğrulduğu görülebiliyor hemence. “Her şeyi bilen, gören şeytanminareleri”nin (58) Masalcı’ya fısıldayışı, onun bu fısıltılardan kalkarak duyduklarını aktarışı, kaygan zeminde yol alan anlatıyla bütünleşiyor. Karakuş, ayrıca yüksek bir dil bilinci sergileyerek yapılandırıyor romanını. Aynı zamanda anlatıyla uyumlu bir dilsel seçicilik, dil kuruculuğu da egemen yapıtta. Bu, yazarın genel tutumu ayrıca. O halde roman, güzel Türkçemizin bir dil bahçesi olarak da okunabilir pekâlâ. Meczup Beybaba Masalcı ile NilüferMahir aşklarının farklı damarlar halinde, ama aynı yerleme koşut aktığı görülüyor roman evreninde. Bu da romana hoş uçuruculuk getiriyor denebilir. Yazar, kimilerinin meczupmuş gibi aldığı MasalcıBeybaba anlatılarını karmaşık düzende romana yerleştirirken hem ondaki kafa karışıklığını yansılıyor hem de anlatıdaki yarı örtük gizemi koruyup sürdürmek bağlamında bundan yararlanıyor. Bu açıdan çoklu bir işlevsellik yükleniyor anlatımdaki karmaşık düzen. Bu yaklaşım sonucunda roman büyük albeni kazanıyor kuşkusuz. Karakuş’un, kitabını uzun zamana yayarak demlendirdiği, ardı sıra iyice dinlendirdiği ortada. Yinelemeye düşmeyişi, anlatı öğelerinde sergilediği işçiliği, dilsel seçiciliği, yan anlam kurma konusunda gösterdiği hüner övgüye değer… Masalcı’nın anlattığı öyküler karışık düzende olmakla birlikte ister istemez bir yapbozun parçaları gibi gide gide bütünleniyor. Ama belirsizlikler, boşluklar kullanılarak, okurun bu tür bilinmezliklerden kalkarak bunları kendince bütünleyeceği öngörüsüyle, çağdaş anlatıya dönüştürülüp halka tamamlanıyor. Bu arada Sivas kıyımının ailelerde ekonomik açıdan yol açtığı yıkımın vurgulanışı üzerinde de durulabilir. Özetle ülkedeki tablo, iyice büyütülmüş halde önümüze seriliyor. Sonuçta yapıt, Masalcı’nın temel anlatıcı konumuyla romana yerleştiği, bu kez de onun Tanrı romancı ola KURGUDA ÖNE ÇIKAN GÜÇLÜ KARAKTER: MASALCI Romanın en güçlü kişisi, 2 Temmuz Sivas kıyımında yanan, hastanede uzun süre tutulduktan sonra iyileştirilen, ama bu arada belleğini yitirdiği için, geçmişini bölük pörçük anımsayan Mahir’in dönüştürülmüş hali Masalcı… Yazar, bu yönde sürekli bulandırmayla kesinlikten uzak dursa da okur olarak ağırlıklı bir vargıya ulaşabiliriz yine de kendi payımıza… Roman kişisinin gücü nereden geliyor peki? “…[A]ptes almak için kollarını sıvayıp camiye yönelen sakallı bir yaşlı(nın):/ ‘Hepiniz bir meczubu dinlemeye koşarsınız da biriniz içerideki derin hocayı dinlemeye gelmezsiniz,’ de(yişi)”nin (72) ortaya çıkarıp gösterdiği etkiden değil. Masalcı karakteri, şaşırtıcı, etkileyici “meczup” yanıyla herhangi romanda yaratılacak kişilerin oluşturulmasında gerçektenliğin ne denli önem taşıdığını gösteriyor elbette bize aynı zamanda. Öylesine bir karaktere dönüşüyor ki Masalcı; şeytanminarelerinden gelen fısıltılarla anlattığı öykünün kahramanlarına oranla çok daha derinlikli bir düzeye yükseliyor. Çünkü ötekiler, diyelim daha çok hep anlatılan kişiler. Oysa yazar, Masalcıyı, kendini anlatan biri gibi algılatsa da kazıyı okura yaptırıyor, böylelikle Beybaba da masal kavalcısı havasında yeniden kuruluyor anlatıda. Şu satırları Mesut Hasan Benli’nin Radikal’deki haberinden aktaran Ali Sirmen’den alıntılıyorum: “Yoldan gelip geçenlerin Ankara’nın bilinen semtlerinden Yüksel ve Konur sokaklarında nutuk atarken tanıdıkları, biraz durup bakınca, dengesinin bozulduğunu hemen anladıkları Y.Ö. eski bir avukat. …12 Eylül’de DevYol davası kapsamında gözaltına alınmış, tutuklanmış, uzun yıllar içeride kalmış ve gördüğü ağır işkence yüzünden akli dengesini yitirmiş, dolayısıyla avukatlık da yapamaz hale gelmiş.” (Cumhuriyet, 28.5.2011) Karakuş, roman karakterini, işte tam bu noktada, Sirmen’in dile getirişiyle “sözün bittiği yer”de kuruyor. Kaldı ki onun, genelde de yazarlık dürtülerine yenilmediğini, kişilerini karakterleri yönünde yapılandırdığını gözlüyoruz. Şeytanminareleri, bize “yaşamlarındaki bütün yoksunlukların acısını otele kıstırdıkları insanlardan çıkarmaya çalış(an)” (99), “koca ülkenin yüreğini yak(an) (117) yaratıklar eliyle Sivas’ta yaşamları yok edilen “yanık tenin içindeki çaresiz can”ı (73) gösteriyor. Yapıt, “yakımlı” (211) yanıyla bizi bu acıların derinlerine indirmeyi başaran yeni bir haykırış olarak yükseliyor bu nedenle. Sivas’ta yaşananları şunca yıl sonra değerlendirip düşünebilmek için ciddi bir fırsat Şeytanminareleri. 2 Temmuz Dünya Aydınlanma Gününüz kutlu olsun efendim… CUMHURİYET KİTAP SAYI 1115
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle