25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K N âzım Hikmet, Kuvayi Milliye’de Nureddin Eşfak’ın ağzından “Türk Köylüsü” şiirinde söyler ya hani: “Topraktan öğrenip/ kitapsız bilendir./ Hoca Nasreddin gibi ağlıyan/ Bayburtlu Zihni gibi gülendir./ Ferhad’dır/ Kerem’dir/ ve Keloğlan’dır.” Bilmem bunu işçimize uyarlamak doğru mu ama kendimi alamadım yazıya böyle bir başlık koymaktan. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA ‘Hoca Nasreddin gibi ağlayan Bayburtlu Zihni gibi gülen” işçimizin öyküsü... Meliha Yıldız, Veysi Atıcı, Neriman Tekin, Z.Şükran Topal (2), Hüseyin Güney, Tülin Çetin Bektaş, Mete Karakul, Zübeyde Seven Turan (2), Ali Polat, Volkan Pehlivan, Afife Demirtaş, Sevinç Tanyıldız, Şebnem Korkmaz, Erhan Ceylan, Mustafa Oğuz, Metin Macit, Muzaffer Kale, Funda Özsoy Erdoğan, Murat Ümit Telör, Özer Yıldırım, İlham Bakır (2), Hülya Özdemir, Adil Kurt (4), Serpil Eslek, Kadriye Bakşi, Demet Çaltepe, Uğur Becerikli (2), Sinan Seyfittinoğlu, Abidin Yağmur, İ.Alaittin Bilgen (2), Cennet Bilek, Duygu Gücük, Mehmet Ali Elçin, Dürsaliye Şahan, Vefa M.Baki Cinemre, Demet Eyi, Onur Sancak, Ekin Güneş Saygılı, Halide Özerden, Filiz Bilgin, Hâle Seval, Nurhayat Bezgin, Yılmaz Yücel. Listeye göre, altmış yedi yazardan onu en az ikişer öyküsüyle yer almış görünüyor seçkilerde. Bir iki eksikle yarısı kadın, belki bir iki fazlayla da yarısı erkek bunların. Doğrusu, güzel, aranılası bir oran bu. Gençerişkin dağılımında da yine denge olduğu gözleniyor. Yazarların en genci Demet Çaltepe (d.1987) en yaşlısı ise Vefa M.Baki Cinemre (18941963). Doğumlarına göre aradaki yaş farkı doksanı aşıyor. Cinemre’nin öyküsünü kızı göndermiş. Yaşamöyküsünden başkaca yazınsal veriminin olup olmadığını öğrenemiyoruz yazarın. 1970’li, 80’lilerin de azımsanmayacak sayıda olduğunu söylemeliyim yukarıdaki listede. Kitaplı yazar sayısı da oldukça fazla. Üstelik her yaş grubundan kitaplı yazarla karşılaşılıyor. Ötesinde önceki iki kitaptakilerle birlikte bunlar arasında alanda belirgin yere sahip yazar da var. Bu arada ilginçtir, öykü yazmaya ilk kez “Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri Yarışması” ile başlayanlar söz konusu. Örneğin Yılmaz Yücel (d.1976), Serpil Eslek (d.1958) ilk öyküleriyle katılmış yarışmalara. 1980’lilerin de bu yönde özendirildiği sezilebiliyor ayrıca. O halde yarışma yalnız işçi öyküsü bağlamında katkı getirmiyor, yol açtığı kışkırtıyla da genel anlamda yazınsal katkıya dönüşmüş görünüyor. Kimilerinin yeterli eğitim olanağı bulamadığı söylenebilir elbette. Yine de yazarların büyük bölümünün yüksek öğretimden geçtiği anlaşılıyor. Bu nedenle emekçi ailelerden gelen, büro işlerinde çalışan yazarlar var ama benim saptamama göre kol işçisi iki kişi: “On yıl Türkiye’de, otuz dört yıl Almanya’da işçi olarak çalışan” Binali Bozkurt (d.1943) ile “halen aşçı olarak çalışan” Adil Kurt (d.1954). İşçi öykülerinin kapısından içeri geçebiliriz artık… İŞÇİ ÖYKÜLERİNDE EVRENLER... Tuncer Uçarol, seçkilerdeki örneklerin, toplumsal konumunu çıkarıp bunların öykücülüğümüzle ilişkileniş biçimine değiniyor: “Gerçekte her edebiyatçının bir yanında bir emekçi öyküsü uyuklar… 12 Eylül öncesi yüzyıllık edebiyatımıza şöyle bir bakarsak bu yönde epey yapıt olduğunu görürüz. Bugün de; son yirmi beş yılın saptırılmış kültür anlayışı içinde, insan haklarından yana olan o yaşanmışlıkların, iç sızılı derin gözlemlerin gönülden masaya konulup yazılması, yazılanların dergilerde gazetelerde yayımlanması, kitaplaştırılması beklenir…” “…Usdurmasında yatıyor. Hedef anlatı öğesinin örtük tutulmasından, buna ulaşılacak yolda arındırı, eksilti işleminin özenle yapılıp dıştan bakıldığında öyküyle doğrudan ilişkisi yokmuş gibi duran gizil olanakların öne çıkarılmasından kaynaklanıyor. Ancak kimi öykülerde doğal, kendiliğinden akan dil, anlatım örnekleriyle karşılaşmak sevindirici. Nahif de olsa bu yaklaşımdan bütün yazarlar yararlanabilir. Burada iki örnek üzerinde durulabilir. M.Fikret Ünlüer, halk destanı havasında verimlediği öyküsünde yarattığı havayla hoş bir esintiye yol açıyor. Aşçı Adil Kurt da kuru fasulyeli, börekli öyküleriyle farklı etkiler yaratıyor. Mark Crick’in Kafka’nın Çorbası (Çeviren: Gülden Şen, Can, 2010), Tahsin Yücel’in Mutfak Çıkmazı (Can, 2005) anımsanabilir bu çerçevede. Gülmeceden yararlanan, kurgusallığıyla ön planda olan örneklere de rastlanıyor seçkiye alınan öyküler arasında. Yanılmıyorsam en doğru tutum, bu deneyimden kalkarak sıcağı sıcağına yeni işçi öyküleri kaleme almaları yazarların. İŞÇİ ÖYKÜLERİNİN İŞÇİLERİ... Bütün bu öykülerde, işçiler aracılığıyla Türkiye coğrafyasının, siyasasının, sınıf hareketliliğinin, yaşama kültürünün, dilsel, dinsel, ahlaksal vb. yaklaşımların, tüm ekinsel tutumların, özlemlerle düşlerin izini sürebilmek olanaklı görünüyor. İleride bu öykülerden yola çıkarak işçi sınıfımızı, işçilerimizi tanımak, emekçinin dünyasına girmek isteyenler, okuduklarından kalkarak onların yaşamını yeniden kurabilecek midir acaba belleklerinde? Buna koşut bir başka soru daha yöneltilebilir elbette. İleride bu öyküler anımsanabilecek midir, işçilerimizden söz edildiğinde, tıpkı Sait Faik, Sabahattin Ali, Memduh Şevket Esendal, Orhan Kemal öyküleri gibi? Böylesi anımsanmayı gerektirici bir gücü olabilecek midir bu öykülerin? Çünkü biliyoruz ki öyküler, anımsanışlarından alıyor gücünü biraz da. Öykülerin tümünün ayrı ayrı anımsanması gerekmez elbette. Ama anımsananlar da olacaktır kuşkusuz. Bunca işçi öyküsünün içinde birkaçının olsun on yıllar sonra anımsanırlığını koruması da başarıdır kesinlikle… Bu nedenle öykülerden hiç değilse bir ikisi ilköğretim ders kitaplarında okuma metni olarak yer alabilse keşke!.. Devlet, gecikmiş utancını, ayıbını böyle giderir hiç değilse bir ölçüde. Bu yüzden andığım beş öykü seçkisini de öyküseverlere öneriyorum. (Edinme adresi: Genelİş, Çankırı Caddesi, no.28, Kat 59, Ulus06030) Yıllardan bu yana işçi öykülerine verdiğiniz emek için size teşekkür borçluyuz Tuncer Uçarol. Nitekim kitaplar, pek çok yayınevinin kitaplarında göremeyeceğimiz bir özenle, en az yanlışla yayımlanmış… Siz Genelİş, siz de bu kitapları yayımladığınız için onur duyacaksınız hep! Yaa Abdullah Baştürk, gördünüz mü Usta, işçilerin öyküleriyle yaşamayı sürdürüyorsunuz hâlâ, ne güzel! HAZİRAN 2011 SAYFA 21 16 Haziran’ın bu yıldönümünde Nejat Elibol’un Direnen Haliç (III, Evrensel, 2002) romanıyla öteki yapıtları üzerinde duracaktım ya, DİSK Genelİş Sendikası ile aile işbirliğinde Abdullah Baştürk (19291991) adına sürdürülen “İşçi Öyküleri Yarışması”na katılan öykülerden oluşan seçkiler kitaplığımdaki yerlerinden düşmesin mi patır patır? Aldım bunları Elibol’un romanlarını da birkaç hafta öteye erteledim. İşçi öykülerinin yer aldığı kitaplar dedim ya, hangileri bunlar? Tümü de Tuncer Uçarol’un büyük emekle hazırladığı Genelİş Sendikası yayını Timsahın Ağzındaki Usta (2006), Kadın İşçiler (2007), Çocuk İşçiler (2007), Hüzün Dolu İşçi Öyküleri (2008), Sonu Mutlu Biten İşçi Öyküleri (2009). Bu beşinden önce Ahmet Soner’le yine Uçarol’un yayına hazırladığı iki kitap daha var. Demek yedi yılda yedi kitaplık işçi öyküleri birikimine ulaşmışız. Kitapların adları bile Nâzım’ın yukarıdaki dizesini anımsatmaya yetiyor. Ne yalan söylemeli Hoca Nasrettin gibi ağlayıp Bayburtlu Zihne gibi gülen işçilerimizin öyküleri gerçekten bunlar. Artık aramızda olmayan bir şair arkadaşım, günün birinde birden soruvermişti, “Yahu Nâzım bunu nasıl söyler? Nasıl olur da Nasrettin’i ağlatıp Bayburtlu Zihni’yi güldürür?” Tek laf etmeden bakmıştım yüzüne. Nâzım’ın şiir dehasının derinliğine inebilmek için Nedim Gürsel’in o olağanüstü çalışması Dünya Şairi Nâzım Hikmet adlı kitabını okumak bile yetecektir. Şu satırları Gürsel’den alıntılıyorum: “Nâzım Hikmet’in asıl önemi, bence, Türk şiirinde yol açtığı yenilikçi hareket ve gelişiminin belli bir evresinde geleneksel halk yazınıyla kurduğu bağ çerçevesinde aranmalıdır. O, ulusalla evrenseli özgün bir potada birleştiren ender sanatçılardandır çünkü.” (Can, 2001, 18) Ne dersiniz, dönelim mi işçimizin, işçi sınıfımızın hallerini gösteren, yukarıda saydığım kitaplardaki öykülere? İŞÇİ ÖYKÜLERİNİN YAZARLARI... İlk ikisinde kırk öykü (16+24) vardı. Bunlar üzerinde durmuştum bir yazımda. Beş kitapta yetmiş dokuz öykü yer alıyor. Toplamda yüz on dokuz öyküye ulaşılıyor böylece. Uçarol, son bir öykü seçkisiyle kitapların sekize çıkacağını, dizinin sona ereceğini söylüyor. Sekiz yıl içinde yüz otuz dolayında işçi öyküsü armağan edilmiş olacak etkinlik aracılığıyla yazınımıza. Andığım seçkilerdeki yetmiş dokuz öykünün yazarlarını bu beş kitapta yer alışlarına göre sıralayalım: Zehra Ünüvar, Mavisel Yener, Emine Başa, Şebnem Sema Tuncel (2), Ruşen Ergün (2), Sibel Kale Özmen, Erdal Atıcı, Perihan Taylan (2), Binali Bozkurt, Mevlüt Kırnapçı, Ender Özsarıkaya, Mehmet Fırat Pürselim, Selim Esen, Erhan Tığlı (2), M.Bülent Bingöl, Etem Oruç, Ulaş Başar Gezgin, Erel Mez, M.Fikret Ünlüer, Güzin Bayer, Pelin Yılmaz, Uğur Becerikli (3), Nurettin İğci, Zekiye Yüksel, talarımızın yanı sıra, ülkemizin dört bir yanından, yurtdışında yaşayanlarımızdan da gelen, amatörce, profesyonelce yazılmış ürünler de çok önemli. Bir başka olanak…” “Özetle; edebiyatı, kültürü, yalnızca ünlü yazarlarımız, ustalar oluşturmaz.” O halde öykülere bu açıdan yaklaşmak gerekiyor. Ancak Uçarol, andığım bu kitaplara verdiği emek kadar değerlendirme sunuşlarındaki saptamalarıyla da dikkati çekiyor… Bunlara satır başlarıyla da olsa değinmek yararlı olacak: “Bence bu öykülerin yarısı yaşanmış… yarısı iç sızısı gözlemler.” “(Ama) boynu bükük olmayan işçi serüvenleri de var.” “Emekçi, yaşama derdinde. Yakaladığı mutluluklar bile, hüzünle, acıyla yamalı.” “…Öykü kahramanlarımız yaptıkları işin keyfini de çıkaramıyor. Çalışmayı şöyle enine boyuna keyifle anlatan bir öykücüye rastlamadım.” “Bunların çoğu düz anlatımlı öyküler ama olsun. Günümüzdeki önemli dergilerde, kitaplarda görülen çoğu öykü de gerçekte bu biçemde değil mi?” “Belki de asıl önemli olan [“düşlek öykü”, “geleceği gören öykü”dür,] duyumdaşlıktır.” Beş kitaba dağılmış yetmiş dokuz öykü üzerine ancak genel yaklaşım içinde bir şeyler söylenebilir böyle bir yazının sınırları içinde. Bir kez özöyküsel örnekler bulunsa da büyük bölümüyle elöyküsel anlatıma dayalı verimler bunlar. Dıştan anlatımı imlemek için vurguluyor değilim bunu. İçselleştirememe gerekçesi olabilir bu. O zaman dıştan anlatım, sığınağa dönüşüp olağanlaşır yazar için. Ancak hoş, ince, içe işleyen öykülerle karşılaşabiliyoruz yine de bunlar arasında. Duyarlılık gerektiren kimi yanların duygusal düzlemde anlatıldığı da gözlenebiliyor. Duygusallığı harç yapmamalı öykü kendine, tok duruşuna gölge düşürmemeli. Böyle olduğunda öykünün çizgiselleşmesi, boyutların düzleşip derinliklerin kalktığı, düzletilmiş tutumlara yol açabiliyor. Yan anlamlara da gereğince yer verilemediğinden artalan zenginliği ortadan kalkmış oluyor. O zaman yaşantıyla olgusal gerçekliğin eli yüzü düzgün aktarılması anlatıyı öykü yapmaya yetmiyor tabii. Herhangi öykü yapılandırılırken okurun da katkısını gereksiniyor. Gazete haberine benzer biçimde olayı aktarmak, anlatımın öyküsel olmasına yol açabilir ama onu öykü yapmaz yine de. Belgesel öykülerde ise bu tür örnekler de var çünkü kitapta, başka bir temele yaslanır, böyle alır gerçeklikten payını. Öykünün en büyük gücü, faş etmekten uzak 16 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1113
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle