25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

lhan Taşcı’dan bir yargı panoraması: ‘ lahi Adalet’ Birisi eşini dövdüğü için, bir diğeri de ise kâtibesiyle ilişki yaşadığı için! ‘Mesele yargıya kimin müdahale edeceğinde!’ Özel yetkileri alınan Zekeriya Öz, HSYK’ye hangi mesajı iletti? Zekeriya Öz’e hangi HSYK üyesinin makam arabası tahsis edildi? HSYK’nin “korsan listesi” nerede, nasıl hazırlandı? Listede kimler vardı? HSYK başkanvekilini “yağlı kurşun var” diyerek, kim tehdit etti? HSYK, Ergenekon soruşturmasını ne zaman “tehlike” olarak algıladı, nasıl izlemeye aldı? Ergenekon davasına bakan hâkime göre dava kaç yılda bitecek? İstanbul başsavcısı, Ergenekon savcılarından neden ve nasıl yakındı? Ergenekon aramasına katılan polislerin avukatlığını yapan, Harp Akademileri’nden diploma alan, polise direnmekten hakkında dava açılan, türban eylemlerini organize eden ve AKP’nin teşekkür mektubu gönderdiği HSYK üyeleri kimlerdi? HSYK başkanvekili bilgisayarının hard diskini neden söktü? Zekeriya Öz’ün sicil dosyasını kim, neden inceledi? Habur’daki çadır mahkemesi nasıl kuruldu? Başsavcılığa Ergenekon için hangi talimatlar verildi? İlhan Taşcı ile İlahi Adalet adlı yeni kitabında, demokrasi ileri (!) götürülürken yargının siyasallaşma günlüğünde tüm bu soruların yanıtlarını arıyor. tek bir olay var. Yakın çevremden kitabı yazdığımı bilen insanların hepsinin ortak bir tavır alması: Emin misin? Neden? Kitabı bu dönemde yayımlamaktan! Hatta kimileri çok iyi niyetle kitabı 12 Haziran seçimlerinden sonra yayımlatmamın daha hayırlı olabileceğini bile söyledi. İstedim ki bir döneme ilişkin bir kibrit alevi kadar da olsa ışık tutabileyim. Adalet Bakanlığı’nın, HSYK’nin önüne özellikle de anayasa değişikliği için hızla geri sayım sürerken koyduğu taşlar! HSYK’nin işleyişini hangi hayati konularda baltaladığı ve yolunu tıkadığı! HSYK üyelerini çıldırtacak denli fütursuzca yaratılan sürüncemenin temel nedeni! Tüm süreçleriyle kitabında... Öyle bir gerilim ki, Türkiye, ErzurumErzincan hattında yaşanan cemaati soruşturursunsoruşturamazsın kavgasına; Cumhuriyet Başsavcısının makamında gözaltına alınıp tutuklanabilmesine bile tanıklık etti. Tüm bu “mücadelenin” altında yatan neden de bana göre basit: Yargıya hâkim olan, ülkeye de hâkim olurdu! Bir yandan yargının ilerleyeceği yeni yol haritası oluşturulurken bir yandan da yeni yolun rayları döşendi. “Bakanlığın senin deyiminle taş koymasınınkrizler çıkmasının, kavgaların, restleşmelerin ez cümle birilerinin kırmızı çizgisi ne?” dediğinizde yanıt Ergenekon’du! Bunu doğrudan o toplantılarda yer almış olan HSYK’nin üyesi söylüyor. Ergenekon’a dokunmayın da ne yaparsanız yapın anlayışı. Zaten 2010’da yaşanan kriz “benim hâkimime, savcıma dokunamazsın” kriziyken 2010’da yaşanan kriz “yargının hâkimi baştan aşağı ben olacağım” krizi. Zaten referanduma sunulan anayasa değişikliğiyle de yargıya hâkim olmanın anayasal dayanakları oluşturuldu. la oldu” diyerek kuruldan çıkartırken, 12 Eylül darbesinin hesabını soracağını iddia edenler Personel Genel Müdürünü seçimle HSYK’ye taşıdı. AKP yargıyı sahiplenme, biçimlendirme, dönüştürme noktasına gelinceye kadar tüm süreci oya gibi işledi. AKP’ye kimse kızmamalı sanki. Zira daha iktidara geldiklerinin ertesi günü söylemişlerdi: “Biz bu yargıya güvenmiyoruz!” Ve beklenildiği üzere HSYK’nin resen neredeyse çalışamaz hale getirilmesi nedeniyle yüksek yargıçların toplu istifasını da görüyor Türkiye! Cumhuriyet döneminde ilk kez oluyor bu. Başbakan ise bunu “gösteri” olarak nitelendirebiliyordu. Bu bile Türkiye’nin geldiği yol ayrımının en önemli belirtisiydi. Gerçi HSYK altı yargıç üyesi istifasıyla, bir üyenin istifa etmeme gerekçeleri de hayli ilginç, çünkü istifa eden üyeler de etmeyen üye de tarihe “not düştüklerini” belirtiyordu. Galiba aslolan düşülen notların tarih sayfasına nasıl kaydedileceğiydi. Siyasallaşma sürecinin 2009’un yaz aylarındaki yargıç ve savcı kararnamesinin çıkarılamaması ya da çıkartılmamasıyla başladığını da irdeliyorsun kitapta. 2009 ve ardından 2010’da deyim yerindeyse Türkiye’de yargı, bir kararname tutulması yaşıyor. Hükümet gördü ki her istediği kabul görmeyebilir. Hükümetin önerisi dışında, yargıçların da önerisi, düşüncesi ve isteği olabilir. Bakanlık, bu istekleri bırakın yerine getirmeyi, görüşmeye ve tartışmaya bile yanaşmıyor. Hükümetin önemsediği soruşturmalardaki savcılarla birlikte başka kentlerde görev yapan başsavcı ve savcıların yerlerinin değiştirilmesinin de görüşülmesi isteniyor. Ancak hiçbir isim için görüşmeye yanaşılmadığından herkes yerinde kalıyor. Yerlerinde kalanlar arasında, hükümetin önemsediği soruşturmalarla ilgisi olmayan iki başsavcı da var. Bu iki başsavcı neden alınmak isteniyor? “BİZ BU YARGIYA GÜVENMİYORUZ!” Yargı ile hükümetin yıldızı hiç barışmadı barışmasına ama hangi hükümet yargıyı sevdi ki... Kitapta anlatılanlar arasında o dönemin son damlaları da var sanki... Doğru, hükümetler hiçbir zaman yargı ve onun kararlarından hoşlanmadı ama hiçbir hükümet de olmadı ki, kendi yargısını oluşturmak istesin. Sanırım AKP’yi bugüne kadar iktidara gelen partilerden ayıran konu da bu. Hiç kimse 12 Eylül darbesinin eseri olan HSYK yapısını hiçbir dönem benimsemedi, tersine çok sert de eleştirdi. Ama darbecilerin HSYK’sini isteyen varmış gibi bir hava yaratıldı. Kitapta da aktardığım ayrıntı gibi görünen ama bir anlayışı ortaya koyan olay önemli. Darbeciler, 12 Eylül sonrasında Personel Genel Müdürünü “faz2011 Ë Gamze AKDEMİR apalı kapılar ardındaki yargının siyasallaşma sürecinin izini bir gazeteci olarak nasıl sürdün? Nelerle karşılaştın? Türkiye tarihsel bir süreç yaşarken, bilinmez bir dönemece de hızla ilerliyordu. O günlerde söylenenler ise aslında “hiçbir şeydi.” Belki gazeteci sezisi denilebilir ama aktarılanların hep eksik olduğunu düşündüm. O eksiklerin, bilinmeyenlerin, yeni parçaların ve olayların ardına düştüm. Ancak bu isteğin yaşama geçmesi hiç öyle kolay olmadı. Tarihe tanıklık eden kimi isimler çekinip görüşme isteğini reddetti. Önemli konumdaki bir kişi ise odasında, çalışmamla ilgili düşüncemi aktardığımda “görüşemem” yanıtını sözlü değil, önündeki kâğıda not halinde gerekçesiyle yazıp bana uzattı! O konumdaki bir insan bile korkuyorsa gerisini düşünmek bile istemedim. Unutamadığım SAYFA 14 16 HAZİRAN K Üyeler bunu kamuoyunda yargıya karşı oluşan güvensizliğe ilişkin kara bulutların dağıtabilmesi, soruşturmaların ve davaların savcıların, yargıçların isimleriyle özdeşleşmesinden kurtarılabilmesi için öneriyordu. Bakanlık’ın ısrarla direnmesinin gerekçesi “Ergenekon soruşturmasına bakan savcıyı alamazsınız, davaya bakan yargıcın yerini değiştiremezsiniz”di. Neden? Çünkü yargıya müdahale görüntüsü oluşur. Zamanla öğrendik ki, mesele müdahale değil kimin müdahale ettiğiymiş! Eski kurul zamanında Zekeriya Öz ve başkaca savcıların görev yerinin değiştirilmemesi için toplantılar terk edilir görüşmeler askıya alınır ve müzakerelere ara verilirken yeni HSYK döneminde Öz’ün elinden bırakın soruşturma dosyasını, özel yetkileri bile alındı. HSYK’nin 12 Eylül 2010 günkü “halkoylamasından önceki ve sonraki anayasa”yla çerçevelenmiş üye yapısı nasıldı? Yeni HSYK’yi Başbakan başta olmak üzere hükümet üyeleri “Hakkâri’deki yargıç da üye olabilecek” teziyle savundu. Bu sözler kulağa hoş geliyor ama sonuçlar açıklandığında görüldü ki kazananlar Adalet Bakanlığı’nın bürokratıydı. Dönemin Müsteşar Yardımcısı, kendilerine yönelik eleştiriler karşısında kamuoyundan tek bir şey istemişti: “Önyargılı davranmayın, bize bir şans verin.” Kararname kapsamındaki yargıç ve savcıların isimleri ve sicillerinin bile okunamayacağı 36 saatte, 190 hâkim ve savcının ataması yapılıverdi. Ardından hükümetin hoşlandığı kararlarda imzası bulunan yargıçlar ve savcıların terfileri, hükümetin pranga olarak nitelendirdiği kararlarda imzası bulunanların ise “sürgünleri” art arda gelmeye başladı. Şansın nasıl kullanıldığına somut örnek derseniz, Başbakan’ın dört yıl gecikmeli yaptığı şikâyet için kitaplar aleyhine dava açan savcının beş ayda üç kez terfi ettirilmesini söyleyebiliriz ya da kurul üyelerinin kendi eşlerini Yargıtay ve Danıştay’a seçmelerini... Başbakan Erdoğan’ın talimatla iş yapmakla da suçlamıştı Kurul’u. Oysa ortaya çıktı ki Kurul’a en önce kendi partisinden, AKP’den ricacı olan olana! Ricacıların arasında Erdoğan’ın AKP Genel Başkan Yardımcısı da var, komisyon başkanı da. Şaşırdığım yön, hükümet ile yargının en sert kavgaya tutuştuğu krizli günlerde bu ricaların iletilmiş olması. Biliyoruz ki HSYK’nin her kararname döneminde kimi hâkim ve savcılar için hatta yargının kendi içindeki isimler de referans olur. Sorunun temelinde yatan Başbakan’ın bu konuyu mezhepsel bir zeminde tartışmaya açması, “Dedelerden talimat alma dönemi bitmiştir” demesi. Kitapta da anlattım ayrıntılarını tam da “ilahi adalet!” dedirten türden aslında. Sil baştan şekillendirilen yeni yargının yeni Türkiyesi daha nelere gebe sence? Bir kere şu anlaşıldı ki yargının hâkimi kimse ülkenin de hâkimi o olacak. Yargının işi karışmayalım, yaklaşımı her şeyden önce samimi değil. Elbette yargı var ve olacak da. İran’da da yargı var, Berlin’de de. Ama arada bir fark var. Ülkenizde yargı olur ama adalet olur mu? Yargınız adaleti dağıtabilir mi? Bu sorunun yanıtında gizli Türkiye’de olup bitenler... gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr “36 SAATTE 190 HÂKİM VE SAVCIYI ATAYIVERDİLER” O zamanki yargıçlar, hükümetin o “en önemsediği” soruşturmaların başında gelen Ergenekon soruşturmasında yer alan kimi savcıların görev yerlerinin değiştirilmesini de öneriyor. Bakanlık yine itiraz ediyor tabii. Her iki tarafın gerekçelerini bir anımsatalım mı? İlhan Taşcı, siyasallaşma sürecinin 2009’un yaz aylarındaki yargıç ve savcı kararnamesinin çıkarılamaması ya da çıkartılmamasıyla başladığını da belirtiyor kitapta. İlahi Adalet/ İlhan Taşcı/ Cumhuriyet Kitapları/ 288 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1113 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle