02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

nomik or.” ğmen iğinin Direlliğini; nasıl tesi ncel olk a dünDK’yi temel mel nedenda hüık. Bu aha az faşist urtulihtiumaktiyaçlartakım an son utmaktutkudur. anma , Dide, 19. adamde u heiden u. Bu geçer ¥ ze rağmen öylesine iki büyük hedef var ki, her biri en azından savaş, işgal, sömürgecilik kadar önemli ve dramatik. Bunların ilki çok yoksullarla çok zenginler arasında büyüyen farklılıkta yatmaktadır. Konu hakkında çalışan, istisnasız tüm iktisatçıların hemfikir olduğu tespit bu farkın son 30 yılda vahim derecede açıldığıdır. Üstelik yeryüzündeki aşırı yoksulluk ve dengesizlik bütün ülkelerde büyümektedir. Hatta zengin ülkelerdeki çok derin yoksullukla, örneğin bazı banliyölerde hayatta kalma kavgası veren en yoksulla en zengin ve ölçüsüz servetler arasındaki uçurum tahammül edilmez boyutlara erişmiştir. Buralarda da aynı uyarıya ve/veya teşviğe, durumun değişmesi için mücadeleye, sosyal değişimi vurgulayan siyasi bir partinin veya partilerin varlığına, desteğine ihtiyaç vardır. İkinci hedefe gelince: Daha önce değindiğimiz bir husus yerkürenin bozulması. Bu noktada da davaya sahip çıkmak, angaje olmak çok önemli. Aynı kararlılık gerekiyor. Özellikle de, böyle gelmiş, böyle gider diyerek kanıksayanlara, göz korkutanlara veya farklı yıldırmalara pabuç bırakmamak zorunlu. Bu davranışlara mutlaka tepki gösterip, öfkelenip, isyan etmeliyiz. “İslam ile bağını sürdüren Türkiye benim gözümde modern İslamın simgesidir. Gerilememek kaydıyla Türk İslamı mağrip hatta maşrık ülkelerine örnek oluşturabilir”. nız veyebileları, çeyle iklere, duymaer varinliler etli poakat , Alulayı adığım yorsuucu ve müz gençler yacak da bu yor. mnun kelenbir nasıl ayrıntı a ciddi malar ıkması üzyüze varlığımeyen sizliğiıyor. odakeğişhazırtalepmek isnin kaöne çılebi diniz arı yame arerçek mı atmış ¥ i “ÖFKELENMEK İLK ADIMSA, ÇÖZÜME GİDEN YOL EYLEMDEN GEÇER” Gerçek bir sosyal ve ekonomik demokrasi için önerileriniz nedir? Sanırım bu konuda öncelikle yakın dönemlerde yazılmış, kayda değer eserlere başvurmakta yarar var. Soruları en iyi biçimde sorup çözüm getirenlere yakından bakmak gerekiyor. Son zamanlarda sıkça yaptığım gibi en başta Edgar Morin ve son çalışması “La voie/Yol”u L zikretmek isterim. Sonra da Peter Sloterdijk ve “Tu dois changer ta vie/HaT yatını Değiştirmelisin”, Susan George L ve “Leur crises, nos solutions/Onların Krizleri, Bizim Çözümlerimiz” başlıklı eserlerini salık veririm. Acilen ve yoğun olarak üzerinde düşünülmesi gereken nereden başlanacağına karar verilmesidir. Kapitalizmin kuralları yerine toplumsal ve dayanışmacı bir ekonomi, sanayileşmiş bir tarım yerine aktif bir çevrecilik ve ekolojik tarım ilkeleri uygulanabilir. Aslında izlenecek yol haritası bir anlamda belirlenmiş durumda. Eksik olan siyasi irade ve insanların, özellikle de gençlerin cesaretsizliği ve güven yetersizliği. Henüz yeterli sayıda insan bu sorunların çözülebileceğine inanamıyor. Veyahutta birazcık zorlandılar mı cesaretleri kırılıveriyor. Dolayısıyla benim çağrım insanları davaya sarılmaya davet çağrısıdır. Bildiğiniz gibi “Engagezvous/Angaje OlunuzDavaya Katılınız” ikinci bir küçük kitap çıktı. İlkinin mantıki uzantısı. Bu defa, öfkelenmek yetmez, öfkelenmek ilk adımsa, çözüme giden yol eylemden, mücadeleden geçer, diyoruz... Batı kamuoyu oldukça kolaycı bir biçimde İslam ile demokrasi arasında bir uyuşmazlık olduğunu savunur. Gerçi Arap ülkelerinde son kaydedilen gelişmeler en kuşkucuları dahi düşündürmüş olsa da şimdilik kesin bir olgudan konuşmak zor. Sizce demokratik bir yaşamla Müslüman toplumları bağdaşabilir mi? Birincisi: İslamın uzun bir tarihi var. Bu geçmişte öyle bazı dönemler vardır ki, bu dönemler yaşanmamış olsa bugünkü modern dünyayı görebilmek hayal olurdu. Ortaçağ’dan sonra mesajı ve katkılarıyla İslam olmasa Avrupa’da günümüze geçiş sağlanamazdı, nerede ol . duğumuzu bilemezdik. İbni Sina, İbni Rüşd gibi İslam bilginleri sayesinde antik düşüncenin modernleşmesi gerçekleşti. Sonra İslam düşüncesi maalesef özellikle Vahâbilik etkisinde bir gerileme yaşadı. Aynen bir zamanlar Katolik kilisesinde, örneğin engizisyonda olduğu gibi tutucu anlayışlar İslam dinini bloke etti, gelişmesini durdurdu. Beni şahsen hiç bağlamasa da son yüzyıllarda açılan Katolik kilisesi modernleşmeyi, çağına uymayı başardı. İslamda aynı yoldan geçebilir, geçmelidir. Yoksa İslam ile demokrasi arasında aşılmaz bir çelişki olduğuna inanmıyorum. Kaldı ki önümüzde bu süreci denemiş, denemeye devam eden, sizin de yakından tanıdığınız bir toplum var. Türkiye bir anlamda bu aşamayı, hareketi başarmış bir ülkedir. İslam ile bağını sürdüren Türkiye benim gözümde modern İslamın simgesidir. Gerilememek kaydıyla Türk İslamı mağrip hatta maşrık ülkelerine örnek oluşturabilir. İslamda modernleşme eğilimi Türkiye’den güç alabilir. Sizce insan hakları, cumhuriyetçi değerler, özgürlük, eşitlik gibi kavram ve ilkeler yalnızca judeoHıristiyan kökenli toplumlara, kültürlere özgü birtakım gelenekler midir? Bu noktada İslam ile bağdaşmazlıktan söz etmek olası mıdır? Hayır! Hiç böyle düşünmüyorum. Çünkü 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kaleme aldığımız yoldaşlarımın çalışmalarının gerçekten çok başarılı olduğuna inanıyorum. Gerek anlaşma (pakt) gerek bildirge metinleri istisnasız herkes tarafından kabul edilebilir metinlerdir. Konfüçyüsçülerden Budistlere, Katoliklerden Müslümanlara, Musevilerden Protestanlara herkese saygılı, herkesi birleştiren bir dil ve tanımdır. Tanrı’ya hiçbir atıfta bulunulmamakta, metinde Tanrı sözcüğü kullanılmamaktadır. Temel sözcükler erkek ve kadındır, insandır, kişidir. Hemen hemen her paragrafta bu sözcükler geçer. Yazılanlar içtenlikle arzulanan ve hedeflenen insan özgürlükleridir. Nerede yaşarlarsa yaşasınlar, kadın veya erkek özgür, kendi vicdan ve inançlarında serbesttir. Bu metni Batılı olduğu, bazı gelenek veya kültürlere uymadığı gerekçesiyle reddedenler apaçık bir ikiyüzlülük yapmaktadırlar. Beyannamede öngörülen hakları kendi yurttaşlarına uygulamak istemeyen devletler kendi iktidarlarını kaybetmekten korkan yönetimlerdir, yurttaşlar değil. “ÇOĞULCULUKTAN YANAYIM” “Öfkelenin!”den sonra ikinci bir kitap yayımladınız, “Engagez Vous/Angaje Olun!”daki çağrınızın, davetinizin amacı nedir? İlkinin mantıki devamı sayılabilecek bu ikinci kitap daha fazla ayrıntıya giriyor. Özellikle de gençlerin uğraşması, mücadele etmesi gereken sorunları ele alıyor. Örneğin ciddi bir göç sorunu vardır. Daha iyi anlamak zorundayız. Toplumlar niçin hareket halindeler, insan yığınları niçin dünyanın bir noktasından başka bir noktasına göçüyor. Aslında bu daima var olmuş bir olgu. Roma İmparatorluğu’nda bile “Barbarların İstilası”ndan söz edilirdi. Tarih kanıtlıyor ki, istilacılar gerçekte pek o kadar da barbar değillermiş. Peki, uygarlık adına sömürgeler kurmayı nasıl açıklayacaklar? Amerika’yı nasıl işgal ettiler? [Gülüyor UH] Kısacası göç hareketlilikleri tarihin bir parçasıdır. Sürekli var olmuştur. Yapılması gereken konuyu akılcı ve insan haklarına saygılı bir biçimde ele almaktır. İşte pekâlâ angaje olunabilecek (sarılabilinecek, katılabilinecek) bir dava. Bir başka eylem alanı adalet. İnsanoğlu için elzem olan kaynakların daha eşit dağılımı. Aynı zamanda belli bir biçimde azla yetinmenin, ölçülülüğün öğrenilmesi gerekiyor. Günümüz toplumlarında fazlaca sarhoş olduk, anormal tükettik. Onlara artık biraz ılımlı, sınırlı tüketmeyi öğretelim. [Burada “SobriétéEbriété/Mutlak PerhizSarhoşluk” sözcükleri, ikilemiyle oynuyor. UH] Enerji veya suyun kullanımındaki aşırılığı sınırlayalım. İşte bu ve benzeri somut eylem alanları bu ikinci kitapçıkta yer alıyor. Özellikle gençlere yönelik bu söyleşi kitabında sorumlu yurttaşlığa yaraşır mücadele araçları öneriyorum. Böylelikle yürümeyen işlerin üstüne gidebilir, çevrelerini bilinçlendirebilirler, çözümlere katkıda bulunabilirler. Peki insanların, bireylerin uğraşıları nasıl bir kolektif, toplu mücadele zeminine oturabilir? Siyasi partiler, STK ve benzerleri konusunda bir tercihiniz var mı? Şahsen bu alanda daha ziyade çoğulculuktan yanayım. Demokrasilerde, tabii ki gerçekten demokratiklerse siyasi partileri kullanmak gerekir. Seçimlerde oy kullanmamak, kayıtsız kalmak kişisel planda tam bir skandaldır. İçinden veya dışından siyasi hayata bilfiil katılmak 26 zorunludur. Fakat isteyen dini bir örgütlenmeyle angaje olabilir. Kuşkusuz hangi doğrultuda çalışacağı çok önemlidir. Niçin olmasın? Bugün çoğu dinler insani birtakım değerlere titizlikle sahip çıkmaktadırlar. Sendikalarda mücadele çok etkili yollardan biri olabilir. Kooperatiflerde, elbette ki Amnesty International, FIDH gibi her türlü insan hakları kuruluşlarına girilebilir. Artık çok sayıda modern iletişim aracı sayesinde son derece yaygın ve etkili toplumsal ağlar, örgütlenmeler; ATTAC veya dünya çapında sosyal forumlar kurulmaktadır. Sanırım dünyayı, toplumu değiştirmek için bir davaya sahip çıkmak duygusunu tatmin edecek bütün bu yollar geçerlidir. Sağlam, ciddi, uygun mücadele araçları vardır. Y “Yüzyılla Dans Etmek” başlıklı anı kitabınızda gençlerin 1968’de yaşlıların gelmiş geçmiş egemenliğini kırdığını yazmıştınız. Bu iyimserliğinizi bugün de sürdürüyor musunuz? Dilerim ki hiçbir zaman gençlere olan inancımdan dönmem. Bu inanmak sözcüğünü deşmek gerek. Bütün gençliğin enfes olduğuna ve her soruya doğru bir cevap bulabileceklerine inanacak kadar da saf değilim. Açıkçası böylesi bir “gençcilik”den sakınırım. Ama bugünküler dahil bütün nesillerde hamuru karacak mayayı bulan küçük bir azınlık çıkmıştır. İşte bu azınlığa güveniyorum. En güçlü tüketim toplumlarında gençlerin çoğunluğu umursamaz bile olsa, direnişçi bir küçük azınlık var olmuştur. “Direnmek üretmektir.” Bu gençler geleceğin tohumlarıdır. Değişimin tomurcukları daima onlarla açacaktır. Hayat boyu çok sadık, ayrılmaz bir yoldaşınız olmuş: Şiir. Üç dilli bir şiir A antolojiniz var, başlığı “Ah Benim Belleğim Şiir, Benim Gereksinim”. Niçin Şiir, niçin üç dilli bir kitap? Sadece bu üç dili [Almanca, Fransızca ve İngilizce UH.]çok iyi bildiğim için. Mahmut Derviş’li Arap şiiri veya Rus şiirini dinlemenin tadına vakıf olmuş bir insanım. Ancak bu dillere tam hâkim değilim. Şiiri anlayabilmek, şairin tam tadına varabilmek için bir dili çok iyi tanımak zorunludur. Çeviriye inanmıyorum. Muhteşem çevirmenler var. Olağanüstü çeviriler yapabiliyorlar. Ama şair en güzelini, en âlâsını kendi dilinde veriyor. Bazen Nâzım Hikmet’i düşünüyorum. Oğlum birçok şiirini ezbere biliyor. Çok iyi çevrilmiş. Ama Nâzım’ı kendi dilinde, Türkçe okumak başka bir şey. Bu nedenle yalnızca üç dile yoğunlaştım. Bu kadar bile epeyce zengin bir varlık oluşturuyor. Bu varlık içinde belleğime kazınanları seçtim. Zira bir şiiri okuyup güzel bulabilirim. Ama belleğime girmesi için bir şeylerin çarpması gerek. O anda onu ezbere bilmek isterim. Bu enerji ve mücadeleci gücünü hangi kaynaktan besliyorsunuz? Kadınlar. Başta annem olmak üzere kadınlar hayatımın motor gücü, enerji kaynağı olmuşlardır. Onlara minnettarım. Bir şiir alıntısıyla bitirsek... Apollinaire ‘Mirabeau Köprüsü’nden bir alıntı. “Aşk şu akar su gibi kayıp gidiyor Aşk gidiyor Hayat nasıl yavaş Ve umut nasıl şiddetli Gelen gece saati çalıyor Ben kalıyorum günler kayıp gidiyor.” Öfkelenin/ Stéphane Hessel/ Çeviren: İsmail Yerguz/ Cumhuriyet Kitapları/ 56 s. MAYIS 2011 SAYFA 5 1110 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1110
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle