03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ş enellikle askerlerin yaşamını ve onların manevi yönden olgunlaşmasını konu alan şiirleriyle ün yapmış olan şair Yevgeni Mihayloviç Vinokurov, 22 Ekim 1925 tarihinde Bryans kentinde, ordu mensubu olan M. P. Peregudov’lar ailesinde dünyaya geldi. Annesinin soyadını kullandı. Onuncu sınıf öğrencisiyken, İkinci Dünya Savaşı patlak verdiği için, dokuz ay gibi kısa bir sürede subay yetiştiren Topçu Subay Okulu’na gitmek zorunda kaldı. 1943 yılının sonbaharında topçu takımı komutanı olarak cepheye gittiğinde 18 yaşını bile henüz tamamlamamıştı. Savaşın sonunu Silezya’da karşıladı ve terhis oldu. 1948’de Leningrad’da Maksim Gorki Yüksek Edebiyat Enstitüsü’ne başladı. İlk şiirlerini de o zaman yazdı. 1951’de enstitüden mezun oldu ve aynı yıl ilk şiir kitabı Görev Şiirleri ve beş yıl sonra da Boris Pasternak’ın takdirini kazanan, ikinci kitabı Mavilik (1956) yayımlandı. Onu, hepsi askerlikle ilgili lirik şiirlerden oluşan İtiraflar (1958), İnsan Yüzleri (1960), Söz (1962), Müzik (1967), Karakterler (1965), Ritim (1966), Seyirlik (1968) Jest (1969), Eğretilemeler (1972), Nesnenin Gücüne Göre (1973), Malloy Bronno’lu Serejka (1974) başlıklı kitaplar izledi. Bunlardan sonuncusu 1953 yılında yazılmış olup cepheden geriye dönmemiş çocuk yaştaki Moskovalıları ve çaresizlik içinde onları bekleyen annelerinin yürekler acısı durumlarını anlatan küçük bir şiir temelinde geliştirildi. Söz konusu şiir, sadece 20. yüzyılda yazılmış savaş konulu şiirlerin en çok sevilenleri arasında olmakla kalmayıp, 1958’de A.Y. Eşpaem tarafından bestelenince daha da ünlü oldu. Yaratıcılık temposunu asla düşürmeyen şairin daha sonra Zıtlıklar (1975), Ev ve Barış (1977), Kısmet (1978), Derin Saygı (1981) Varlık (1982), Kosmogonoji, İpostas (her ikisi de 1984 ve 1987’de SSCB Devlet Ödülü’ne değer görüldü), Yazgı (1987), Gündönümü (1989) adlı kitapları yayımlandı. Vinokurov temel konu olarak insanoğlunun ve sanatçının çok karmaşık ve fırtınalı bir tarihsel süreç içindeki manevi gelişmesini ele alıp onu gözlem, düşünce, ya da duygu (yaşantı) olarak şiirlerine yansıtırken, değindiği her şeyin ayrıntılarına inmeye çalıştı, bunu yaparken tüm ciddiyetine ve lirizmine belli bir ölçüde mizah öğesi katmaktan da kaçınmadı. Öyküleyici şiirlerinde ise ayrıca, büyük bir titizlikle izlediği kurgusal uyum içinde, mantıksal bütünlüğe bağlı kalarak, toplumsal yaşamdaki güzellikleri göstermeye ve insan ilişkilerini yozlaştıran negatif öğeleri özellikle vurgulamaya özen gösterdi. Onun şiirleri sürekli etik maksimalizm, felsefi yorum ve psikolojik derinlikle dikkat çekti ve genel olarak insanoğluna “sonsuza değin yenilenme ve kendini aşma çabası içinde” olması gerektiği mesajını verdi. Edebiyat kuramı ve genel sanat konuları üzerine yazmış olduğu yapıtlarla birlikte bazı uzun öykü kitaplarına ve çevirilere de imza atan Yevgeni Vinokurov 23 Ocak 1993’te Moskova’da öldü. HAMLET Konmasıyla kalas ve direklerin Sahneye dönüştü depo alanı Hamlet’i oynayan onbaşı Dyadin Hüzünlü haliyle hep alkışlandı. Bölük komutanı için aslında iir Atlası CEVAT ÇAPAN Yevgeni VİNOKUROV/ Şiirler/ Çeviren: Ahmet Emin ATASOY ‘Öğrencini iyi yetiştir, ressam, Öğretirken, sen de bir şeyler öğren’ O bilinçli askerlerden biriydi… Hafif şişmandı ve yanaklarında Kırmızılık vardı, yüzü çilliydi. Hele o dağınık perçemi ile Sahnede kederle dize gelerek “Olmak ya da ölmek” dediğinde de Güldürürdü hepimizi bire dek. Benim çok tiyatro sahnelerinde Nice Hamlet’leri seyretmem oldu Gamlısını, hırslısını, züppesini de… Her temsilde tüm nefesler dururdu, Dürbünler parıldar, “ah” çekilirdi… Ne yetenek, ne ihtiras, ne oyun! Ama bizimkisi bizden biriydi Hemen yanı başındaydık biz onun. MOSKOVALILAR Uyuyorlar Visla diye Bilinen kutsal toprakta Maloy Brannolu Sergey’le Mohovolu dostu Vitka. Ama uzak bir yerlerde Bilinmez kaç günden beri Issız kiralık evlerde Uykusuzdur anneleri. Kimsesiz bir ışık yine Konuğudur Moskova’nın – Maloy Branna üzerinde Bir de üzgün Mohova’nın. Dostları filmleri çoktan Hep onlarsız seyrederler. Kızlar bıkıp düş kurmaktan Başkasıyla evlendiler. Gece sanki ıssız deniz Kımıltı yok yapraklarda. Maloy Branna müthiş sessiz Müthiş sessiz Mohova da. *** Al. Mihaylov’a Öğrencini iyi yetiştir, ressam, Onun için, seferber et kendini, Elini izlesin eli durmadan Varsın çiziktirsin istediğini, Kendisini kâhin sansın bir zaman Varsın üstün görsün şansını senden. Öğrencini iyi yetiştir, ressam, Öğretirken, sen de bir şeyler öğren. O ŞEHRE BENİM DE GİTMİŞLİĞİM VAR O şehre benim de gitmişliğim var Hem bir kadın sevdim orda yürekten. Önümde suçluydu sonsuza kadar Ve onu asla unutmadım ben. Evi orda. Birileri yakında Öldüğünü söylediler geçen güz… O hem nazik, hem kindardı aslında, O hem sahtekârdı, hem de çok aziz. … Evrenin zor sorunları önünde Susmaktayım, ne söz, ne tepki benden. Bilinçsizce ağlıyorum bugün de. Her şeyi bilmeme ağlıyorum ben. PARAŞÜT AÇILMADIĞI ZAMAN Halkayı çekip salınmaya başladığında Açılmazsa eğer paraşüt denilen sihir Ve uçsuz bucaksız ormanlar varsa altında Bu, artık kesinlikle, senin sonun demektir. O anda tutunacak bir şey olmadığından Ve kimseden yardım gelmeyeceğine göre Yay kollarını, özgür bir kuş gibi havalan, Göğün hâkimi gibi bırak kendini yere. Hiç dönüşü olmayan bu yolculuğun sonu Sana yine de son kez son bir şans tanıyacak: Ömrünün en rahat düşüşü olacaktır bu Tüm evrenin sessizliğini kucaklayarak. SEVGİLİLERİMİZ Biribirine ne çok benziyor onlar Kimi neşeliler, kimi de üzgün, Kıskanırlar, darılırlar, ağlarlar, Ne ki affederler yine de bir gün. Öperler. Kalbimiz döner ocağa! Ellerini elimize alırız. Hep öyle göz göze, yanak yanağa 26 G *** Dünyayı parçalara böldü Picasso yine Ustaca yüzdü derisini. Tabak kırarcasına. Gergiye, tekerlere gerildi dünya. Acele. Her taraf yonga dolu. Her taraf – kurukafa. Yoruldu. Eğlenmeli yarım saat bari. – Eh, ko eğlensin! – Ama, o surat da ne surat! İşte bir kahvehane. Ve dalıyor içeri. Bak: gözyaşı, aktı akacak… Ayrıştır onu ve tat! *** Haç çıkardı Gotlar… Suya girdiklerinde Yüzlerinde tevekkül edişin izi vardı. Ama sert yumruk gibi sıkılmış ellerinde Onlar hiç kutsanmamış hançer taşıyorlardı. Teslimiyette de belli bir sınır olmalı hani, İktidarın buyruğu nasıl olursa olsun… Ben yumruğum oldukça güvencedeyim yani İktidar da gücünü kendisine korusun. *** Ben onu anımsamıyorum. Ben Moskova’daki Kiralık evde de görmedim onu, Askılarını yakalamaya çalışırken, Takabilmek için Arka kısmına pantolonun. Onun çıplak duruşunu da anımsamıyorum Karantina kuyruklarında Sıvı katran sabunuyla avuçlarında. Rezalet anında bile Anımsamıyorum onu ben, Hani “antabka” sözcüğünü unutup Başı önde susarken. Başçavuşun buz bakışlarına karşı Attığı o korkunç çığlığı da Anımsamıyorum. Sadece o iki gözünü anımsıyorum onun, Yarı bitkin bir yüzyılın içinden bakan, Çomaklaşmış kopuk bacaklarını Ellerimle tutarken onun Döşeme tahtalarına vurmasınlar diye Karoseri sarsıldıkça kamyonun. Ömür boyu kalacağız sanırız. Ola ki siz ters bir yanıt verdiniz Ya da sert göründü bakışlarınız İstemeden “vaktim yok” mu dediniz Günler boyu soğuyacak aranız. … Oysa ne güzel ilk serseri ışık Camdan süzülürken sabah çok erken Seyretmek onları saçı dağınık, Sere serpe koynumuzda uyurken. Sevgililerimiz! Savaş gününde Yırtık torbalar ve postallarla biz Koşarken gecenin çamur gölünde Eşlik ettiler hep üzgün ve sessiz. Mertçe yürüyorduk. Yiğittik bizler, Onların üzüncü – saçmalık demek! Yine de peşimizden akın ettiler Gözlerini şallarıyla silerek. Gece boyu beklediler peronda Hıçkırıklarla ve başları açık, Tüm vagonlar geçene dek sonunda Ve yağmurda yitene dek son ışık. Kışın da buzlanmış kaldırımlarda Ta iliklerine kadar donarak Elde karne, beklediler onlar da, Çavdar ekmeğinden medet umarak. Savaş bizi savursa da iyice, Taşıdık onların anılarını: Biliyorduk, gece yatmadan önce, Sürekli dışarı baktıklarını. Sevgililerimiz! Biraz gaddarlar – Dört yılda üç mektup, işin aslı bu! Ama bizden her gün yanıt umarlar Ve öperek okurlar her mektubu. Gün oldu trenlerle gelerek onlar Ta cephe hattında buldular bizi Ellerinde eski püskü bohçalar Yine de yaşarttı gözlerimizi. Oysa kuralcıydı nöbet tutan er Sert sert bakıyordu onlara doğru Onlar kâh kibarca rica ettiler, Kâh tutup öfkeyle sarstılar onu. Kalabilirdiler burda yıllarla Böyle gergin ve beklenti içinde Ellerinin süsü o nasırlarla Ve bitmeyen aşkla yüreklerinde. *** Yine ıslak şapkasında damlalar Ve boş ceplerinde anahtar sesi. Geliyor o – şanssız, bir Hamlet kadar: Gecelerin Lüzumsuz Şövalyesi. Güzün yaprakları ayaklarında Yavaşça yönünü değiştiriyor İlk girdiği meyhanede anında Yarı soğuk bir biracık istiyor. Dökülüyor titrek ellerde içki Ardından sessizlik, Sonra hıçkırık: Bu, dünya önünde bir isyan belki, Bu, kaybolmuş yaşam için bir çığlık. MAYIS 2011 SAYFA 23 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1110
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle