Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Taylan Altuğ’un kaleminden Reşat Nuri Güntekin’i okumak Taylan Altuğ’un Bir Ruh Kimliği: Reşat Nuri Güntekin adlı çalışması, hem Cumhuriyetin ilk yıllarında roman, hikâye ve oyun eserleri yazan Güntekin’i hem de romanlarındaki kahramanlarının içsel yolculuklarını, Anadolu’yu ve Anadolu insanını tanımak için bir okuma yolculuğu sunuyor. Ë Hâle SEVAL ir Ruh Kimliği, derin felsefi yöntemlere boğulmadan ama felsefenin tınısını da kulaklarımızdan eksik etmeden yazılmış bir kitap. Yazın hayatına, Birinci Dünya Savaşı sonlarında Zaman gazetesinde tiyatro eleştirileri yazarak başlayan Reşat Nuri, 1892 (1889) yılında İstanbul’da dünyaya gelir. 1956’da Londra’da ölür. Altuğ, kitabına “Yalnız Kalplerin Anadolu Serüveni” adlı bölümle giriş yapmış. Güntekin’in romanlarında birbirini açımlayan iki ana nokta belirlemiş. Bunların ilki, “yazarın roman dünyasının canlandırıcı ilkesi, tini olan bize özgü bir duygu ethosu, ikincisi ise bu tinin içerisinde gerçeklik kazanan zengin Anadolu freski.” Altuğ, “geleneksel duygu dünyamızın değerlerinin en içeriklisi olan aşkı, geleneksel dünyamızda yalnızca bir ‘ilişki’ değil, fakat bireysel bir arayış serüveni, bir bilinç ve kendi kaynağını bulma serüveni” olduğunu söyler ve sorar: “Reşat Nuri romanlarının başlıca izleğini oluşturan da bu değil midir?” Televizyon dizisi olarak uzun bir dönem de oynayan Yaprak Dökümü’ndeki Ali Rıza Bey’in paradoksal biçimde aşırı ahlakçılığının kurbanı oluşunu, Dudaktan Kalbe adlı romanında toplumsal kariyerinin doruğuna yükselen Hüseyin Kenan’ın, kişiliğinde Lamia’nın açtığı değer boşluğunu asla kapatamadığını bize anımsatır: “Köşklerde, yalılarda, konaklarda, bağ evlerinde, çiftliklerde, izbe köy evlerinde, harabe hükümet binalarında, virane okullarda, loş tren istasyonlarında, tozlu köy yollarında; ama “hiç bitmeyen bir mehtabın” altında soluk alıp veren bu yanardöner insan mozaiğinin örtüsü kaldırıldığında, karşımıza çıkan tam da Anadolu’nun ruhudur. Reşat Nuri anlatısının bütünü, sanki bizi bu ruh’la duygudaş kılmaya adanmış gibidir.” Reşat Nuri romanlarını okumak için şiirsel bir girişle bizi hazırlayan Altuğ, kitabının Birinci bölümünde “Öldüren Aşk” temasının derinleştiği Reşat Nuri’nin üç romanı Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi ve Bir Kadın Düşmanı’nı ele alır. Dudaktan Kalbe romanın “ölümcül bir duygusal çöküş serüveni üzerine kurulu, sahici duygusallıklar üretebilen bir roman olduğunu” söyler Altuğ ve devam eder: “Romanda izi sürülmesi gereken tema, kaybedilmiş olan, saf sevginin derin boyutlarını içeren, alçakgönüllü, ince gizlerle örülü duygusal değer dünyasına yeniden dönme peşindeki umutsuz çabadır. Umutsuz olduğu kadar trajik de olan bu çabada yansıyan hakikat, pastoral’in kışkırtıcılığı altında serpilip gelişen romantik aşkın, sürüklendiği toplumsal dolayımı (sahte değerler dünyasını) olumsuzlayarak kendi ‘ide’sine ulaşmasıdır.” Akşam Güneşi’nde, “romanda baş kişilerin sürekli bir ‘ruh gurbeti’ olarak yaşadıkları o boşluk, o kendi kendinde olamayış, bu açıdan bakıldığında, parçalanmış soylu dünyanın ‘trajik kaderi’nin içsel bir göstergesi olarak görüldüğü” söyler. “Romantik ruh, öznelliğini dışsallıkla bağdaştırmayı başaramamış; sınırsız istemesinin var olmayan nesnesini ararken, kendi kendisini tüketmiştir.” Bir Kadın Düşman’ı adlı romanda Altuğ’un açıklamalarına göre, “örtük biçimde bize sezdirilen ‘öteki gerçek’, kahramanın mektuplarında ilişkinin derin boyutu olarak konumlanır.” Kitabın ikinci bölümü “Madalyonun İki Yüzü”nde, Anadolu’nun Kurtuluş Mücadelesi yaşadığı dönemin Zeyniler köyünün öğretmeni olan Çalıkuşu Feride ve İnkılâpçı Şahin Hoca ele alınır. Altuğ, “Feride’nin geleneksel erkek egemen toplumda başı öne eğik kadın imgesini parçalayan ve hayata tek başına tutunmaya çalışan gen kız kimliğinden derin izler taşıdığını” söyler. Sadakati biricik erdem kılmayı başarmış kişiliğiyle Şahin Hoca’nın şahsiyetinde yer açan değişiklik yazılırken romandan yapılan alıntılarla pekiştirilir. Devamında kitap “Taşrada Hayal ve Hakikat”, “Yeni Hayat Karşısında”, “Aykırı Kişiler, Aykırı Durumlar” ve “Toplum Katındaki Mağdurlar ya da Onur Sorunları” adını verdiği altı bölümden oluşur. Altuğ, Bir Ruh Kimliği Reşat Nuri Güntekin adlı kitabıyla Cumhuriyetin ilk yıllarını, Anadolu’yu, aşkı ve insanı bugün, bir yazarın gözünden bakarak tekrar değerlendirmek için önümüze bir fırsat koyar. Bir Ruh Kimliği Reşat Nuri Güntekin/ Taylan Altuğ/ İnkılâp Kitabevi/ 176 s. B Meral Akbaş’tan ‘Mamak Kitabı’ Yarasını unutmadan yürüyenlere... Meral Akbaş’ın Mamak Kitabı isimli çalışması, 12 Eylül koşullarının sürekliliğinde dondurulmaya çalışılan zamana karşı şiddetin mekânı cezaevinde devrimci kadınlarca yaratılan direnişi anlatıyor. Ë Özge KELEKÇİ u ülkede yaralar gösterilmeye başlandığında tartışmalar, “travma”lara odaklanmaya başladı; 12 Eylül öncesi ve sonrası ile bir travmalar kronolojisi haline geldi. Akbaş ise sorusunu burada sormaya başlıyor; işkencelerin, yenilgilerin, bozgunların ortasında kadınlar için “başka” bir hayat akıyor muydu? Darbe ve direniş, dışarısı ve içerisi, tarih ve gündelik, örgüt ve birey ikiliklerinin tümünün kadınların cezaevi deneyimleri bağlamında yeniden sorgulandığı bir alan olarak Mamak AsSAYFA 18 26 MAYIS B keri Cezaevi kadın koğuşları, Akbaş’ın sözlü tarih çalışmasıyla “Peki ya devrimci kadınlar?” sorusuna işaret ediyor. Akbaş çalışmasının ilk bölümünde, tahakküm ve kapatma koşullarında kadın deneyiminin görünür kılınması için neden sözlü tarih yöntemini seçtiğini ve kendisini “bu çimenler üzerinde koşmaya” hazırlayan koşulları tartışıyor. Dışarısı ve içerisi tartışmasının yürütüldüğü bölümler olarak ikinci ve beşinci bölümler ise Akbaş’ın Mamak Cezaevi’nden hepimizin yüzüne tutup çevirdiği bir ayna gibi. 12 Eylül döneminde dışarıda kalmanın hikâyesiyle cezaevinden çıkan kadınların dışarıdakilerinkiler arasındaki bağlantı, aslında bu ülkenin son otuz yılını ve geleceğini şekillendiren gerilimden başkası değil: “Dışarda neye direneceksin? Karşında seni döven bir asker yok ki!’ Bu cümlelerin ardından hayatın her alanına yayılan gündelik şiddetten bahsediyor Hayat: ‘Ama var hayatın içerisinde… Senin böyle hayatına, düşüncene, bakış açına, zihniyetine girmeye başlıyor yaşam biçimi olarak.” Sınır noktalardaki sınır kimliklerin keşfettiği farklı direnme stratejilerinin iktidar ilişkilerini nasıl bozguna uğratılabileceği, Akbaş’ın çalışmasının üçüncü ve dördüncü bölümlerinde ayrıntılı biçimde inceleniyor. Kitabın ana örgüsünü oluşturan ve “Mamak Askeri Ce zaevi’nin Başka Hikâyesidir” başlığını taşıyan dördüncü bölüm ise içerinin mümkünüyle mümkünsüzlüğünü cezaevinde gündelik yaşamın ayrıntılarıyla tartışıyor. “Başka”lık kavramı etrafında örülen pratikler, kadınların cezaevinde de kapatılmışlığa, acıya, ezilmişliğe, delirmenin sınırlarında dolanmaya karşı koyuşlarının kolektif süreçlerine işaret ediyor. “Mamaklı kızlar”ın tahayyül güçleri ile donattığı deneyimlerinden yansıyanlar “bir ordu”nun maskesinin düşmesine yetiyor. “Mamaklı kızlar”, kafesler ile tabutluklar arasında “kendi koğuşlarında” neredeyse ütopik bir yaşantıyı düşe kalka, yanıla bula, güle eğlene, yaralanarak, örgütlenerek, sorarak, susarak ama tam da en olmaması gereken yerde kurarak, boşluğun içerisinde tarihi yeniden konuşturuyor. O kadar dayaktan sonra kahkahalarla gülen bir kadın topluluğu, muktedir olanın kap(s)ama sınırlarının çok ötesindeki bir gerçekliğe ve var olma biçimine işaret ettiği için, kapatılmanın başarısızlığının en somut göstergelerinden birine dönüşüyor: “En son şey yapmaya karar verdik, hadi türkü söyleyelim, halay çekelim”. Her zaman dağıtılanları toplayan kadınların bu ani kararı sinirlendirir askerleri: “Adamlar kuduruyorlar, nasıl… Başlıyorlar kapıları, mazgalları coplamaya, tekmelemeye.” Cezaevi iktidar tarafından bir kapatma mekânı olarak kurgulanmış olsa da kadınlar için bir paylaşma ve yaşama alanına dönüşür. Akbaş’ın artık gülünen bir şey olarak tanımladığı otorite, koğuşun mekân ve zamanını hiçbir zaman tamamen ele geçiremez. İktidarın baktığı yer ile direnişçinin gördüğü yer birbirinden kategorik olarak farklıdır ve mümkün görünmeyen tam da bu noktada gerçek kılınır. “Dışarı”dan bakınca dayanılması mümkün olmayanlar, “içeri”den bakınca “başka”laşır. Hayat, Pamuk, Meral, Adile, Seher, Sezgin, Güneş, Feride, Sema, Ayfer, Ayşe ve Sükun’un ve içerideki”lerin o sonbahar(lar)da Mamak Askeri Cezaevi’nde yaşadıklarını dinlemek, yalnızca “geçmişle hesaplaşma”ya değil; unut(tur)ma ya da hatırla(t)manın, devlet ve erkek tekelini kırmaya da çağırıyor. Mamak Kitabı kadınların “başka”(lık)larının en olmayacak yerlerde, en tahmin edilmeyecek biçimlerde kendine nasıl alan açabileceğinin; işte orda bir avuç kız kikir kikir yaptığında nelerin değişebileceğinin izini sürenlere… Yarasını unutmadan yürüyenlere… Hayatı hücrelerde, sokaklarda, mutfaklarda yaralarına rağmen başkalaştıranlara… Mamak Kitabı/ Meral Akbaş/ Ayizi Kitap/ 276 s. 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1110