02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K usret Hızır’dan, Macit Gökberk’ten başlayıp, Nermi Uygur’la Selahattin Hilav’la, Cemal Yıldırım’la, Hüseyin Batuhan’la süren, Bilge Karasu’dan Füsun Akatlı’ya nicesiyle günümüze uzanan azımsanmayacak sayıda bir felsefecidenemeci öbeğine sahip olduğumuz kesin de, böyle bir göreneğimizin bulunup bulunmadığı tartışılabilir herhalde yine de… İoanna Kuçuradi, Afşar Timuçin, Vecihi Timuroğlu, Betül Çotuksöken, Oruç Aruoba, Gürsel Korat gibi adlardan sonra bu halkaya Yıldız Silier’in de eklendiği söylenebilir sanıyorum gönül rahatlığıyla… Silier, üstelik felsefecidenemeci olduğu denli matematikçi de aynı zamanda… Daha düne dek adını biliyor değildim oysa Silier’in. Ama ikincisinden başlayarak art arda iki kitabını okuyunca, nice kışlar ardından güneşe çıkmış biri gibi içim ısındı doğrusu. Her ikisi de Yordam Kitap tarafından yayımlanan yapıtlarını anayım ilkin: Oburluk Çağı ([OÇ] 2010), Özgürlük Yanılsaması ([ÖY] 2007; üçüncü basım, 2010). Yıldız Silier, “benim izini sürmek istediğim tanıma göre insan, öykü yazan bir varlık” diyerek giriyor Özgürlük Yanılsaması’na, ardı sıra şöyle sürdürüyor sözünü: “Kendi yaşamını ve çevresindeki dünyayı anlamlandırmaya çalışan; deneyimlerinin üst üste rasgele bir şekilde yığılmasından, anılarının çoğunun silikleşip yitip gitmesinden rahatsız olan, geçmişte yaşadıklarını öyküselleştirip iplikçikleri birleştirmeye, kendi kişisel tarihini yeniden kurgulamaya çalışan bir varlık.” (ÖY, 15) İçtenlikli bir biçemle bireysel yaşam dökümünü de bu denemeleriyle at başı götüren Silier, böylece yalnız içtenliğin sırat köprüsünden geçmekle kalmıyor, yanı sıra bireysel yaşamla toplumsal hayat arasında sarmal ilişkileniş bağlamında ufkumuzu açıcı, gepegeniş bir bakış açısına sahip olmamızı da sağlıyor. Büyük bir kazanç elbette bu. Nitekim Silier, okuduklarımdan çıkardıklarım yanıltmıyorsa eğer beni, kendi bireysel özgürleşme sorunsalını oturttuğu odakla bireyin, gide gide toplumun bu yöndeki yaklaşımının üst üste çakıştığını, çakışacağını da gösteriyor bizlere. Yıldız Silier, her iki yapıtındaki denemelerini belli bir bakış açısıyla verimlemeyi yeterli görmemiş olmalı ki, gerek sorunsal konu gerekse bunların yaşamımıza yerleşimi bağlamında aralarında süreğen bir ilişkileniş de öngörmüş. Gelin şimdi yaz başı denizine dalarcasına kulaç atmaya çalışalım bu denemelerde, hiç değilse tadımlık… “TEKİLİN İÇİNDE YATAN EVRENSEL”... Deneme, sorgulayıcı bir dil mantığına yaslanıyor. Silier, bu çerçevede “nadiren yazmış”, “zor yazmış” biri olduğunu, (yazar sayılamayacağı gibisinden bir anlam göndermesiyle) dile getirirken, “ilk kitaptan üç yıl sonra, ikincisine kollarını sıva(mak)” zorunda kalışının nedenleri üzerinde duruyor. Sonuçta bir yandan yazınsal açıdan denemenin gerekleri yönünde çabaya giriştiği itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Deneme; usun bileyi taşı... N nin öte yandan kendine doğru bir içsel kazı yapacağının ipuçlarını veriyor: “…Şimdiki hedefim, kendimi tanımaktan daha çok bu ‘çağın ruhu’nu anlamak ve tekilin içinde yatan evrenseli görebilmek.” (OÇ, 16) Yazar, hayatın anlamını, devletin, bireysel, toplumsal örgütlenme biçimlerinin gizliaçık ideolojik özünü doldurmayı kişiye bırakmayıp düşünme, sorgulama, buradan kalkarak kendisi için karar oluşturma eyleminin kişinin elinden sonsuzca alınışının da birer simgesine dönüştüğünü açığa çıkarıyor kurum, örgütlenme, ilişki temelinde… Kendisiyle didişirken Silier, onun kafa yorduğu sorulara girmeden önce, “Assos’ta Felsefe” başlığı altında gerçekleştirilen etkinlikle ilgili düzenleyicilerin saptaması üzerine “Ne kadar doğru tespitler” dediği alıntıdan birkaç satırı paylaşalım önce: “Felsefe, uçsuz bucaksız, her şeyi sorgulayabilen, sınır tanımayan yaratıcı bir düşünce, sezgi ve duygu dünyasıdır. Ne yazık ki günümüzde felsefe, düzenin de zorlamasıyla, giderek kuru bir akademik disiplin haline dönüştü, felsefe tutkusunun yerini akademik kariyer kaygısı almaya başladı. Sorunumuz ‘akademi’ kavramıyla değil, ‘kariyer’ kavramıyla, felsefenin sadece bir kariyer nesnesi olarak algılanmasında. Filozofların, felsefe tutkunlarının yerini ‘felsefe memurlarının’, felsefi yaratıcılığın yerini sadece ‘uzmanların’ almasından, (…) unvanların yazılanlardan, söylenenlerden, düşünülenlerden daha önemli hale gelmesinden (ötürü…) ‘Assos’ta Felsefe’, sadece felsefenin, merakın, sorgulamanın amaç olduğu bir bakış açısıyla yola çık(ıyor).” (OÇ, 32, 33) Hepimizin önüne bıraktığı sorulara geçiyor sonrasında Yıldız Silier: “Özgürlük nedir?”, “Mutluluk nedir?”… Yazar, hız vurgunuyla birlikte yaşanan bir kavram kargaşası fırtınası çağında işe felsefe alanının kendisinden, geçmişten günümüze uzanan felsefecilerden, kavramlardan girerek bir düşünsel kazıya çağırıyor hepimizi… Nitekim “bir mutluluk kavramları arkeolojisi”nden söz ediyor apaçık biçimde.(OÇ, 48) “Belki de özgürlüğümüzün önündeki en büyük engel, içsel korkularımız ve otoritelere itaatkârlığımızdır. (…) Peki, neden çoğu insan bu kadar itaatkâr?” “Özgürleşmek istiyoruz ama bunun bedelini ödemek istemiyoruz. Oysa bu, ıslanmadan yüzmek kadar imkânsız değil mi?” (OÇ, 21); “Sonuçta, ‘hayatın anlamı’nın herkes için aynı olmadığını, ama sırf bu nedenle tümüyle anlamsız bir şey de olmadığını söyleyebiliriz. Belki de hayatın anlamı, onu arama yolculuğuna çıkmak ve tüm caydırıcı etkenlere rağmen kendi hayallerinin peşinden gitmek, onlar uğruna mücadele etmekten ibarettir.” (OÇ, 26) Ne var ki, “her toplumda çoğunluğun toplumsal kalıpları ve inançları içselleştirdiğini, yani sadece bir azınlığın sahici olabildiğini görürüz.” (OÇ, 29) Oysa “gerçeği bilmek kişiyi bir süreliğine mutsuz kılsa da onu özgürleştirir; bu da hayatının iplerini eline alabilmesinin ve daha uzun vadedeki mutluluğunun önkoşuludur.” (OÇ, 44) O halde bize, “değişmez kabul edilenleri hip olmak gerekmiyor. Bir Nurullah Ataç’ın, Melih Cevdet Anday’ın, Haldun Taner’in, Memet Fuat’ın, Cemal Süreya’nın, Bilge Karasu’nun, Füsun Akatlı’nın, Ferit Edgü’nün, Afşar Timuçin’in, Uğur Kökden’in, Adnan Binyazar’ın, Ahmet Cemal’in vb. dili ufkumuzu açmayı sürdürmüyor mu? Öyleyse bu anlamda dilsel seçiciliğe sahip olmak bile deneme verimlemeye yetecektir herhalde… Yeter ki deneme iletişim diliyle kurulmuş olmasın; verimlenen yazı popülerliğe göz kırpmasın… Kitaplarına, “Özgürlük Yanılsaması”, “Oburluk Çağı” başlıklarını vererek bu anlamda dilsel seçiciliğini apaçık yansıtan, beğenisindeki düzeyi ele veren bir denemecinin tüm yazı verimine bunları yansıtmış olması beklenir ilkönce doğal olarak. Ürün verdiği tür ne olursa olsun bir yazar, sözcüklerle kurduğu ilişkisini demlendirip süzmüş olmak zorunda çünkü. Diyeceğim, denemelerin sorgulayıcı dil yapısıyla bizi bilemesi yetmez yalnız, dil sınavının kıldan ince kılıçtan keskin köprüsünden geçebilme yeteneği de sergilemeli yazar… Yani denemeler dil bilincimizin enikonu gelişmesine, zihnimizin sözel çakımlarına yol açabilmeli. Yoksa biz, soruları başka başka yollarla da üretebiliriz. Örneğin matematik, felsefe bu konuda soru üretmenin başat alanları değil midir? Söz konusu alanlar öncülük de üstlenebilmeli… O halde denemeler düşünsel yapımızda sarsıntıya yol açarken, benzer bir devrimi dilde de sergilemeli. Kınında pasıyla öylece durmak yerine, yarattığı estetik haz bahçesiyle bizi yeni çevrenlere doğru uçurabilmeli deneme… Yıldız Silier’in, bu anlamda tam bir yükseklik sergilediği söylenemez elbette… Sıra buna da gelecektir, kuşkum yok bundan. Ne ki önümüzdeki kitapları için kendimize bunu “alacak” kaydettiğimizi söyleyip, yenilerini sabırsızlıkla bekleyeceğimizi iletmiş olalım şuracıkta yazara… Öte yandan Silier’in dünya yazınıyla görece daha yoğun ilişki kurarken, bizim yazınımıza gereken ağırlıkta yer vermeyişi de sorgulanabilir. Sözgelimi iki kitabında yazınımızdan toplam iki kaynak yazarla (Sait Faik, Oğuz Atay) yetinmesini yadırgamamak elde değil. Bunlara sınırlı sayıda şairimizden dizeler ekliyor Silier, o kadar. Oysa dünya yazınından gerek yazınsal nitelikleriyle gerekse popüler düzlemde örnekler verirken Türkçe yazınımızdan da bu doğrultuda alıntı örnekleri gösterebilirdi herhalde. Yıldız Silier’in denemelerini okumak, şöyle bir çağda böyle bir bilimcinin, denemecinin varlığını duyumsamak beni fazlasıyla mutlu etti diyebilirim. Buradan kalkarak kimi deneme kitapları üzerinde de duracaktım ya, özellikle Yıldız Silier okumalarının ardından, yazarın önümüze bıraktığı sorulardan hareketle bunun yazınımızda yankı bulup bulmadığı, yazınsal üretimimizde bu soruları kendimize dayanak yapıp yapmadığımız, bunların nasıl bir yönseme gösterdikleri, tarihin bu evresinde yazınımızın üzerine düşen tanıklığı yapıp yapmadığı konusunda durmayı yeğleyeceğim yine de haftaya… Öyle ya Silier, bizi “yaşamak eleştirmektir” yargısıyla buluşturmuş, bize bunu öğretmiş oldu. Önümüzdeki hafta bunun bir süreği olarak bu kez Ahmet Oktay’ın kılavuzluğunda “okumak, yazmak eleştirmektir” yargısını deşmeye ne dersiniz birlikte? Hepimiz size teşekkür borçluyuz Yıldız Silier… MAYIS 2011 SAYFA 21 SORULARLA BÜYÜYEN DENEME... O halde buyurun sorulara, bunların zihnimizde yol açacağı çalkantılı sulara… Silier, özgürlük, mutluluk yanılsamaları sorunsalına yönelik bakın hangi sorularla çıkıyor karşımıza: “Benim için yanlış olan soruları eledikçe elimde iki temel soru kalıyor: ‘Nasıl özgür olabilirim?’ ve ‘Başka bir dünya (yani katılımcı demokrasi, kişisel özgürlük, toplumsal adalet ve bireyselliğin birleştiği bir yer) gerçekten mümkün mü? İnsanların kuracağı en güzel toplum nasıl bir şey olacak?’” (ÖY, 17) “…Puanları işletmeiktisat gibi popüler mesleklere yetmediğinden kazara felsefe bölümüne düşmüş” öğrenciler arasında, “mastır tez konu(sunu da) bul(acaktır)” Silier: “İhtiyaçların evriminin bizi özgürleştireceğini savunan Marx ile aynı sürecin bizi köleleştirdiğini savunan Rousseau’yu karşılaştır(mak).” (ÖY, 20); “Çoğu ihtiyacının karşılandığını düşünen, genelde huzurlu ve mutlu bir hayatı olan birisi yine de kendisini özgür hissetmiyorsa, bu konuda yanılıyor olabilir mi? Yani özgür olan birinin kendini özgür değilmiş gibi görmesi ya da aslında özgür olmayan birinin kendisini özgür sanması mümkün mü? Özgür olmak ve özgür hissetmenin farkı var mı?” Bunun ardından “Dört yıl sonra ‘Negatif ve Pozitif Özgürlük Kavramları’ başlıklı doktora tezi(n)i de tamamla(yacaktır)” Silier… (ÖY, 20, 21) Yıldız Silier sorgulayıp, mevcut düzene isyan eden, böylece yaratıcılıklarıyla kendi alanlarının sınırlarını zorlayan” insanlar gerekiyor. (OÇ, 49) Böyle olamadığı için “yabancılaşmış bireylerin sıkıntıdan kaçma çabaları (…) oburluğu arttır(ıyor) ve kapitalist sistemin sürekliliği(.) nesneleri ve özneleri hızla çöp haline getir(iyor).” Bu çerçevede “modern yabancılaşma biçimlerinden biri olan teknoloji bağımlılığı”, “tarihsel ilerlemenin teknolojik ilerlemeye indirgenmesi sonucunda amaç ve araçların yer değiştirmesi”, “araçsal aklın hâkimiyeti”, “normatifliğin küçümsenmesi, “nesnellik fetişizmi” vb. konular da gündeme geliyor. (OÇ, 17) Bütün bunları “bol ideolojik makyaj altında gizlenen vahşi kapitalizm”le ilişkilendirmek zorunlu. (OÇ, 47) DENEMENİN BÜYÜLÜ DİLİ... Yazınsal açıdan denemenin büyülü dilini yakalayabilmek, bu tada ulaşabilmek için ille de Salâh Birsel, Nermi Uygur, Ferhan Şensoy vb. çok farklı, ayrıksı biçemlere sa26 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1110
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle