27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

um irmeye zel yetiz de ze iyi Sıfır gıcımız, halde! hayalidırırız muhan kuhani efsatur ne kunsun, ır! Gadı mee bütün , hardursun n kuruam olmazsa da böydar ki! Bu Yargı hizaya ın mıyto oyna e bir alar, n başladır! yoruz eyi tam tireceaya, bulani tekrar tabi …” de meslek te, lise, ahve, übü, r, macek, ler önst edine ğu titönce kalmar birer, ra bilgin, akılde rini eceksin Helal ayıklaz, bizgaranâğıttan aldık tabii ysa kogeçivan değiller yavaşin yarızlar! Solu biziz, pbaşutmuş, lemiş da bizrı koiz! nım a olur zımızda mi ¥ 1110 ¥ birliklerine ama az havuçlarını yedirmedik mi bu millete? E yiğidi öldür havucunu ye ama hakkını yeme demişler… Mustafa ağabey öncelikle benim romandan anladığım budur! Şimdi de siz getirin devamını neler eklersiniz romanınızın rotasına dair? İnanamıyorum. Ben kitabın arka kapağında, “belki de kitabı okuyunca gerçeğe siz, kendiniz ulaşacaksınız” derken bu kadar da gerçekçi bir gerçek düşünmemiştim. Bu soru beni çok sevindirdi ve rahatlattı. Demek ki, Zulümdar’da gerçeğe giden yolu iyi tarif etmişim. Devamını okur getirir diye düşünmüştüm. Aynen öyle olmuş. Kitapta sözünü ettiğim ülkede öyle yönetim becerileriyle dolu bir iktidar var ki şapkadan tavşan çıkaran sihirbazlar yanında acemi kalır. Bu iktidarı sadece bir yüzünü ele alarak anlatmak çok zor. Çok yüzü olan bir iktidar. Sadece iki yüzü yok! Senin özetinden sonra daha bir cesaretle söylüyorum, romanı okuyanlar birden fazla sonuç ve gerçekler dizisi çıkaracaklar. Dini kullanıp iktidara gelmek, sonra da demokrasiyi kullanıp tanrılaşmayı denemek herkesin harcı değil. tim. Üçüncü kitabı elime aldığım 5 Mayıs günü öptüm başıma koydum. Kendime de küçük bir aferim verdim! “DİSİPLİN ÖZGÜRLÜKTÜR!” Romanın içinde ne önde ne geride ama varlığını hissettiren dış sesi kişileştirerek soracağım şimdi de… Öyle bir adam ki o dış ses, romandaki kuşkusuz tek ve gerçek kahraman… Başını hayatta eğemeyecek besbelli bu… Ha kolay mıdır? Nasıl olabilir ki? Ama’lar da yaşamış mıdır o kahraman… O kahramana memleket nasıl görünüyor’u yazarının dilinden dinlemeli? Neler hissettiğini anlatın? Enerjisinin düştüğü anlarda nasıl geliyor kendine? Nasıl tekrar ayağa kalkıyor, nasıl tekrar mücadeleye devam ediyor? Zihnini nasıl zinde tutar, tutuyor? Belli ki o da hapiste, nasıl umut aşılayabiliyor hâlâ içerden dışarıya? Zülumdarı nasıl sevindirmiyor o adam? O kişi her şeyden önce kendisiyle ve hayatla barışık. Sabah kalktığında havalandırmaya çıkıyor, “Bak arkadaş, gökyüzü senin” diyor. Kendisine genellikle, “arkadaş”, “kardeşim” ya da “dostum” diyor. Benden duymuş olmayın ama, zaman zaman “ulan” dediği de oluyor. Canı sıkıldığı anlar da oluyor. O tür zamanlarda can sıkıntısını atma telaşına girmiyor, kendisini biraz rahat bırakıyor, geçiyor. İçeride öğrenme ve üretme duygusunu ayrıca geliştirdi. Bu iki duygu deyim yerindeyse, esirevini eserevine çevriyor. Sevdiği sözlerden biri şu: Disiplin, özgürlüktür! Günlük yaşamı belli bir disipline koyunca bunun bir dizi meyvesi oluyor. 2B di olacaksın, onlarla barış içinde bir arada yaşayıp kalabalık bir “duyguerkil” aile mi olacaksın. Acı, iyi arkadaşımdır. Çok da samimi değiliz ama, birbirimizi iyi anlıyoruz. Hasret, beni hiç bırakmaz. Nereye dönsem, karşımda. “Kimseyi reddetmiyorsun, ben de burada kalmak istiyorum” deyince kadere de, “Tamam” dedim, “çek plastik bir sandalye, otur.” Sağlanan özel bir olanak yok. Hapishane neyse, o. Son aylar, siyasal yaşama hazırlıkla geçiyor. “İLERDE HERYEREKON EDEBİYATI DOĞARSA ŞAŞMAM!” Zulümdar neyin turnusol kâğıdı en çok? Ne tür insan manzaraları sunuyor? Öğretmeni, tüccarı, askerin yaşamlarına da minik öyküleri eşliğinde konuk oluyoruz okurken. Sonra Kaybetmez kardeşler de var… İçeri tıkılan polisler var, Fecemaat var bir de… O küçük küçük öykülerin tümü bütünün parçası. Aslında her biri ayrı roman konusu. Belki ilerde ayrıca yazılacak onlar. Bu anlamda yakın gelecekte bir “Heryerekon edebiyatı” doğarsa şaşmamak gerekir. Olayın öylesine farklı bo istemiyorum. Bakarsınız okur, başka tarifler geliştirir. “Zulümdar”, “Herbaşkan”a neredeyse eşbaşkan bellediği medyaya da afili bir çakıyor deyim yerindeyse. Neler diyor mesela? Az önce her bölüm ayrı bir roman olabilir demiştim ya; medya da onlardan biri. Hepbaşkan, medyayı yüzde 99 bile değil yüzde 100 kendisini destekler konumda istiyor. Biriki muhalif kalabilir demeye hazırlanan danışmanlarına da, “güzel bir tencere düşünün, her tarafı sağlam ama, dibinde küçük bir delik var. O tencere işe yarar mı, yaramaz” karşılığını veriyor. “ÜLKE BÖYLE YÖNETİCİ GÖRMEDİ!” Hepbaşkan’ı her fırsatta konuşturuyorsunuz, hani dış sesi bir dinlenmeye çekip… Romanda Hepbaşkan’la yapılan kurgusal söyleşiler de müthiş! Epey cart curt ediyor, kavramları ha babam çarpıtıyor ve seri halde ama ustaca saçmalıyor! Karşısındaki gazetecinin de hali duman! Sonra kitabın sonunda Süperdanış’ının tozunu silkelenmesiyle nihayetlenen bir diyaloglar zinciri var ki bu kadar olur! Değil mi? Neler söylersiniz bu konuda ve romanın psikolojik atmosferi konusunda? Her şeyden kendisine pay çıkaran, birbiriyle zıt ortamlara bile ustaca ayak uyduran, densiz denecek ölçüde çıkarcı kişiler için kullanılan şöyle bir deyim vardır: Kurtla bir olur, kuzuyu yer. Döner koyunla bir olur kuzuya ağlar. Bu söz çok güzel bir tariftir. romanda da kullandım zaten. Hepbaşkan’ın pek çok özelliğinden biri bu. En çok bu özelliğini vurgulamaya çalıştım. Aslında salt Hepbaşkan’ın bu psikolojisi üzerine bile ayrı roman yazılabilir. Ülke buna benzer yöneticiler gördü ama böylesini görmedi. Her hal ve şartta kendisini haklı gördüğü için mantığı da ona göre çalışıyor. Bir tek güce inanan ve Allah için ele de haylice geçiren Herbaşkan’ın yapmadığı ne kalmıştır ve onun için neyin gerisi teferruattır? Bir önceki soruyla birleştirerek yanıt vermek gerekirse Hepbaşkan ülkedeki her şeyi zapteder ama kendini zaptedemez. Bu yola girdiğiniz an sonu yoktur. Çok ihtiraslı siyasetçiler gördüm. Hepbaşkan gibisini görmedim. Makyavel, Hepbaşkan ve danışmanlarını tanısaydı bütün tezlerini gözden geçirir, yenilerdi. “KİN VE İNTİKAMA HİÇ YÜZ VERMEDİM” Öfkeli bir roman değil Zulümdar, acıyor gibi de düpedüz roman kişisi Herbaşkan’a, “Süperdanış”a, o taifeye… Değil mi? Aynen öyle. Hapisteki duygularla ilgili bir sorunu yanıtlarken her türlü duyguyla sıfır noktasındasın demiştim. Arada bir uğramak isteyen kin ve intikama hiç yüz vermedim. İçimde hiç o tür duygular yok. Bu sanırım romana da yansıdı. Hepbaşkan iktidarının sona ermesini elbette istiyorum. Onu sonraki söyleşide konuşuruz. Son soruda demokrasi inanca nasıl dönüştürülür diyor roman? Demokrasinin inanca dönüştürülmesi kanımca, tartışılacak bir kavram. Bu konuda çok da mütevazı olmayacağım; bence iktidarı, iktidar mantığını, Hepbaşkan’ın iktidardan gitmeme dayatmasını özetleyen bir kavram. Bir başka beklentim de kitabı okuyanların üretecekleri gerçekler. ZulümdarDemokrasi Tanrısı/ Mustafa Balbay/ Cumhuriyet Kitapları/ 238 s. MAYIS 2011 SAYFA 17 “OKUR MEVCUDU ZORLASIN İSTEDİM” Ülke hassasiyetlerini içinde hissetmeyenlerin öyküsü bu… İktidarlarını bütün, toplumu parçalı ve bu parçaları sizin de romanınızda imlediğiniz gibi birbirlerine sırtları dönük tutanların öyküsü… İçlerindekini tok, toplumu kendilerine muhtaç tutanların öyküsü… Vicdanları püripak! tutmayı her koşulda becerebilenlerin öyküsü… Zaptın ve rabtın öyküsü kuşkusuz… Sadece günümüzün değil geçmişimizin ve dünyanın geçmişinin de öyküsü… Uzak ve/veya yakın tarihin zulümdarlarının ve değişmeyen zulümlerinin öyküsü… Bilmezmiş gibi sormayı da gerektirir röportaj malum, o nedenle bilmezmiş gibi soracağım ben de; neden üçlemenin sonuncusu bir roman” ve “Bu kitaptaki olaylar gerçeği yansıtmamaktadır. Gerçek çok daha öte bir içerik taşımaktadır” ne demek? Üçlemenin birincisi Silivri Toplama KampıZulümhane’de Ergenekon davasının iddianamesini irdeledim. Kendi savunmamı özetledim. Silivri Hapishanesi’nden anılara yer verdim. Tamamen bilgiye ve gözleme dayalıydı. İkinci kitap, Düşünüyorum O Halde SanığımZulümhane’de birinci kitabın kurgusundan yola çıkarak her şeyi manzum bir dille anlattım. Türkçemizin uyak zenginliğini çok seviyorum. Ona burada da denemek istedim. Bu kitabı biraz da kişisel manifestom olarak hazırladım. Kendini çok kısa anlat deseler Zulümname’deki şu dizemi söylerim: “Ben vatandan aldıklarımla değil, Vatana verdiklerimle doyarım.” Son kitap, geniş açlı bir yapıt olsun istedim. Bunun için en iyi anlatım yöntemi de roman. Bu tür romanlarda iki ana yöntem uygulanıyor. Birincisi, “bu kitaptaki bütün olaylar kurgudur, gerçekle hiç ilgisi yoktur” dersiniz. İkincisi, “bu kitap yaşanmış olayları içermektedir” dersiniz. Çok iddialı olmak istemem ama ben kendimce üçüncü bir yol seçtim. Gerçekleri anlatacaktım ama okurun mevcudu zorlamasını isteyecektim. Bu konudaki bütün eleştirilere açığım. Umarım başarmışımdır. Bir de artık sadece roman yazmaya mı izin var Mustafa Ağabey ben bunu da merak ediyorum? Hayır, bir insanın yazı yazmasını kimse sınırlayamaz. Ben bu üçlemeyi bir yıl önce Mayıs 2010’da bu şekilde tasarlayıp, bir yılda tamamlamayı hedeflemiş “Hasret, beni hiç bırakmaz. Nereye dönsem, karşımda. “Kimseyi reddetmiyorsun, ben de burada kalmak istiyorum” deyince kadere de, “Tamam” dedim, “çek plastik bir sandalye, otur.” Sağlanan özel bir olanak yok. Hapishane neyse, o...” ye bir kural geliştirdi; beden ve beyin sağlığı. Günde 2 saat beden için spor. 7 saat de beyin için spor, yani, düşünmek, okumak, yazmak. Bunu başarabilen bir kişi, hiçbir zulümdara teslim olmaz. “HAPİSHANE ÇOK İYİ EĞİTİM VEREN VE 24 SAAT SÜREN BİR OKUL” Mustafa Balbay olmak nasıl bir bedeldir ve nasıl bir miras? Duruşunuz, görüşünüz anlamında sormuyorum bunu onların değişmediğini elbette biliyorum sormak istediğim mesela hangi konularda hâlâ aynı Mustafa Balbay değilsiniz? Bu anlamda neler değişmiş (mi?) Bu “yeni içerde” zaman nasıl geçiyor ağabey, neler yapıyorsunuz, nasıl yazıyorsunuz, varsa size tanınan olanaklar ne? Kimse hapishaneye girdiği gibi çıkmaz. Mutlak değişir. Bunun yönü çok önemli. Hapishane için bedeli özgürlükle ödenen ve çok iyi eğitim veren, derslerin 24 saat sürdüğü bir okul diyebilirim. Bütün duygularla sıfır noktasında yaşıyorsun. Mesele şu; o duygulara teslim mi yutları var ki içine giren kaybolur, dışarıdan bakan ürker. Ben, içine girip dışarıdan bakmaya çalıştım. Bu ülkede iktidar sadece Heryerekon etrafında olanlarla da anlatılamazdı. O nedenle öteki alanlardan da en az Ergenekon hukuksuzluğu kadar önemli motifler koydum. “Hepbaşkan”ın bir heykel için “tez zamanda yıkıla” konuşmasının ardından devreye konan “toplum parçalandı” tartışmasıyla öne çıkan endişe katmanlarını da sıralıyor romanın ana kişisi. Burada da dile getirir misiniz o kırık dökük bir mozaik halindeki endişe katmanlarını? Bir de romandaki Heryerekon örgütünün “tostoparlak” bir tanımı var o tarifi de alabilir miyiz? Klasik bir tanım var ya; bölparçalayönet. Zulümdar’ın kahramanı Hepbaşkan bunu; bölparçalayok et, şeklinde uyguluyor. Hepbaşkana karşı çıkan kesimlerdeki bölünmeyi doğrusu karikatürize de etmeden olabildiğince gerçekçi anlatmaya çalıştım. Heryerekon ne yerde ne gökte. Bir numarası da belli değil son numarası da. Tarifi verip bağlayıcı olmak 26 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1110
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle