Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K Y azınımızda en çok boğuşulan, çevrilmeyen tek yapıtı, dizesi bırakılmayan, sahnelerimizde döne dolaşa durmadan oyunları sahnelenen, hakkındaki pek çok kitabın dilimize çevrildiği, tam anlamıyla üzerine yoğunlaşılmış yazarların başında Shakespeare geliyor herhalde. Denebilir ki Shakespeare bizim kan akrabamız olup çıkmıştır ama pek haberimiz olmamıştır bizim bundan. Gerçekten Yunus Emre ağabeyi ise onun, Halit Ziya’dan Yakup Kadri’ye, Reşat Nuri’ye, Nâzım Hikmet’ten Sait Faik’e, Sabahattin Ali’ye, Orhan Veli’den, Orhan Kemal’e, Yaşar Kemal’e, nicesi de küçük kardeşi… Uzar gider liste halinde bu… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA bizim neyimize mi neyimiz mi? mesin sakın? Sözgelimi Vlady Kociancich’in Shakespeare’in Son Günleri (Türkçesi: İlknur Özdemir, Can, 1994) romanı bu doğrultuda bir dayanak olarak alınabilir belki. Derli toplu özetleme için kitabın arka kapağından alıntılıyorum şu satırları: “Vlady Kociancich, Arjantinli bir kadın gazeteci, edebiyat eleştirmeni ve romancı. Yayımlanmış üç romanından biri olan William Shakespeare’in Son Günleri’nde, bir Güney Amerika ülkesinde, kültür yapılanması seferberliği sırasında, Shakespeare’in ‘emperyalist’ damgası yiyerek yasaklanmasıyla başlayan olaylar anlatılıyor. Yıllardır hep aynı ve tek oyunun, Hamlet’in sahnelendiği Ulusal Tiyatroda Hamlet oyununun sahneden kaldırılıp yerine yeni bir oyun konuşunun öyküsü”, bir kara anlatıgüldürü eşliğinde önümüze gelir. Kociancich’in, yapıtını “İktidardaki ahmaklık kurbanlarına” sunduğu göz önüne alınırsa, bu yöndeki algıların, son yıllarda bizim toplumumuzdaki kimi çıktılarla nasıl örtüştüğü açıkça görülecektir… Derya Şenol, Hamlet’le Necip Fazıl Kısakürek’in Bir Adam Yaratmak adlı oyunlarını karşılaştırdığı Sahnenin İki Yüzü (Karakutu, 2003) adlı çalışmasının “Önsöz”ünde şöyle diyor: “Shakespeare’in edebiyatımıza ve kültürümüze tesiri sadece tercümeler yoluyla olmamış, bunun yanında Türk sanatçısının üzerinde bıraktığı izler şeklinde de kendini göstermiştir.” “Gerçekte yüzyıllarca Doğu ve Batı farklı iki dünya olarak algılanmış; Batı, ‘öteki’leştirdiği Doğu’dan ne kadar farklı olduğunu vurgulayarak kendini tanımlamak ve kendi değerlerini yüceltmek istemiştir. Halbuki bugün ‘öteki’liğin kime göre olduğu sorgulanmakta, medeniyetler arasındaki mesafeler kısalırken benzeşmeler artmaktadır.” (9, 10) Çevrenimiz genişledikçe Shakespeare ile çok daha yakın bağlar kurabileceğimiz, ama daraldıkça ondan uzaklaşacağımız öngörülebilir bu noktada. Nitekim Shakespeare’in düşünsel akrabamız olduğunu kavrayabilmemiz için Cumhuriyetin kurulması, Anadolu Aydınlanması odağındaki öncülerin, örnekse Orhan Burian, İrfan Şahinbaş, Mîna Urgan vb. aydınların devreye girmesi gerekmemiş midir? Aziz Çalışlar’ın Shakespeare Sözlüğü (MitosBoyut, 1994) ile Özdemir Nutku’nun Shakespeare Oyunları Üzerine Bir İnceleme/ Gecenin Maskesi (MitosBoyut, 1995) başlıklı çalışmasının aydınlanmacılardan çok sonra arka arkaya yayımlanışı rastlantı olmasa gerek. Bu, bize Shakespeare’in akrabamız olduğu gerçeğine, onun evrensel gerçekliğin simgesi olduğu bilincine yenice erdiğimizi göstermiyor mu? Son çeyrek yüzyıl içinde çevrilmeyen ürününün kalmadığı, sonelerinin de Talât Sait Halman ve BülentSaadet Bozkurt tarafından eksiksiz yayımlandığı görülüyor… Öte yandan Shakespeare üzerine kaleme alınan çok değerli çalışmaların da arka arkaya çevrilişi üzerinde durulabilir bu süreçte. Okuyabildiklerimden altını çizmek gereği duyduğum birkaç kitabın adını anayım… Terry Eaglaton’dan William Shakespeare (Çev.: A.Cüneyt Yalaz, Boğaziçi Üniversitesi y., 1998), Jan Kott’tan Çağdaşımız Shakespeare (Çev.: Teoman Güney, MitosBoyut, 1999), Turan Oflazoğlu’dan Shakespeare (Cem, 1999), Park Honan’dan Shakespeare: Bir Yaşam (Çev.: Bülent Bozkurt, YKY, 2000), Stephen Greenblatt’tan Shakespeare ve Kültür Birikimi (Çev.: Nilgül Pelit, Dost, 2001) görüldüğü gibi hep son yılların kitapları. BOĞUŞA DÖVÜŞE YENİ SHAKESPEARE’LER YARATMAK... Shakespeare ile ilişkilenişimiz bağlamında yaşadığımız şu yıllara farklı bir evre gözüyle bakılabilir o halde. Değişik imzalar tarafından arka arkaya yenilenen çevirilerle oyunların yanında, yabancı ya da bizden yazarların konuya değgin kitaplarıyla zenginleşen, bu arada örneğin Ahmet Cemal vb. yazarlarca kaleme alınmış yazılarla çok yönlü açılımlara uğrayan konu, elbette eylemsel olarak da kendine geniş yatak açacaktı kaçınılmaz biçimde. Deneysellikte bir öncülük bekleniyordu, bunu eylem bağlamında özel tiyatro toplulukları yaptı bana göre. Türk tiyatrosu, kuruluşundan bu yana Shakespeare oynamıştı, üstelik sürekli dağarda tutulan yazardı yukarıda değindiğimiz üzere. Ne var ki sahnelenen bu oyunlarda Shakespeare ile boğuşulmuyor, deyiş yerindeyse dramaturgik açılımlara gidilmiyor, iş karakterlerin oyuncular tarafından yansıtılışına, oyunculuk gücüne dayandırılıyordu daha çok. Oysa Shakespeare oyunları bir yandan Türkçeye uyarlanırken kimi yazarlar, ondan aldıkları etkiyle esinli yaratılara da yönelebiliyordu. Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak adlı oyunu yalnızca bir örnek olarak alınmalı. Bu alanda daha başka örnekler de gösterilebilir kuşkusuz. Ne var ki biz, bu çabalara, girişimlere karşın Shakespeare ile akrabalığımızı bir türlü bulgulayamıyor, ama yüksek düzeyde bir oyunculuk buğusu ardında hep aynı metnin aynı biçimde aktarılışına tanık oluyorduk. Yani Shakespeare’in dile getirdiği evrensel gerçekliği görmek, onun yol açtığı, öncülüğünü yaptığı kavramsal gerçeklik bir yana gerçekliğin kendisinden de uzaklaşıyorduk enikonu. Belki bu yüzden yüzyıllık geçmişiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları ile altmış yıllık tarihi içinde Devlet Tiyatrolarında herhangi yeni bir Shakespeare’in filiz verebilmesi için uzun aralarla beklemek zorunda kalınıyordu. Ödenekliler böyle olunca ödeneksiz özel topluluklar, gençlik tiyatrolarıyla amatörler ne yapabilecekti? Bir iki çıkış denemesi dışında bu alandaki suskunluk da on yıllar boyu sürebiliyordu. Aslında okuru, izleyeni yeniden üretime yönlendirmeyen, sonuçta bizde Shakespeare ile akraba olduğumuz duygusu uyandırmayan hep birbiriyle örtüşen çalışmalar sergilendi neredeyse. Shakespeare’in büyüklüğünden söz edilmesine karşın, insanımız kendi yaşamında bunun yansımasını göremedi bir türlü. Oysa bu doğrultuda ekinsel anlamda yatkınlığı vardı insanımızın. Nitekim “Öküz gibi yaşanabilecek bir yere gitmek” (Sermet Çağan; Ayak Bacak Fabrikası), “Keşanlı Kahramanlığı” (Haldun Taner; Keşanlı Ali), “Şahlar da vurulur” (Ferhan Şensoy; Şahları da Vururlar) gibi imgeler halkın kendi oyunlarını kavramsallaştırmadaki yeteneğini ele veriyor olmalıydı. Rıfat Ilgaz bile Hababam Sınıfı’nın bir yerinde Shakespeare’in Hamlet’ine değgin fanteziyle bunu kavramsallaştırmaya dönük katkıda bulunmuştu. Ne var ki has akrabamız Shakespeare, şu son yıllarda olduğunca bu yönüyle algımız içine giremedi yine de bir türlü. GERÇEKLİĞİN ARDINDAKİ KAVRAMSAL SHAKESPEARE İşte son yıllarda özel tiyatro topluluklarının bu yolda arka arkaya sergilediği çalışmalar, yukarıda andığım kitaplarla birlikte bize Shakespeare ile toplumca kurmamız gereken akrabalık bağlarını gösterdi denebilir sonunda. Toplulukların farklı tarihlerde sergilediği Shakespeare oyunları olarak söz gelimi Nesrin Kazankaya’nın çevirip yönettiği Tiyatro Pera yapımı Venedik Taciri, Orhan Burian çevirisiyle Kemal Aydoğan’ın yönettiği Oyun Atölyesi yapımı Atinalı Timon, Gökhan Soylu’nun yönettiği Tiyatro Anadolu (Eskişehir Anadolu Üniversitesi) yapımı Macbeth, Sinan Fişek’in uyarlayıp Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği Semaver Kumpanya yapımı Titus Andronicus, Can Yücel’in çevirisiyle Serdar Biliş’in yönettiği Tiyatro Grup yapımı Fırtına, Orhan Burian ile Sabahattin Eyüboğlu çevirilerinden Zafer Diper’in yorumlayıp kaleme aldığı, yönettiği Bizim Tiyatro yapımı Hamxlet bunlar arasında örneklenebilir… Andığım toplulukların özverilerle sahneye çıkardığı altı Shakespeare oyunu; altı farklı yorum, bu arada iki de farklı yazım: Titus Andronicus, Hamxlet. Hiç değilse bu mevsim tat alarak izleyebileceğiniz iki farklı Shakespeare açılımı işte size… Gönül şenlendiren bu yorumların tümünde örtük bir yazarlıktan söz edilebilir elbette. Ama bunlar arasında Sinan Fişek’le Zafer Diper’in çalışmaları enikonu yeni yazımlar olarak devreye girmiş görünüyor. Yukarıda Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak’ta Shakespeare’in Hamlet değişkesine nasıl imza attığına değindik. Demek bunca eskiye gidiyor bu iş… Ne ki önemli olan bu değişkelerde bir Shakespeare yorumuyla kavramsallığın yaratılıp yaratılamadığı… Gerek Fişek gerekse Diper, bu bağlamda göz dolduran çalışmalarla çıkıyor karşımıza. Andığım oyunların gösterimi sürüyor, fırsatı kaçırmış sayılmazsınız… Yukarıda andığım çalışmaları izlemek, yaşamımın estetik kazanımları arasında yer aldı diyebilirim kendi payıma. İzleyemesem de sahnelendiğini duyduğum daha başka Shakespeare yorumları da var tiyatromuzun dağarında. Hiç kuşku yok ki andığım oyunlar, Shakespeare’in neyimize mi yoksa neyimiz mi olduğu gerçeğini çok iyi yansıtıyor. O halde Shakespeare’inizi eksik etmeyin yaşamınızdan. 27 Mart Dünya Tiyatro Gününüz kutlu olsun efendim… Shakespeare İşin ilk uzmanları Othello’yu “Arabın İntikamı” adıyla köy, kasaba demeden kent kent dolaştıran, bu arada Hamlet, Macbeth başta olmak üzere yazarın belli başlı oyunlarını, masa birleştirip lüks lambası ışığında, çarşaflara bürünerek köy odalarında, kahvehane ya da bahçelerde sürekli sergileyen bizim tuluat tiyatrocularımız mı olmuştur bilemem… Ama bunun pek uzağa atılacak bir olasılık gibi görünmediği de eklenebilir bu değerlendirmeye… Reşat Nuri Güntekin’in romanlarıyla Anadolu Notları’nda, kimi öykülerinde tuluat topluluklarının tiyatro sanatına, kentlileşmeye, bu yönde üretilen bilince dönük görece katkılarına değinişi de anımsanabilir. Ayrıca Özdemir Nutku bunun üzerinde dururken olgunun önemini vurguluyor yanı sıra. Bütün bunların ardından, Shakespeare’in neredeyse yüzyıldır bizim has akrabamız olduğu gerçeği çıkıyor ki ortaya, bu da sanat tarihimiz açısından önemli bir vargı sayılabilir… Kaldı ki akrabalık bağlarının kurulduğu tarihten bu yana Shakespeare üzerine yayımlanan kitapların önemli bir ölçüt olarak alınması gerekiyor. Hele son otuz kırk yıldır adını taşıyan verimler kadar Shakespeare üzerine yapılan incelemeler, monografiler, değerlendirmeler de ayrıca üzerinde durulmayı gerektiriyor. Ancak bu yazının Türkçedeki Shakespeare kitapları için kılavuzluk yapmak için kaleme alınmadığı da unutulmamalı. Onunla kurulan akrabalığa değinerek satır başlarıyla bunun vurgusunu yapmak amacım yalnızca, o kadar… EVRENSEL GERÇEKLİĞİN SİMGESİ SHAKESPEARE... Hadi gelin, işe tersinden bakalım bir an… Şu Shakespeare denilen hınzır, aramıza kültür emperyalizminin maşası olarak girSAYFA 20 24 MART 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1101