Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Alfonso Signorini’den ‘Chanel: Rüya Gibi Bir Hayat’ Coco geçer, Chanel kalır İtalyan gazeteci, televizyoncu ve yazar Alfonso Signorini, Chanel: Rüya Gibi Bir Hayat adlı kitabında, yirminci yüzyılın en önemli yaratıcılarından biri kabul edilen moda tasarımcısı Coco Chanel’in yaşam öyküsünü sürükleyici bir roman havasında, fakat bir yandan da belgesele yakın bir gerçeklikle anlatıyor. Ë Esen TEZEL üzyıllar boyunca insanların, özellikle de kadınların hayatında giyim kuşam merakı kadar sabit ve sağlam bir yere sahip az şey olmuştur. Devir değiştikçe akımlar ve yönelimler dönüşse de, her zaman moda olan tek şey, sürekli geçiciliği, daha doğru bir ifadeyle, “faniliği” içinde moda olgusunun kendisidir. Üstelik bahsettiğimiz kodlar sistemi, her ne kadar ana damarını giyim endüstrisinde bulsa da, önerdiği modeller gündelik hayatın hemen her alanına sirayet edecek güçte ve bütünlükte. Kuşkusuz bahsi geçen kodlar sisteminin sürekli yeniden düzenlenmeye, hatta toplumların gidişatı doğrultusunda zaman zaman çökertilip baştan kurulmaya ihtiyacı var. Nasıl ki insanlık tarihi düzenli aralıklarla devrimlere ihtiyaç duyuyorsa, insanlığın zaafı olan moda da devrimlerle hayat bulur ve tabii bu devrimler için daima cesur kahramanlara, gözü kara liderlere ihtiyaç duyulur. Coco Chanel’in, en cesur moda devrimcilerinden biri olduğu ise bugün tüm dünya tarafından kabul edilen bir gerçek. Alfonso Signorini’nin, Chanel’in hayatını anlattığı biyografik romanında, belki de en fazla önemsenmesi gereken nokta bu: Kitap, Chanel’in bu cesareti, bu gözü karalığı nereden bulduğu sorusunun cevabını okuru fazla bekletmeden, daha başlarda veriyor. KENDİ ZAMANINI BEKLEYEN KIZ Taşrada, mutsuz ve düzensiz bir ailenin çocuğu olarak doğan Gabrielle, daha küçüklüğünden itibaren alt tabakanın en tipik özelliğini, hayatta kalma ve “yırtma” psikolojisini taşıyor. Aileyi sık sık bırakıp giden ilgisiz ve sorumsuz baba, maddi manevi “kan kusan” ve sonunda veremden ölen zavallı anne ile çaresiz kardeşler şeklindeki Yeşilçam senaryosunun dördüncü köşesinde kendi zamanının gelmesini sabırla bekleyen Gabrielle, annesinin ölümünün ve zaten gezgin bir tacir olan babasının bir daha dönmemek üzere gidişinin ardından, kendisi ve kardeşleri için kaçınılmaz biçimde söz konusu olan uzun, sıkıcı, rahibe elbisesi katılığındaki manastır yıllarında bile isyan etmiyor. Çünkü biliyor ki, bunu yapmak için sadece bir hakkı var ve o hakkı kullandığı zaman, girdiği yolun sonuna kadar gitmesi, gidebilecek güç ve dayanıklılıkta olması gerek. Bu arada, ilkgençliğinde sıradan bir ilgi olarak baş gösteren kumaş merakı giderek yoğunlaşıyor ve 18 yaşına geldiğinde, bu merakı bir fırsata dönüştürerek manastırdan ayrılıp Moulins’deki ünlü Desboutins butiğinde terzi olarak çalışmaya başlıyor. Bu değişiklik, Chanel’in hayatındaki dönüm noktalarından biri, fakat kuşkusuz en önemlisi değil. Yine de ünlü modacının bu “fakir terzi kız” yıllarında, çalıştığı yerde yaptığı gözlemlerden yola çıkarak, gelecekte oluşacak ve tüm dünyayı etkileyecek moda anlayışının temellerini attığı söylenebilir. Çünkü Gabrielle, Madam Desboutins’in butiğinde çok önemli bir keşifte bulunuyor: Yaşadığı dönemin moda anlayışının kadınlara işkence etmek, ihtişamlı süsler, şatafatlı tüyler ve püsküller, büyük boy birer mengeneyi andıran korseler aracılığıyla onları kendi bedenlerine yabancılaştırmak üzerine kurulu olduğunu fark ediyor. Zenginliği göze görünür kılmanın yolunun abartıdan geçtiği bu devir, onda bir tür yanlışlık hissi uyandırıyor. Çağın moda anlayışı, onun kafasında kendi anti modasını yaratıyor. Fikirleri gelişmeye başladıkça harekete geçme isteği de artıyor ve harekete geçmenin tek yolunun, geçici olarak bir erkeği arkasına almak olduğu sezgisiyle, terziye gelip giden popüler askerlerden birini, teğmen Ètienne Balsan’ı gözüne kestiriyor. Fakat bu noktada, Chanel’in hakkını Chanel’e teslim etmek gerek: Bu sadece faydalanma amaçlı bir ilişki değil; Gabrielle aynı zamanda Ètienne’den hoşlanıyor, hatta belki kendi çapında ona âşık da oluyor. Fakat daha sonraki duygusal ilişkilerinden de anlayacağımız üzere, bu kadının en önemli özelliği kendini hiçbir zaman bir erkeğin çekim alanında kaybetmemesi, yaşadığı kayıpların, ayrılıkların, terk etme ve terk edilmelerin, ihanetlerin onda hiçbir zaman hayattan kopma noktasında bir üzüntü yaratmaması, daima tek ve tek başına kalmayı bilmesi. Bunda kuşkusuz çocukluğundan kalan bir yitirme alışkanlığının olduğu kadar, onu ilk terk eden erkeğin, yani babasının yarattığı kronik güvensizliğin de payı var. Chanel, hayatta güvenebileceği tek şeyin kendi hayalleri ve bu hayalleri gerçeğe dönüştürme yolundaki inadı olduğunu daha küçük yaşta öğreniyor. Teğmen Balsan’ın evine yerleştiğinde, her ne kadar kendini kısa bir süre için geleneksel kadınlık ideallerinin sıradanlığına kaptırarak eş ve anne olma düşüncelerini kafasında evirip çevirse de, bu rollerin asla ona göre olmadığını, bu kalıpların içine tıkılarak yaratıcılığını ve enerjisini kullanamayacağını kısa sürede anlıyor. Daha doğrusu, zaten henüz 19 yaşındayken “Varlığımın amacının çocuklar olmadığını biliyorum” cümlesiyle ifade ettiği kendi gerçeğini zihninde bir kez daha onaylıyor. Dolayısıyla, Ètienne’in ona sunduğu sakin kır hayatını reddediyor ve tam da bu dönemde karşısına, sevgilisinin yakın arkadaşı olan, tıpkı Gabrielle gibi cesur ve girişimci ruhlu Boy Capel çıkıyor. Gabrielle’in onunla önce gizlice, ardından açıkça yaşadığı ilişki, moda kariyerinin ilk kayda değer adımlarını atmasını da sağlıyor. MODA DÜNYASINDA DEVRİMİN BİR ÖNCÜSÜ Chanel’in ilk tasarımları, kendi deyimiyle “doğanın olmayı bildiği kadar yalın”, rahat ve hafif şapkalar. Bunlar, aynı dönemde yıldızı parlayan Paul Poiret gibi basmakalıplık üzerinden para kazanan modacıların tam aksi bir anlayışın ürünü. Tasarımları, Boy’un Paris’teki dairesinde satışa sunuyor ama ilk aldığı sonuçlar pek de iç açıcı olmuyor. Tuhaf bir çelişki sayılsa da, moda istediği kadar değişken olsun, kadınlar alıştıkları tarzı arıyor, şapkalar konusunda tutucu davranıyor; “kumaştan bir tencereyi” alıp başlarına geçirmiş gibi görünmek değil, “çilekli pastaya” benzer süsleri tepelerinde gururla taşımak istiyor. Zaten daha sonra Coco Chanel’in moda dünyasında yaptığı en büyük devrim de bu algıyı kırmak ve kadınları ihtiyaçları olmayan bütün fazlalıklardan kurtararak çok daha sade ve zarif bir giyim tarzının yolunu açmak oluyor. Fakat henüz erken, çünkü istediklerini başarmak için paraya, para için müşteriye, müşteri çekmek içinse kendini kabul ettirmeye ihtiyacı var. Zeki, so Y ğukkanlı ve ileri görüşlü bir kadın olarak, onaylanma ve ilgi görme yolunun nüfuzlu dostlardan geçtiğini bilen Chanel sonunda Boy Capel’in bağlantılarını kullanarak bunu başarıyor ve şapkaları önce o dönemin “stil ikonlarının”, ardından tüm kadınların ilgi odağı haline geliyor. Gerisi, çorap söküğü gibi gelen bir başarının hikâyesi: Firma gittikçe büyüyor, şapkaların yanına süratle başka aksesuar ve giysiler ekleniyor; önce Paris’te, ardından Fransa’nın farklı yerlerinde şubeler açılıyor. Artık “Coco” olarak tanınan Chanel’in bu başarılar üzerine ilk yaptığı ise, Boy Capel’e borcunu ödemek oluyor. Çünkü işini kurarken ona hiç tereddütsüz destek olan bu adamın cömertliğine minnettar olsa da, hiç kimseye ve özellikle de bir erkeğe borçlu kalmama konusunda kararlı. Coco Chanel’in hayat hikâyesinde en önemli yeri olan iki olay kuşkusuz iki büyük dünya savaşı. İlk savaş onun moda kariyerinde neredeyse bir fırsat olarak yorumlanabilir, çünkü sadeleştirmeye dayalı tasarım anlayışı bu kitapta yer almamış olsa da, kendisi bu anlayışı “Kadınlar, hizmetçileri kadar sade giyinmeliler” sözüyle ifade eder tam da savaşın değerli kumaşları kıtlaştırdığı, insanların lüks ve şatafata para akıtmaktan kaçındıkları bu döneme cuk oturuyor. Şanslı bir girişimci olduğu yadsınamaz ama asıl şansının, olumsuz durumlardan olumlu ve pratik sonuçlar çıkararak faydalanmasını sağlayan dehası olduğu da bir gerçek. Örneğin, savaş yıllarında elinde büyük miktarda jarse kumaş kalan bir toptancıdan bu malı çok ucuza satın alıyor ve “yoksul, ucuz, şık giysilere kesinlikle yakışmayacak bir dokuma” olarak nitelenen jarseyi bir anda moda dünyasının gözbebeği haline getiriyor. Bu ve benzeri fırsatçılıklar, onun savaş yıllarını pek bir yara almadan, hatta başarısını katlayarak geçirmesini sağlıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda ise biraz farklı bir durum söz konusu, çünkü bu savaş, Chanel’in artık yaşlandığı, yorulduğu ve mesleğine ara verdiği yıllara denk geliyor. Bu dönemde daha ziyade onun politik hikâyelerine tanıklık ediyoruz; savaşı bitirmek için Nazilerle Winston Churchill arasında arabuluculuk yapma çabalarına, işbirlikçilikle suçlanmasına, ajanlık dedikodularına. Hayatının son döneminde ise tekrar modaya dönerek, uzun bir aradan sonra ikinci büyük çıkışını yapıyor. Yakın dostları Igor Stravinsky, Pablo Picasso, Jean Cocteau gibi kuram üretme gücüne sahip olmasa da, pratik sezgiselliği onun bir kez daha kadın dünyasında değişen ihtiyaçları yakalamasını ve yaptığı defileyle dünyanın öbür ucunda, Amerika’da taç giymesini sağlıyor. Alfonso Signorini, kitabında Chanel’i yaratıcılık bakımından bir deha olarak anlatırken onun insani yönlerini tüm çıplaklığıyla vermeyi de ihmal etmiyor. Coco, karakter olarak daima soğuk, mesafeli, hesaplı, yalnız, katı, hatta çoğu zaman aksi bir kadın. Onun iniş çıkışlarla, başarı ve başarısızlıklarla dolu hayatında duygu patlamalarına, kadınca zaaflara, sevgi ya da nefret gösterilerine asla yer olmuyor, çünkü küçükken annesinin hasta yatağı başında kendi kendine söylediği bir cümle ona ömrü boyunca, ölene dek eşlik ediyor: “Mutlu değilim. Hiçbir zaman da olamayacağımı hissediyorum. Ama yemin ediyorum, hayatımı sızlanarak geçirmeyeceğim.” Chanel: Rüya Gibi Bir Hayat/ Alfonso Signorini/ Çeviren: Eren Yücesan Cendey/ Turkuvaz Kitap/ 240 s. 24 MART 2011 SAYFA 17 Alfonso Signorini, kitabında Chanel’i yaratıcılık bakımından bir deha olarak anlatırken onun insani yönlerini tüm çıplaklığıyla vermeyi de ihmal etmiyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1101 CUMH