Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Jenny Erpenbeck’ten ‘Gölün Sırrı’ Bir büyük şiir Jenny Erpenbeck, günümüz Alman edebiyatının önemli kalemlerinden. Türkçeye Gölün Sırrı adıyla, Dilek Zaptçıoğlu tarafından aktarılan kitabı ise onun en önemli romanı. Erpenbeck romanında, iki savaş arası zamanda Almanya’nın hikâyesini, göl kenarındaki bir evin etrafında gelişen olaylar üzerinden anlatıyor. Yazarın kullandığı dil ve teknikle “Fransız Yeni Roman” geleneği arasında gösterilen Gölün Sırrı, satırlarında büyük bir şiiri de barındırıyor. Ë Eray AK “Yaban elde yabancı olmak, kendi evinde yabancı olmaktan evladır.” Jenny Erpenbeck fakat o hep aynı yerde ve her şeyin tanığı olarak kalıyor. Tüm dönemlerin ve her mevsimin ortağı o. Onun en büyük yoldaşları ise sırdaşı Göl ve sadık hizmetkârı Bahçıvan. Ev, Göl ve Bahçıvan birer tarih bekçisi adeta. Ruslar geldiğinde de Naziler ilerlediğinde de orada. Ne var ki üçü de “dilsiz”, yaratıcıları söz vermemiş onlara; fakat romanı onların hikâyesi haline getirmiş, tüm metni onlara bahşetmiş adeta. Tüm bu sessizliklerinin içinden ses vermiş onlara Erpenbeck. Gölün Sırrı’nda yazarın eşyaya karşı duyduğu hassasiyetin de farkına varıyoruz. Ev, Göl ve Bahçıvan da bu, “eşya” sınıfından gösterilebilir aslında. Romanın tüm ayrıntıları eşyaya gizlenmiş. Hiçbir eşya gereksiz yere kullanılmamış. Bu tutumlu olma, boşa harcamama durumu romanın geneline de hâkim zaten; fakat yazarın eşyayı kullanırken gösterdiği duruş bunun en iyi örneklerini oluşturuyor. Romanın diğer kahramanlarının isimlerini anmanın ve onlardan bahsetmenin ise gereksiz olacağını düşünüyorum. Zaten yazar da genelde isim vermemiş kahramanlarına. “Mimar”, “Kumaş Fabrikatörü”, “Kızıl Ordu’nun Genç Askeri”, “Kız” gibi bölümleri var romanın. Yazar, bu karakterlere odaklanıp onların gözünden yaşanılan dönemi anlatıyor. Romanda mekânları ve olayları her bölümde farklı karakterlerin gözünden izliyoruz. Bazen “Mimarın Karısı” bize ekranını açıyor, bazen de “Devremülkçüler”in ekranından görüyoruz unutulmuş ayrıntıları. Böyle yaparak da çok farklı bir durumu harekete geçiriyor yazar: Hem romanın “gerçek kahramanları” olan Göl’ü, Ev’i ve Bahçıvan’ı öne çıkarıyor hem de önemli olanın “kimlik” değil “insan” olduğunu vurguluyor. Romanda bu üç unErpenbeck, “insan” kavramından yola çıkarak kaleme almış romanını. evin her yeni döneminde olacakların bir nevi özetini de Bahçıvan yapıyor. Her bölümün başında yazar sözü ona getiriyor ve onun doğada yaptığı işler üzerinden evin yeni döneminde olacaklar “yoğun bir imgeyle” okuyucuya sunuluyor. Bu bağlamda Bahçıvan’a, romanda mukaddime yapma görevi de yükleniyor. Evde yaşanacak yer yeni hayatın başlangıcı, onun üzerinden sunuluyor okuyucuya. İmgenin olduğu yerde şiirden, şiirsellikten uzak durmak mümkün değil. Erpenbeck’in romanı da satırlarında “yoğun bir şiir” barındırıyor. Aslına bakılırsa tüm roman “büyük bir şiir.” Romanın şiirselliğinin en kuvvetli taşlarından birini de Bahçıvan oluşturuyor aynı zamanda. Her mevsimin “aynı” dönemi, yaptığı “aynı” işler ve bunun, yazarın kaleminden dökülürken kullandığı dil sağlıyor bu şiirselliği. Roman adeta bir şairin kaleminden dökülmüş gibi. Fazla kelimeye asla yer yok; laf kalabalığının çok ötesinde, yerli yerinde, tıkız bir metinle kaşlaşıyoruz Gölün Sırrı’nda. Bahçıvan’ın ötesinde romanın asıl kahramanı ise gölün kenarındaki, buna karşın her şeyin ortasındaki “Ev.” Bir tek onun doğumundan ölümüne kadar geçen süreci izliyoruz romanda. Sadece onun yeri değişmiyor her şey değişirken metinde. Karakterler değişiyor, mevsimler geçiyor, doğa sürekli devinimde; surun, aslında kahramanın Göl, Ev, Bahçıvan sabit kalışı, zamanın devinimine hiçbir engel oluşturmuyor. İki savaş arasındaki Almanya, III. Reich, yani Nazi dönemi Almanyası, Doğu Almanya günleri ve Almanya’nın şimdiki günlerinden bahsediliyor metinde. Yani, oldukça geniş bir zaman dilimi söz konusu olan; fakat yazar, hepi topu yüz elli sayfada kuşakları bir araya getiriyor ve üç kuşak ile beş ailenin yaşamının, Ev’de geçen çarpıcı bir bölümünü gözler önüne seriyor. VATAN ALGISI Kitapta çok önemli yer tutan ve romanın fikir temelini büyük ölçüde oluşturan ise “vatan algısı” kavramı. Hemen her sayfada altının çizildiğini görüyoruz bu fikrin. Bazen bir ağacın gövdesi, bazen çiçekli bir bahçe, bazen de küçük bir kulübe “vatan” oluveriyor romanın kahramanları için. Vatan, insanın kendini güvende hissettiği, korunduğu ve ihtiyaçlarını giderebildiği bir yer olarak açıklanmaya, vurgulanmaya çalışılıyor. “Doris’i çağırıp, tut şunu bi dakka! diyor, Doris çukurun kenarında dengesini bulmaya çalışırken iki eliyle ağacın gövdesine yapışıyor sımsıkı. Vatan” (s. 42). Erpenbeck’in “vatan algısı” işte bu kadar “duru.” Özellikle de iki savaş arasında ve savaş dönemlerinde gezinen bir roman için, vatan algılayışının böyle olması da oldukça doğal kanımca. Çünkü yazar, savaş dönemi insanlarının öncül isteği olan “kendini güvende hissetme” arzusunun bilincinde olarak oynatmış kalemini ve onların psikolojisini oldukça iyi yansıtmış. Savaş ve “getirdikleri” üzerine çok önemli bir metin Gölün Sırrı. Kazanan ya da kaybeden hiç fark etmez, savaşın kötülükten başka bir şeye gebe kal(a)mayacağını bağırıyor herkese romanın savaşın eşiğinde yüzen satırları. En önemlisi de bunu ne bir Alman ne bir Rus ne de bir “Yahudi” bakış açısıyla kaleme alması. Erpenbeck, tamamen “insan” kavramından yola çıkarak kaleme almış romanını. Karşılıklı nefretin nasıl oluştuğu ve sonrasında neler olduğuna dair, altı çizilesi cümleler yer alıyor romanda. Alman ve Rusların savaşında, iki ülke insanının birbirlerine duyduğu nefretin nasıl oluştuğuna dair romanın özellikle “Kızıl Ordu’nun Genç Askeri” adlı bölümü dikkat çekiyor. “Annesi, babası ve kız kardeşleri Almanlar tarafından öldürüldükten sonra on beş yaşında gönüllü yazıldı orduya. Ocaktan baba evine dönünce ilk kız kardeşini buldu. Daha dört yaşındaydı… O andan itibaren cephenin en önündeydi artık, düşmanı vatan topraklarından kovmak emeli bir gün fark etmeden işgale dönüştü” (s. 72) İşte, savaş yeni bir savaştan başkasını doğurmuyor. Bunu vurguluyor romanın savaşla ilgili satırlarında Erpenbeck. İnsanın düştüğü her hal var bu romanda ya da imge ormanı halindeki, büyük şiirde mi demeli. İki savaş arası Almanyası’nın tüm coğrafyası küçük bir koruya sığıyor, Ruslar savaşa geliyor; bir Almanla bir Rus savaşırken sevişiyor, ikiye bölünmüş Almanya’da gençler duvarı aşmanın yollarını arıyor ve bunların hepsini sadece “Ev” görüyor. Ev’in tüm sırrı da sırdaşı “Göl”ün omuzlarına akıyor. “Göl” bu sırrı nasıl taşısın? Bu kadar tanıklık fazla ona. Taşıyor Erpenbeck’in kaleminden o da. ? e.erayak@gmail.com Gölün Sırrı/ Jenny Erpenbeck/ Çeviren: Dilek Zaptçıoğlu/ Helikopter Yayınları/ 148 s. ölün Sırrı, Berlin yakınlarında yer alan güzel bir koruya yakın ve göle hâkim bir evin hikâyesini anlatıyor. Romanın ana çizgisi ise bu göl kıyısındaki ev ve çevresinde zaman ilerledikçe gelişen olaylar üzerine kurulu. Jenny Erpenbeck esasında, “evin çevresinde” ilerleyen zamanla; edebiyatta ve sinemada kendine çokça yer bulmuş savaş, vatan, ayrılık, özlem gibi konulara değiniyor ama anlatılan, bu çok anlatılmış hikâyelerden, yazarın romanda kullandığı “dil” ve “teknik” yönüyle ayrılıyor. Yani yazar, neyi değil nasıl anlattığıyla öne çıkıyor. Sözün özü: İşin doğrusunu, has edebiyatın gereklerini yerine getiriyor romanda Erpenbeck. İşte tüm bunlar göz önüne alındığında Erpenbeck’in romanı, roman sanatının geçen yüzyılda yaşadığı değişimlerin; zorlanan sınırların bir meyvesi olarak niteleniyor. TARİH BEKÇİLERİ: EV, GÖL VE BAHÇIVAN Roman okuruna kapılarını, o koruya nereden ve nasıl geldiğini köylülerin dahi bilmediği, ketum bir bahçıvanın yaptığı işleri anlatarak açıyor. Bahçıvan ilahi bir varlık adeta: İsteyenlerin yardımına koşuyor, onun aşıladığı ağaçların nasıl boy verdiğini gören herkes şaşırıyor, korunun işleriyle ilgili mutlaka fikri alınıyor, “toprağı en doğru derinlikte o sürüyor.” Ama insanlarla doğru düzgün konuşmuyor. Evin de içinde bulunduğu korunun, “doğanın bir parçası” gibi davranıyor. Çevresindekilerle konuşmaz ama onların her ihtiyacını karşılar: Bir Tanrı rolü verilmiş gibi. Bahçıvan’ın rolü bununla da sınırlı kalmıyor. Yazarın anlattığı ve evin etrafında gelişen olayların, evin içinde değişen yaşamların her birinde, mutlak bir parçasında o var. Her bölümün, yani SAYFA 22 G CUMHURİYET KİTAP SAYI 1090