27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Anıl Ural’dan medyanın halleri üzerine bir inceleme ‘Medya toplum mühendisliğinin önemli bir örneğini oluşturuyor’ Anıl Ural, MedyaSermayeSiyaset Üçgeni adlı çalışmasında, Türkiye’de siyasal iktidarların medyayla ilişkilerini, konuyla ilgili tutum ve uygulamalarını gözler önüne seriyor. Çalışmasında, televizyon izlemenin birey üzerindeki etkisinden yola çıkarak, iktidarların istemediği düşüncelerin engellenmesi için “en az baskı ve şiddet kadar önemli” olduğunu vurguluyor. Ë Rozerin DOĞAN edyanın, özellikle de televizyonun toplum ve birey üzerindeki olumluolumsuz etkileri çokça tartışılan bir konu. Bu araştırmanın amacını kısaca nasıl anlatırsınız? Tarih boyunca, iktidarların, beslendiği kaynaklar ve yönetim şekilleri ne olursa olsun, daha geniş kapsamlı ve etkin bir egemenlik kurabilmek için kendilerine destek verecek dayanaklar aradıkları biliniyor. Araştırma, günümüzde, bu dayanakların en güçlüsü konumundaki televizyon yayıncılığı bağlamında, medya, sermaye ve siyaset ilişkilerini mercek altına almaya yönelik. “DİZİLERİN ÜRETTİĞİ ŞEY KAPİTALİZMİN TA KENDİSİ” Türkiye’de bu mecrada kaynak bulmak zor gibi görünüyor. Siz hangi kaynaklardan yararlandınız? Genel plandaki kavramların tanımlamaları yapılırken, ağırlıklı olarak uluslararası kaynaklardan, Türkiye’deki iç dinamiklerle ilgili araştırmalarda ise yerel kaynaklardan yararlanma yoluna gittim. Özellikle yakın geçmişteki ve güncel gelişmelerin izlenmesinde ulusal basın unsurlarına öncelik verdim. Kapitalizmin ana hedefi olan tüketici toplum yaratmada, medyanın etkisi var mı sizce? Tüketim toplumu, ideolojik planda “mutluluğun tüketimden geçtiği”ni varsayan bir görüşe dayanıyor. Dolayısıyla kişilerin yaşamında tüketimin önemli bir düzeye ulaştığı, kişilerin sürekli yeni ürün veya hizmet arayışına girdiği, bir başka deyişle, tüketimin ihtiyaçtan çok arzulara göre şekillendiği bir toplum tipi. Tüketim toplumu, eşyalarda işlevselliğin ve kullanım değerinin ikinci planda kaldığı, eşyaya ilişkin hedonist, sembolik ve estetik beklentilerin yükseldiği, eşyada dayanıklılık, sağlamlık, yerine geçicilik, güncellik değerlerinin önem kazandığı, reklamların geleneksel yaşam tarzını yapılandırma, oluşturma ve dönüştürmede etkili olduğu bir toplum tipi olarak nitelendirilebilir. Mevcut talebin üstüne çıkan üretim miktarını pazarlama sıkıntısı yaşayan sermaye güçlerinin, teknolojik olanaklarla renklendirdikleri imrendirici reklam tahrikleri ile oluşturulan satın alma baskısı altındaki birey, kendisine satın alma kolaylıkları ile sunulan ürün ve hizmetleri, bu çekiciliğin tuzağına düşerek alıp tüketir. Böylece birey, kendini yapay bir kültürün, bir tür tüketim ütopyasının aldatıcı, sanal özgürlük ortamında yaşayan, bir üst toplumsal düzeye atlamış “mutlu insan” konumunda görebilir. Özellikle televizyon, izleyici önüne koyduğu dizilerle günümüzde, en sıradan izleyiciyi bile avlamayı başardı. Reklamların etkili kılınmasında da tabii ki önemli bir aşama oldu. Bütün bunlar sermaye tarafından planlı mı yapıldı? Aslında bütün bunlar sizin de ifade ettiğiniz gibi çok planlı, programlı ve komplike bir süreç. Bir “toplum mühendisliği”nin ürünü olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Egemenler, eskiden bildik yöntemlerle gerçekleştirdiği emperyalist işgallerle girmeyi başaramadığı coğrafyalara, televizyon yoluyla girmeyi becerdi. Bunun adı kültürel emperyalizm. Türkiye’de yayımlanan yerli dizilere bakıldığında çoğunlukla orta ve ortaüst sınıftan ailelerin temsil edildiğini ve bu ailelerin yaşam tarzlarının da tüketim kültürü içerisine yerleştirilerek idealleştirildiğini görürüz. Bu dizilerde alt sınıflar yer alsa da, sınıfsal eşitsizlik sorgulanmadan verili ve doğal kabul edilir, onların da ideal yaşam hedefleri, “hizmet ettikleri” patronların, ağaların, beylerin, konumlarına erişmek olarak sunulur. Sınıfsal eşitsizliği meşrulaştıran dizilerin yeniden ürettiği şey, kapitalizmin ta kendisidir. “TELEVİZYONDA KADININ ‘İKİNCİL KONUMU’ ONAYLANIYOR” Medyanın gerçekten kamuoyu oluşturma gücü var mı? Medyanın kamuoyu oluşturmada çok önemli bir rolü olmasına rağmen, etkisinin tek başına belirleyici olmadığı gerçeği kabul edilmeli. İnsanların, her bir mesajı hemen içselleştiremediği, güvendiği kimselerin, kamuoyu önderleri niteliğindeki kişilerin görüşlerine başvurup, onların görüşlerini de alıp, zihin kapılarını buna göre açtığı görülüyor. Tek bir programın ya da program dizilerinin tutumlarda ve düşüncelerde radikal değişiklikler yaratmasını beklemek mümkün değil. Görülüyor ki, kitle iletişim araçlarının etkisi, aslında kısa dönemde değil, uzun dönemde ortaya çıkar. Bir tek mesaj belki insanların zihninde çok derin bir iz bırakmaz ama insanlar bu araçlara bütün ömürleri boyunca sürekli açıktır. Zihinlerin ve vicdanların biçimlenişi, bu süreklilik içinde gerçekleşir. Araştırmanızda, televizyonun kadın ve çocuk üzerindeki etkileri ile alışkanlık yaratma konusunu da irdelemişsiniz. Sizi en şaşırtan sonuç ne oldu? Televizyonda yayımlanan başat temsil pratiklerine verilebilecek tipik bir anlatı örneği, dizilerde kadın karakterlerin tek başlarına kaldığında başına çeşitli sorunlar sarıp, bunları ancak erkek karakterlerin yardımıyla çözmesi. Kadın karakterlerin bu şekilde temsil edilmesiyle, kadınların mevcut toplumsal düzen içindeki ikincil konumu onaylanıp yeniden üretiliyor. Kadın siyasetçi ile ilgili bir haber yapıldığında, çoğu zaman bu kadın siyasetçinin giysisine, makyajına, güzelliğine gönderme yapılarak, kadın siyasetçi, kendi sözünün ve görüşünün siyasal alana yapacağı katkı bağlamından kopartılarak, kadın bedeninin mevcut temsil pratiklerinde dolaşımda bulunan basmakalıp yargılarla sabitleniyor. Çocuklar açısından bakıldığında da, televizyon kültürünün çocuklar üzerinde trajik etkileri olduğunu görüyoruz. Televizyon, hayal gücünü sınırlayan bir yapıda. Aynı eseri radyo tiyatrosundan dinleyen veya kitaptan okuyan bir çocuk ile televizyon ekranından izleyen bir çocuk arasında hayal kurma ve düşünme yetisinin gelişimi açısından ciddi farklar oluşuyor. Televizyon, çocuğun hayal etmesine ve zihnini zorlamasına gerek kalmaksızın tüm verileri önceden kurgulanmış ve hazırlanmış bir şekilde sunuyor. ? MedyaSermayeSiyaset Üçgeni/ Anıl Ural/ Siyah Beyaz Yayınevi/ 368 s. M Mukaddes müselles Ë Ali BULUNMAZ ugünlerde geometri kavramları epey revaçta. Teğet, bunlardan biri. Hamdolsun (!) teğet geçen krizler sayesinde geometri kavramlarına ilgimiz arttı. Ama hiçbir terim üçgenin yerini tutamaz. Bir ara siyasettarikatticaret üçgeninden söz açılırdı, gerçi hâlâ var. Şimdi medya da iyiden iyiye bu işin içine katıldı. Anıl Ural’ın kitabı MedyaSermayeSiyaset Üçgeni. Yazarın da belirttiği üzere bu mukaddes müsellesin amacı öbürlerindekine benzer biçimde “çıkar sağlamak”; bireyi hedef seçip, hatta yönlendirip şekillendirmek. Kitap, konuyu tarihsel, (sosyal psikolojiyi merkeze alarak) psikolojik ve teknolojik bağlamda ele alıyor. Özgürlük ve özgünlük yerine bağımlılık “ilkesinin” tercih edildiği bu ilişkide medyanın, siyaset ve ticaret birlikteliğiyle “toplumun yararına olmayacak şekilde” serpilebileceği vurgulanıyor. Eh, ne de olsa neoliberalizm bunu istiyor, öyle değil mi? Kamuoyu kavramının “kamu”sunu geçip “oyu”na odaklanılınca, medyanın rolü ve önemi artıyor elbette. Ural’ın kitabında bunu örnekleriyle bulmak mümkün. Bilgilendirmek ve araştırmak yerine yönlendirmeye ağırlık B verilince, bir de bu tavır küreselleşince işin şirazesinin nasıl kaydığı daha arı biçimde görülüyor. Haliyle “satma” ve “satılma” gibi nitelemelerin de önü açılıyor. Kitabın alt başlığının “Satılık Medya” olmasına şaşırmıyoruz o zaman. “İnsanlara istediğini veren” medyanın, siyaset ve ticaretle kol kola girmesi garipsenecek bir davranış değil artık. Bu, Türkiye’de de böyle dünyada da. Ural’ın belirlemesine kulak kabartalım: “Medya, sermayenin ihtiyacı olan ve manipülasyonla şartlandırılan tüketiciyi yaratır. Bunun dışında, iktidarın ihtiyaç duyduğu, düşünmeye zaman ayırmadan yaşayan insanı yaratmak gibi bir işlevi de var.” Siyasetsermayemedya üçgeninin Ural’ın deyişiyle, her yerde “bireyler kalabalığı” var etmeye çabaladığı düşünülürse, bu toplamın tüketerek “yaşayan” kuru bir kalabalık olduğu da görülebilir. İktidarların sıcak yüzüne yüz veren ve sermayenin bahçesinde oynayan medya nedeniyle özgür basının arkasından bir bardak soğuk su içmeli. Peki, bu dönüşüme direnmek mümkün mü? Evet ama öncelikle buna açık zihinler gerekiyor; Anıl Ural’ın MedyaSermayeSiyaset Üçgeni adlı kitabı, sorunu belirleyip ona nasıl çözüm üretilebileceğini göstermeye Anıl Ural çabalıyor bir bakıma. ? SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1090
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle