28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

André Gide’den ‘Tohum Ölmezse’ Yere düşen buğday tanesi Tohum Ölmezse, André Gide’in otobiyografik anlatımı. Gide, ailesinin, özellikle de annesinin, kendisine verdiği katı ahlakçı eğitimden, duyguları ve aklının yön verdiği özgürlüğe nasıl ulaştığına; aşklarına, yolculuk ve dostluklarına yer veriyor kitabında. Dünyayı ve kendisini nasıl tanıdığını aktarıyor kısacası. Ë Ali BULUNMAZ “Uzun uzun tartışıp didişmeden düşünce ve yazıda belli bir incelmeye ulaşamazsınız.” “Gerçeklik endişesi ne kadar büyük olursa olsun, anılar her zaman için ancak yarı yarıya samimidir: Her şey söylendiğinden daima çok daha karmaşıktır. Hatta belki de romanda gerçeğe daha fazla yaklaşılmaktadır.” “Siz hangi Tanrı adına, hangi ideal adına benim kendi doğama uygun olarak yaşamamı yasaklıyorsunuz? Peki, sadece onun peşinden gitsem, beni nereye sürüklerdi bu doğa?” bulma aşamasında önüne dikilen engellere rağmen samimiyetle ve kendinden emin olarak, benliğinde “daima neşenin baskın geldiğini” ifade etmekten çekinmez Gide. Neşesinin yanında, çıktığı felsefe yolculuğunu ve bu seyahatte, ona ilk rehberliği Eski Yunan düşüncesinin yaptığını da anlatır. Gide’in felsefeyle haşır neşir olmaya başlaması ve felsefenin hayatında önemli oranda yer kaplamasını sağlayan isimler de vardır elbet: Koruyuculuğuna sığındığını söylediği Spinoza, Descartes, Leibniz ve Nietzsche’nin ötesinde, özel anlamda ilgilendiği ve felsefede kendisine büyük mesafe aldırdığını belirttiği Schopenhauer… “TUHAF OLAN BENİ KIŞKIRTIR” Oyunun ikinci perdesi, Gide’in gençlik yıllarına ayrılmış. Burada da keşifler söz konusu. Ancak Gide, biraz daha olgun ve olaylara kuşbakışı yaklaşabilen kişiliğe sahip artık: “Daha çok bilgi sahibi olduğumda (…) incir çekirdeğini doldurmayan sıkıntıların beni gark ettiği muazzam acılara gülüp geçebildim, henüz şekillenmemiş ve sınırlarını ayırt edemediğim için beni dehşete sürükleyen geçici heveslerimin adını koyabildim. O dönemde her şeyi keşfetmem, acıyı da merhemi de aynı zamanda bulmam lazımdı; hangisi bana daha canavarca geliyordu, bilemiyorum. Püriten eğitimim beni böyle şekillendirmişti, bazı şeyleri öylesine önemsememe yol açıyordu ki beni heyecanlandıran meselelerin bütün bir insanlığı ve tek tek her bireyi etkilememesini aklım almıyordu.” Gide’in yirmili yaşlarda ayırdına vardığı ya da gitmeyi seçtiği yol, ona “İsa ahlakı” olarak öğretilenin; başka bir deyişle, “arzularını yasaklamak zorunda olduğunu hissettiği her şeyi” kırıp geçmekti. Çıktığı Cezayir yolculuğu bunun başlangıcıydı. Uyumsuzluğu bir uyuma dönüştürme anlamı taşıyordu bu yolculuk. Cezayir gezisinin bir başka anlamı, Gide’in “farklı” cinsel kimliğinin oluşmaya başlamasıdır. Cezayir seyahati, Gide’in hızla kendini tanımasını sağlar: “İnsan vardır, kendisine benzeyene tutulur, insan vardır, farklı olana vurulur. Ben sonunculardanım: Alışılmış olan bana ne kadar itici gelirse, tuhaf olan da beni o kadar kışkırtır.” Gide, Tohum Ölmezse’de neyi neden anlattığını; amacının ne olduğunu açık şekilde ifade ediyor. Ona göre kitaptaki her şey, eğilip bükülmeden okurun önüne konuyor, çünkü Gide, ana hedefinin gerçeğe yakınlık değil, gerçeğin ta kendisi olduğunu söylüyor. Böylece hayatının yörüngesini de belirliyor: “Bana kurallardan kurtulmak yetmiyordu; taşkınlığımı meşrulaştırmak, çılgınlığımı haklı göstermek de istiyordum.” “En samimi eylemlerimiz aynı zamanda en az hesaplı olanlardır; iş olup bittikten sonra aranan açıklamalar manasız kalır” diyor Gide. Buğday tanesinin yere düşmeyip yalnız kalmasındansa, toprağa kavuşup ölerek mahsul vermesinden yana bir yazar o. Hesapsızca kendini anlatışı, eserlerindeki izleri okura açması, içten itirafları da hep bu yüzden. Baskıyı kırıp özgürlüğüne yelken açışını da toprağa yürüyen tohum olma anlamındaki isyana bağlamalı. Tohum Ölmezse, Gide’in kendini alabildiğince anlattığı, anlatırken nasıl kabuğunu kırdığını gösterdiği dalgalı bir deniz gibi… ? [email protected] http://bulunmazali81.blogspot.com Tohum Ölmezse/ André Gide/ Çeviren: Aysel Bora/ Can Yayınları/ 350 s. André Gide ünya edebiyatının ağır ağabeylerini okumak demek, onların yaşamından parçaları fark ederek veya etmeyerek öğrenmek de demek bir yerde. Ama o ağabeylerden bazıları, işi kolaylaştırıp kendini saydam biçimde anlatırsa ne mutlu okura. Çünkü kitap kurdu okur merak eder; konunun dedikodu tarafına kaymamak koşuluyla, eserleriyle doyduğu yazarın hangi yollardan geçtiğini bilmek de ister. Edebiyata yön vermiş, fikirleriyle dünyayı ve zihinleri aydınlatmış, daha da önemlisi kitleleri etkilemiş bu isimler, kim olduğunu, nerede durduğunu, nereye gittiğini ve nereye gitmek istediğini okurlarına açar bazen. André Gide’in Tohum Ölmezse adlı kitabı, bir otobiyografi ve okurun, hayranlarının ve takipçilerinin, kendisiyle ilgili merak ettiği pek çok şeyi anlatmaya koyulduğu önemli bir kitap. Gide’in dünyasını, okurun dünyasıyla buluşturma amacı taşıyan bir çıkma. D yor. Annesini, çocuklarının kendisine kesin anlamda itaat etmesini bekleyen bir ahlakçı, babasını ise daha yumuşak başlı ve Gide’e tek kelimeyle ve kolayca her istediğini yaptırabilecek biri şeklinde tanımlıyor. Gide’in roman gibi tasarlayıp kurguladığı kitapta, ayrıntılı bir tabloyla yüz yüze sanki okur. Bununla birlikte anlattığı kişiler, neredeyse birer karakter ve zaman zaman, Gide’in hayatında yer almamış da yaratılmış tipler gibi bir izlenim bırakıyor. Ailesinin, özellikle de annesinin düzen ve itaat isteklerine karşın Gide, okul yaşamında tam bir karmaşa içinde. Hal ve gidişi hiç iç açıcı değil: “Okulda ceza uygulanmadığından, Mösyö Vedel bana ‘hal ve gidişten sıfır’ vermekle yetindi. Bu ceza ahlaki olmakla birlikte, az sert de sayılmazdı. Ama bu beni hiç ırgalamıyordu. Her hafta ‘hal ve gidiş’ten ya da ‘temizlik ve düzen’den sıfırımı alıyordum; hatta bazen ikisinden birden. Hiç şaşmıyordu. Sınıfın sonuncularından biri olduğumu eklemeye lüzum yok. Tekrarlıyorum: Ben hâlâ uykudaydım; henüz doğmamış birinden farksızdım.” Gide’in ilk perdede anlattıkları, neredeyse tamamen bir keşif yolculuğu: Ailesini, dünyayı, insan ilişkilerini, mekânları, dilini, gelişen zihnini, bedenini keşfediyor. Büyük bir iştahla dünyayı içine çeken; bazen yenilen bazen zaferler kazanan bir çocuk Gide. Okulla başı dertte olan ve sağlığı bir düzelip bir bozulan bu adam, ilgi ve teşvik beklerken öte taraf tan kendini geliştirmeyi ihmal etmeyen bir görüntü çiziyor. Yaptığı yolculuklar da cabası. Babasının kaybı ve annesiyle beraber maddi zorluklarla boğuşmaya başlaması da, o günlerde Gide’in kişiliğinin oluşumunda büyük rol oynuyor. Babasının ölümüyle duyumsadığı keder, onun başka acılarını hatırlamasını ve ağzından bir anda şu sözlerin boşalmasına neden oluyor: “Ben başkaları gibi değilim!” Bir küçük parantez: Roman biçiminde kurgulanan bu otobiyografik kitapta Gide, hayatının önemli bir parçası olan müziği anlatımına yedirmiş. Yani yavaş yavaş satırlara dokuduğu geçmişini müziksel bir biçemle; zaman zaman allegrolarla, bazen füglerle bazen de romanslarla süslüyor. Böylelikle Gide, hem edebi hem de müziksel bir tat bırakıyor okurun zihninde. KEŞİF YOLCULUĞU Dedik ya, Gide kendini ve dünyayı keşfediyor; bu, aynı zamanda okurun(un) da Gide’i keşfetmesi demek: Hayatının kilometre taşlarını, geçtiği karanlık yolları da ayrımlaması anlamına geliyor bir ölçüde. İşte bir başka örnek: “Hafifmeşrep kadınların evlerine yaptığım keşif seferlerime rağmen, on beş yaşımda fuhuş çevreleri konusunda inanılmaz derecede cahil kalmıştım; bu konuda hayal ettiklerimin gerçek hayatta hiçbir temeli yoktu; hayallerimi ahlaksızlıkla, müstehcenlikle, hoş şeylerle ve tiksintiyle daha önce sözünü ettiğim içgüdüsel ayıplanma yüzünden, özellikle de tiksintiyle süsleyip şişiriyordum.” Aldığı ve ayağına pek çok kez takılan, hatta “erkekler birbirine sarılamaz” gibi bir noktaya da varabilen püriten eğitim; daha doğrusu, annesinin ona aşıladığı aşırı ahlakçı tutum, Gide’in hayatında belirgin bir yere sahip. Bunu özetleyen bir itiraf daha: “Aldığım püriten eğitim yapımda var olan ve benim hiçbir kötülük görmediğim çekingenliğimi alabildiğine arttırmaktaydı. Karşı cinse olan meraksızlığım had safhadaydı; kadınlığın bütün sırrını tek bir hareketle keşfedeceksem bile, bu hareketi hiç yapmadım; tiksintilerime ayıplama adını vermek ve irkilişimi erdem saymak gibi bir avuntuya kaptırmıştım kendimi; içine kapanık, huzursuz bir halde yaşıyordum ve kendime bir direnme ideali yaratmıştım; teslim olursam, kötü alışkanlıklarıma teslim oluyordum, dışarının tahrikleri ilgimi çekmiyordu.” Ama tüm açmazlarına, yaşadığı gel gitlere; annesinin baskıcı tutumuna, kayıplarına, hayatındaki zorluklara, kişiliğini MÜZİKSEL ANLATIM Kalburüstü yazarların hayatı, çoğunlukla başından sonuna düz bir çizgiyi takip etmez. Yazarın adının ardından açılan parantezdeki doğum ve ölüm yılları arasındaki tire, pek çok fırtınanın, anının; yaşanmışlığın ya da eksik kalanın anlatımıdır adeta. Gide, o tirenin yirmi altı yıllık bölümünü bir pencereden veya bir ayna karşısında kendine bakar gibi anlatmaya koyuluyor Tohum Ölmezse’de. Gide’in soyağacı çıkarma gibi bir girişimi var. Anne, baba ve ebeveynlerinin ailelerini ince ince nakşediyor. Bunu yaparken, anne ve babasına ilişkin çocukluğundan kalma itiraflarda da bulunuSAYFA 8 André Gide’in kitabı, bir otobiyografi ve okurun, kendisiyle ilgili merak ettiği pek çok şeyi anlatmaya koyulduğu önemli bir kitap. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1075
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle