28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayfer Tunç’un yeni romanı ‘Yeşil Peri Gecesi’ raflarda uyumlu olduğunu görebiliriz. “İLK TAŞ MASUMİYETİ” Gamlı baykuş epey süre... Hayatımız dökülüyordu, ayna gibi çerçevesindeki altın dökülünce aslımız ortaya çıkıyordu diyor. Küçük, safça avuntular bulsa da yetmiyor bu. Her zaman çok haklı değil, arızalı olduğu da açık. Kıskançlığı abartıyor bazen, bu kadın kahraman falan değil. Zaten ona kahraman desek kitabın içinden çıkıp bize kafa bile atabilir. Bu romanın başında çok bildik bir epigraf var. Kutsal Kitap’tan, Hz. İsa’dan bir alıntı: “İçinizde kim günahsızsa ilk taşı o atsın.” Bu epigrafı çok manalı durduğu için değil, kördüğüm haline gelen ahlak anlayışımızı ve hayatta kalmanın en sefil biçimlerini vurgulamak için koydum. Anlatıcı kadının ne zaman haklı ya da haksız olduğuna bu epigrafın ışığında bakmak gerek. Yeryüzünde hiçbir insan ilk taşı atacak kadar masum değil. Bu, bence en kadim bilgelik ifadesi ve bu nedenle Kutsal Kitap’ın herkesçe bilinen cümlesi. Çünkü hayat bir süreklilik ve aynı zamanda bir birikim. Bir ailenin içine doğduğumuz anda bir birikimin ve sürekliliğin de içine doğarız. Tıpkı doğduğumuz ülke, ait olduğumuz toplum gibi ailemiz de bir bakıma kaderimizdir. Bu, yine tıpkı ait olduğumuz toplum gibi değiştiremeyeceğimiz, üstelik seçmediğimiz bir geçmişi ve eğer değiştirmek istiyorsak güçlü bir irade gerektiren bir geleceği omuzlarımıza yükler. Çünkü ailemizin dramlardan, yaralardan, mutluluklardan, iyi ve kötü günlerden oluşan ve mensubu olduğumuz anda oluşmasında hiç payımız olmadığı halde bizim de olan bir tarihi vardır. Ailemizin aynı zamanda bir onurgurur anlayışı ve bir ahlakı vardır. Biz de içine doğduğumuz bu ortamı, mevcut değerleriyle birlikte sürdürürüz veya değiştirmek isteriz. Ailemizin tarihinin oluşmasında katkımız yoktur ama hikâye sürerken olumlu veya olumsuz katkıda bulunmaya başlarız. Kendimizi bilecek bir çağa geldiğimizde reddetmeyi veya sürdürmeyi seçeriz. Karakterimize bağlı olarak kaderimizin iplerini elimize alırız ve böylece geleceğimizi tasarlarız veya tümüyle kaderimize teslim oluruz. Gerçek hayatta olduğu gibi bu romanda da anlatıcı kadının ailesinin onun geleceğine etki eden bir tarihi var. Altın varaklı alçı ayna ise çok net bir metafor. Bir tür tam oluşmamış rantiyeburjuva eleştirisi. Kadının kocasının ait olduğu, olmak istediği sınıfla ilişkisini işaret ediyor. Ama bu tam oluşmamış rantiyeburjuva eleştirisini de ilk taş masumiyetinin ışığında yapmalıyız, çünkü tıpkı aile gibi mensubu olduğumuz sınıfın dayatmalarından kaçınabilmek de irade ister. Kahramanlık konusuna gelince. Bence bu kadın bir kahraman. Kaderine musallat olanlardan intikam almak, onlara bunu ödetmek istiyor. Ali’nin ona “sen çağımızın bir kahramanısın” demesi aynı zamanda Donna Kişot diye isim takması boşuna değil. Evet kafa atabilir, atıyor da zaten, romanın sonunda, kaderine musallat olanlara. “Bizde itiraf yoktur. Biz itiraf edersek unutamayız. Biz oysa unutmak isteriz, olmamış gibi yapmak. Biz mecbur kalırsak tövbe ederiz hemen ardından unutmak için, suçumuzu da öyle fazla sayıp dökmeden üstelik. Bizim tarihimiz unutarak gömdüğümüz günahlarımızın tarihidir. Biz dolaylı insanlarız, bizde yalanlar ve gerçekler arabesk motifler gibi iç içe geçer.” Bu sor¥ gulama da kitabın belkemiğinden ‘Edebiyatımın temeli varoluş boşluğu’ Bir kadın... Yalnız erkeklerle değil, kadınlarla da zoru olan bir kadın... Çevresindeki her türden insanla problemli ilişkisiyle küçük bir toplum modeli oluşturan bir kadın... Yazar Ayfer Tunç’un yeni romanı Yeşil Peri Gecesi‘nin kahramanı, hayattaki anlam arayışını “aşka açtım, doymamıştım” diye ifade ediyor. Ama aslında esas derdi “sefil” varlığındaki boşluğu anlamlı bir biçimde doldurmak. Tunç’un bu romandaki meselesi ikiyüzlü, kendini bile yalanlayacak kadar yalancı bir ahlak anlayışının ve düzenin, aşk da dahil tüm kavramlarıyla yıktığı insanı didiklemek. İdeal kadınideal ilişki modellerinin de, kötülenen Batılı veya Doğulu kadınlanetlenen ilişki modellerinin de erkek toplumunun yarattığı modeller olup olmadığını kurcalamak. Romanın anafikrini ise şöyle özetliyor Tunç: “Günahlarımızı unutma, gömme eğilimindeyiz. Tarihimiz bunun açık örneği. Bizde unutalım gitsin anlayışı var, üstelik çoğu zaman iyi niyetle. Türkiye’nin resmi tarihi, yokmuş gibi yapılan toplumsal günahların tarihidir. Ermeni tehcirinden 67 Eylül olaylarına, 12 Eylül’den Maraş olaylarına, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlardan pek çok gencin idamına, Dersim katliamından Madımak yangınına kadar her biri artık varlığını inkâr edemediğimiz büyük günahlar. Olmamış gibi yapmak, görmezden gelmek, dolaylı olmak bizim hem toplumsal karakterimiz, hem de acıyan yanımız ya da benim için yıllar içinde bir mesele haline geldi. Siyasetten gündelik ilişkilere kadar akıl almaz ölçüde ikiyüzlü yaşıyoruz.” Tunç ile yeni romanı Yeşil Peri Gecesi‘ni konuştuk. SAYFA 16 Ë Gamze AKDEMİR u kadın aşka âşık... Ödipli, ödipsiz, yakışıklı ya da alçak hayatına giren erkekleri taşıyor bir anlamda... Ömrü sevilmek istemekle geçmiş olsa da “Beni ben mahvettim ya da hayat beni mahvetti” diyor. İlişkide eninde sonunda çatlayan ana damar kendisi oluyor... Aşkı bacağından vuruyor… Biliyor ki daima tek gerçek aşkı Ali’yi sevecek... Kafaseslerinde süründürüyor kendini... Yaralı… Arızalı… Kendine acıyor ama bunu uzatmayacak kadar gururlu... Gerekirse çekiyor ipini aşkın... Döneminin ürünü kafası karışık kadın mı yoksa bu kadın hep var mıydı? Yeşil Peri Gecesi’nin (YPG) anlatıcısına “umutsuzca sevgiyi arayan kadın” dersek, bir tür klişeye tekabül eden “aşka âşık kadın” imgesinden uzaklaşırız. Dönemin ürünü olan, YPG’nin kadını değil, “aşka âşık kadın” imgesinin ta kendisi bence. Günümüz hikâyelerinin onda dokuzu aşk üstüne. Ama sorun şu ki aşk denince ne anlamamız gerektiğini hâlâ bilemiyoruz. Zaman içinde aşk kavramını öyle çok revize ettik ki sonunda sığlığın ta kendisi haline getirdik. Öte yandan “sevgiyi arayış”ın odağına cinsel aşkı oturtursak derdimize merhem olmaz. Derinimizdeki mesele karşı cinse duyulan aşk değil çünkü, esas mesele sevgi. B Sevgiyle aşk aynı şey değildir, aşk sevginin bir türü ya da parçası da değildir. Sevgi bir anlama ve bütünleşme biçimidir. Aşk ise bir haldir ve geçicidir. Sevgiyi hayatın içinde sınayarak ve sınanarak elde ediyoruz ya da edemiyoruz. Aşk ise başımıza geliyor. YPG’nin kadını hayattaki anlam arayışını “aşka açtım, doymamıştım” diye ifade etse de aslında esas derdinin “sefil” varlığındaki boşluğu anlamlı bir biçimde doldurmak, sefil ömrüne bir değer kazandırmak olduğunu söylüyor. Öte yandan kadının yalnız erkeklerle değil, kadınlarla da zoru var. Kendisini terk ettiğini düşündüğü annesi başta olmak üzere saçlarını kökünden kesen yengesi, annesinden nefret eden babaannesi gibi. Çevresindeki her türden insanla problemli ilişkisi aslında küçük bir toplum modeli oluşturuyor. YPG’nin yazarı olarak benim bu romandaki meselem de sevgi arayışı, aşkı bulamayan kadının dramı filan değil, böyle bakmak fazlaca tek boyutlu, indirgemeci olur. Benim derdim ikiyüzlü, yalancı, kendini bile yalanlayacak kadar yalancı bir ahlak anlayışının ve düzenin, aşk da dahil tüm kavramlarıyla yıktığı insanı didiklemek ve ideal kadınideal ilişki modellerinin de, kötülenen kadınlanetlenen ilişki modellerinin de ister batılı ister doğulu olsun fark etmez erkek toplumunun yarattığı modeller olup olmadığını kurcalamak. Theodor Adorno Minima Moralia’da bunu gayet veciz biçimde ortaya koyuyor aslında. “Dişil kişilik tahakkümün negatif bir kopyasıdır ve bu yüzden aynı ölçüde kötüdür” diyor. Yakından bakarsak, YPG’deki kadının eylemlerinin Adorno’nun tanımıyla CUMHURİYET KİTAP SAYI 1075
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle