Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K ocukgençlik yazını alanında verimlenmiş her ürünü, yazınsal alanın bütünü için konulmuş bir tür turnusol kâğıdı bağlamında almak olanaklı. Çünkü yazarın, yazınla ilişkilenişte nerede durduğu, bu çerçevede hangi değerler üzerinde yol aldığı büyük önem taşıyor. Eğer herhangi ürün kuşkular uyandırıyorsa alan da bundan etkilenecektir. İnsanoğlu, “çocuk” üzerinde kafa yormaya kendisinin bilincine vardığı Aydınlanma çağıyla ulaşabildi ancak. Bundan öncesi tekil örnekler dışında lafı güzaf… Bulguladığı kitap nesnesi ise bin yılların deneyiminden süzülmüş bir tansık! A.Ferhan Oğuzkan, çok değil otuz beş yıl kadar önce çocuk kitaplarıyla ilgili olarak şöyle diyordu: “Çocukların (…) çağımızın endüstriyel, teknolojik gelişmeleri önünde kitaba karşı ilgilerinin azalacağına ilişkin görüşler ileri sürmek herhalde doğru değildir.” (Çocuk Edebiyatı ikinci basım, 1979, 14) Bugün durum ne? Nesneyle ilişkilenişin, buna dayalı gerçeklik algısının yerine, sanal ilişkilenişin, buna dayalı sanal gerçekliğin üzerinde ne ölçüde düşündük dersiniz? “Yeni çocuk”un da, “yeni nesneleştirme” olgusu bağlamında kapitalist üretim biçiminin doğurduğu bir “yeni kurban”a dönüşme tehlikesi taşımadığı öne sürülebilir mi? Örneğin daha ucuza getirebilmek için kimi kitapların Uzakdoğu’da basıldığı, buna dayalı olarak yoksul işçilerin önemli bölümünü çocukların oluşturacağı göz ardı edilebilir mi? (Bak.: Cumhuriyet, 31.8.2010) SAYFA 20 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Yeni bir çocuk yazını okumasına doğru... rinden Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, çizgi romanla ilgili uyarısını anımsamamak elde mi: “Çizgi romana da biraz karşıyım. Çünkü çizgi düşünceyi öldürüyor. Onu sevecek kadar çizgi olsun, ama asıl amacı sözcük olsun.” (Sever; 2000, 14) Düşünce yok edilerek bir gelecek nasıl kurulabilir? ANLAM SAVRULMALARIYLA ALABORA OLURKEN... Gelin tam bu noktada çocuk yazınının geçmişinden geleceğine doğru bir dizi düşünce uçkunu arasında kol kola yol almaya çalışalım… Örneğin Ömer Lekesiz, “’Çocuk Edebiyatı’nı, edebiyata ‘dışarıdan’ yapılmış bir müdahale saydık ve hiç sevmedik. Kendi edebiyatımızda ‘içeriden’ filizlenen bir şeydi bizim dinlediklerimiz, beslendiklerimiz…” deyip ekliyor: “…Çocuk edebiyatı, edebiyat değil, edebiyat oyunu için peşrev çekmektir.” (Hece, AğustosEylül, 2005, sayı 104105) Mustafa Ruhi Şirin de görece böyle bir yaklaşım içinde sanki: “Çocuk klasikleri vardır diye, zengin kaynaklara sahip bulunduğumuz halde çağdaş bir çocuk edebiyatı oluşturma çabalarının ihmal edilmiş olması düşündürücüdür.” “…Çocuklar için yapılacak edebiyat ve sanat konusu henüz ciddi olarak benimsenmiş değildir. (…) Bu ise her şeyden önce ‘çocuk felsefemiz’in belirlenmesine bağlıdır.” (Şirin; 1987, VIII, IX) Tehlike bununla sınırlı değil. Diyelim nitelikli “nesne kitap”lar hazırladık. Çocuklar nasıl ulaşacak buna? Sedat Sever’e göre, “yılda 900 saati okulda, 1500 saati televizyon karşısında geçen çocuklarımız”, ilköğretimi tamamlayana dek “yaklaşık 100 bin şiddet, 8 bin öldürme görüntüsüyle karşılaştığı bir ortam”da yaşıyor. Bunun yanında Sever, çocukların “görselliğe bağımlılığın(ın) gittikçe arttığı, (…) günde 34 saatini, çoğunlukla gelişim özelliklerine uygun olmayan yayınları izleyerek geçirdiği” bir ortamdan söz edip “büyük çoğunluğun, bilgisayarı oyun ve eğlence amaçlı kullandığı”nı dile getiriyor. (Sever; II. Ulusal Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu, 2007, 3) Bütün bu olumsuzluklara karşın modası geçmeyecek, çağdan çağa atlayıp gelecekte de yüzyıllara, binyıllara ulanacak, “anlatı” dediğimiz “şey”in kendisi kuşkusuz; söylen, destan, masal, şiir, öykü, her neyse… Gutenberg’den çok önce, çoğaltılmış elyazmalarıyla, hatta kâğıt, tablet bile yokken ağızdan ağza, kulaktan kulağa geçiyordu anlatı… Oğuzkan, bunun gereksinim olduğunu vurgulayıp “hikâye anlatmak rastgele bir iş değildir” saptamasını getiriyor. (102) Önceki çağların sanatçıları derviş, meddah, masalcı, ozan, dede, nene, anlatıcı her kimse neyi anlatıyorsa bunu canlandırıyor, kitap nesnesinin yarattığı havayı tek başına yaratıyordu adeta. Elbette çocuğu da yeniden biçimlendiriyordu. Bunu yapabilmek için bedenini, sesini kullanıyordu, tek gücü, olanağı buydu, kendi nesnesiydi yani. Oysa ekitap, yalnızca bir sanrı olarak var, üstelik gerçekliğin, ayırdına hemen varılamayan çarpıtıcısı olarak… GUTENBERG SONRASINDAN EKİTAP SONRASINA... Vural Ülkü, andığım yazısında, Almanya örneğini verirken, şunu da vurguluyor bu arada: “Aydınlanmacı, akılcı düşünüş ve amaçlar kaybolmuş, onların yerine bir illüzyon edebiyatı geçmiştir.” Buna benzer bir durumun ABD’de özellikle 1990’larda “edebi çalışmaların sosyal bilgiler öğretimine önemli katkılarının olduğunu(n) kabul e(dilmesiyle)” ortaya çıktığını söylemek olası. Çünkü çocuk yazını,” 20. yüzyılın başında Amerika Birleşik Devletleri’nde ‘iyi vatandaş yetiştirmek’ şeklinde politik bir yaklaşım”la da kullanılmaya başlanıyor. (Ahmet Şimşek; Sever; 2007, 132) Nitekim bizde de “çocuklarımızı bir düşünceye, bir inanca tutsak kılmak isteyen güdümlü yayınların etkisini gittikçe artırdığı” vurgulanmıyor mu? (Sever; 2007, 3) Genç kızlara yönelik etkilemelerin de birer “modern köle” yaratmaya dönük olduğu seziliyor. (Ülkü; agy. Neydim; Genç Kız Edebiyatı, Bu, 2005) Öte yandan Gülten Dayıoğlu’dan YÖK’ün, “eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştiren bölümlerinde, bazı programlardan çocuk edebiyatı (dersini) çıkar(dığını)” öğreniyoruz (Sever; 2007, 17). Buna benzer yönsemeler öteki ülkelerde de karşımıza çıkıyor. Örneğin çocuk yazını tarihi bizimkine denk Polonya, Bulgaristan vb. ülkelerde özenti ya da öykünmeyle sürdürülen bir yayıncılığın izine rastlamak olası. (Bak.: Öztürk Emiroğlu; Jena Vasileva Jelyazkova; Sever 2000; 152, 228) Bunlara, dolgu amaçlı çıkarılan klişe çocuk kitapları da eklenebilir kanımca. Yaratıcı drama ile eğitici drama nasıl apayrı yerlere çıkarıyorsa bizi, çocuk yazını da kendi yaratıcı niteliğinden arındırılıp ders üniteleri için yan kol gibi alındığında işimiz daha bir çatallaşacaktır. Kitabın nesnesini yitirmek, kitaba özgü kültürü de ortadan kaldırabilir. “Özgür düşünebilme yetisinin çocukluk çağında geliştiği konusu üzerinde pek durulma(dığı)”ndan “çocukta özerk benlik duygusunun gelişimi kısıtlanmakta, özgür düşünebilme yetisi büyük oranda söndürülmektedir.” (M. Orhan Öztürk; Sever; 2007, 21). Kitap nesnesi, özgür düşünebilmenin de yol açıcısı oysa… Artık “çocuk edebiyatı yalnız çocukların değildir. O, bütün büyüklerin de, yıllarca önce kaybetmiş oldukları bahtiyar dünyalarına yeniden dönüşleridir.” (M.Orhan Okay; Şirin; 1987, 65) Ne var ki yukarıda dile getirilenlerin ışığında dehşete kapılmamak elde değil. Çünkü biz çocuklarımıza hâlâ “hayal bilgisi” yerine, “hayat bilgisi” okutmakta direniyoruz. Çocuk yazını salt bu amaca hizmet ediyor sanki. Böylelikle çocukların gözüne, babalarının yanında çıraklığa durmuş gibi birer at gözlüğü takıyoruz hemen, ağızlarına da gem vuruyoruz bir çırpıda, sonra da istediğimiz yöne çekip sürüyoruz onları. Oysa “kitap”, insanoğlunun özgürlüğü. Bir “görünür tanrı” ya da “açık vicdan” halinde korumamız gerekiyor onu. Türkiye Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra laikliği tartışamazsınız, bunun zeminini yitirirsiniz çünkü. “Özgür düşünebilme yetisi”ni geliştiren kitap nesnesini yitirdikten sonra da kitabı tartışamazsınız artık. Umalım, insanoğlu daha fazla gecikmez de ayırdına varır bu gerçekliğin… Gelin haftaya çocukgençlik yazınının ne’liği, niteliği ile sürdürelim konuyu… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1075 Ç Çağlar boyu sömürü gerecine dönüştürdüğümüz çocuğu bu kez de “sanallık” gölgesinde yeniden sömürü aracı yapmaya yöneliyor olmayalım sakın? Recep Nas, Çocuk Edebiyatı kitabının “Önsöz”ünde şöyle diyor: “Okumayı sevmeyen bir toplumuz, az okuyoruz. Neden? Bunun pek çok nedeni var. (…) Ama bir neden var ki, çok önemli: Çocuklara doğru zamanda, doğru kitabı, doğru biçimde sunamamak.” (Ezgi, ikinci basım, 2002) Kitap nesnesinden bunca emin duran yazarın satırları karşısında siz onun kadar emin olabilir misiniz acaba? ÇOCUK YAZINI İÇİN YENİ BİR GELECEK KURMAK... Gelin Gutenberg’le yaşadığımız gerçekliğin farklı boyutuna göz atalım birlikte. Sözgelimi 70’lerde Almanya’da “geniş kitlelerin okuma açlığını giderme çabaları ‘trivialliteratur’a (yığın edebiyatı, müptezel edebiyat) yol aç(ıyor). Schiller, Goethe gibi büyük yazarların eserleri ancak birkaç yüz adet basılır, satılmaz ve anlaşılmazken, (…) eğitimleri eksik milyonların oluşturduğu geniş pazar, bir edebiyat endüstrisi doğuru(yo)r. (…) trivial edebiyat fikren bağımlı insanlar yaratı(yo)r ve onlar sayesinde yaş(ıyo)r, bu insanların bağımlılığını, hürriyetsizliğini de pekiştiri(yo)r.” “Gençlik ve çocuk edebiyatı alanında, en modern metotları kullanarak yılda 370 milyon (günde 1 milyonun üzerinde) nüsha ‘eser’i piyasaya süren trivial edebiyat endüstrisinin etkisi büyük boyutlarda…” (Vural Ülkü; Türk Dili, Mayıs 1985) Mehmet Arslan, Almanya’daki bu olguya, öteki ülkelerle birlikte daha yakın bir tarihten bakıyor: “… 20. yüzyılın son çeyreği, kitabın ve buna bağlı olarak okumanın saltanatının sarsıldığı yıllar olmuştur. Kitap okumaya karşı ortaya çıkan bu olumsuzluklar nedeniyle Almanya dahil birçok ülkede, bugün okumaya teşvik, genel yönetimler tarafından ele alınan ve desteklenen bir kültür politikası haline gelmiştir.” (Sedat Sever; I. Ulusal Çocuk Kitapları Sempozyumu, 2000, 140) Çok kısa süre içinde kitap nesnesine yönelik yaşanan bu değişim, sizce de baş döndürücü değil mi? Bize gelince… İsmet Kür, çocuk dergileri için şu bilgiyi aktarıyor: “Bizde çocuk dergileri, 2. Meşrutiyetten 39, Cumhuriyetten 54 yıl önce, 1869’da yayımlanmaya başlamış ve devam etmiştir.” “(yüz kırk) yıldan beri yayımlanan ve ömürleri genellikle pek uzun olmayan çocuk dergilerinin sayısı –yaklaşık… 200 kadardır.” (Kür; Türkiye’de Süreli Çocuk Yayınları AKDTYK, 1991, 1,2) Çocuk dergileri bunca önemli mi peki? Cemil Meriç’e göre, “Çocuk dergilerini anmadan çocuk edebiyatı tamamlanmış olmaz. İz bırakan eserlerden çoğu bu dergilerde doğ(muştur). Mesela Jules Verne’in kitapları ile ‘Hazine Adası’.” (Çocuk Edebiyatı Yıllığı/1987; Hazırlayıp yöneten: Mustafa Ruhi Şirin, Gökyüzü, 1987; 12) Günümüzdeki çocuk dergilerinin durumu ne? Örneğin yarım yüzyılı çoktan devirmiş bir geçmişe sahip Doğan Kardeş, “Her yaştan gençler için aylık çizgi roman dergisi” duyurusuyla yayımlanıyor artık. Vah Doğan Kardeş vah! Kitap nesnesi böyle durumlara mı düşecekti? Türkçenin büyük sözcüle