Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Jak Alguadiş’ten bir yolculuk: ‘İstanbul’da İki Sevgili’ ‘His, her zaman ve her yerde’ Hasımlar, meydanlar, hapislik, korku, işkence, sadakat, tu kaka komünistler, şüpheler, yanan günler... Ülkenin dramı ile kahramanların kişisel dramları iç içe... Sadece bir aşk hikâyesi değil, farklı kökler, farklı coğrafyaların sinir uçlarından gelip yolları kesişenlerin de öyküsü... Batum’da başlayıp İstanbul’da son bulan macera dolu bir yolculuk... Jak Alguadiş ile yeni romanı İstanbul’da İki Sevgili‘yi konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR “Sen de gel, ay alçak olacak. Karanlıkta gelecekler, kimse onları görmeyecek. Yarın akşam.” (Romandan) asımlar, meydanlar, hapislik, korku, işkence, sadakat, tu kaka komünistler, şüpheler, yanan günler... Ülkenin dramı ile kahramanların kişisel dramları iç içe... Sadece bir aşk hikâyesi değil, farklı kökler, farklı coğrafyaların sinir uçlarından gelip yolları kesişenlerin de öyküsü İstanbul’da İki Sevgili... Sorunuzun birinci kısmı ile kitabı özetleyip, özümsediniz. Teşekkür ederim. Aslında; bir ülkede sürüp giden dramlar hiçbirimizi kayıtsız bırakamaz ve bu, isteyerek ya da beklenmedik şekilde herkese yansıyabilir. Bir insanın dramı, o insanın yaşadığı ülkenin sorunlarından soyutlanamaz. Farklı köklerden insanların sevişmelerine karşı çıkanlara isyan ediyorum. Aksine, bu insanların yalnız aşk yüzünden değil, doğal bir duygu olarak “ötekini” merak ettikleri için, aralarındaki engellerin, boşluğun aşılabileceğine inanıyor ve savunuyorum. Sinir uçlarından gelip yolları kesişenlerden söz ettiniz. Yalnız Gürcistan değil, Rusya da ülke olarak, daima ilgimi çekmiştir. Ruslara özgü bir derinliğin, Gregor’da, özellikle babasında olduğunu düşündüm, düşünüyorum. “DOSTLUK ABIHAYATTIR” Aşk’a gelince… Onca gürültülü dönemde aşk alabildiğine özgür her zaman olduğu gibi... İyisi kötüsüyle aşk... En nanköründen en temiz hislisine tüm fantezileriyle yoluna duraksız devam eden aşk ve bir o kadar da cinsellik aslında... Çok doğru. Gregor’un, Zeynep’e aşkı, başta cinselliğe dayanıyor. Sanırım bu, her zaman böyle. Neyin, nasıl cinselliği tetiklediğini bilemezsiniz. İnsanlar duyguları ile kendilerini aşar. Herhangi bir şeye inanabilirsiniz, ama onu hissetmezseniz, hiçbir şey yapamazsınız. Bence aşk da böyledir. His her zaman ve her yerdedir. Sevmenin de sevilmenin de bedeli SAYFA 8 izlerim içimde. Rus devriminin sonuçları çok etkileyicidir; beyaz Rusların kaçışları, sığınmaları, gittikleri ülkelerdeki yaşamları ve devrimin kendisi. Kendime, bu durumlarda, insanların ne olduğunu, ne olabileceğini soruyorum. Gizlenen insan olmak, berbat bir şey. Yapıttaki karakterler, şu veya bu nedenden, gizlenmeyi kabul etmeyen, başkaldıran insanlar. İşin bu tarafı beni hem düşündürüyor, hem de belirsizlik içinde bırakıyor. İnsan neden gizlenir? Kendi doğrularını gizlediği veya kendisinden kaçtığı için gizlenir. Genelleme yapmak zor, ancak yapıtın ortamı bu fikri çağrıştırıyor. İnsanlar gizlendikçe kaçıyor, kaçtıkça başkalaşıyor, başkalaştıkça siyasetçinin bendi haline geliyor. “YAZIN BİR MUCİZE...” Gregor Gregoroviç’in oğluna “herkesin kendi öyküsü” ile söyledikleri de çok çarpıcı aslında: “Yok olup gittiğinde, yakaladığını sandığın öykü bir ağacın ya da bir akasya dalının arkasına gizlenmiştir ya da kimbilir, kırmızı bir güle dönüşmüştür.” Ne demek istemiştir tam olarak? Akasya ağacı bir semboldur. Anlamı, kısaca, ölümsüzlük, yeniden doğuştur. Yapraklarının yeşil oluşu ve dökülmemeleri buna işarettir, sanırım. Hayatın suya benzetilebileceğini düşünüyorum. Elimizden kayıp giden, buhara dönüşen bir varlığı, öyküye dönüştürmeye kalktığınızda, buharlaşmış bir nesne ile uğraşmak zorundasınız ve o, bir akasya ağacı gibi yeniden doğar, belki bir güle dönüşür. Gregor Gregoroviç “herkesin kendi öyküsü vardır” derken, “kendin ol” demek istiyor oğluna, kendin ol ve kendinle hesaplaş ki öykünü yazabilesin. Yazın, bir mucizedir. Her karakter bir metafor gibi, hayattaki bir duyguya karşılık geliyor… Tüm bu konuştuklarımızdan sonra soralım kim neye karşılık geliyor? Yapıt birkaç temel duygu ile ilintili: Aşk ve cinsellik, Zeynep ve Gregor; “arı” kötülük, Emmi; dostluk, sadakat, Sadi, adil, Sergey ve Topal Ahmet, isyan duygusu, Zeynep. Bu duygular, yaşandıkça somutlaşıyor, somutlaştıkça, kişinin yapısına göre öyküyü örüyor. Yapıtın bir yerinde, Emmi’nin “kendisinin, şer” olduğunu söylüyorum. Bu sava, belki, “görünen odur ki” açıklaması gerekebilirdi. Ancak ne olursa olsun, Emmi’de, kötülüğün, dayanılmaz bir ağırlığı var. Böyle insanlar maalesef mevcut ve Emmi, kötülüğün metaforu. Sadi ile Adilin dostluğu her şeyin üstünde. Bu iki karakteri düşlerken “dostluğun” ne demek olabileceğini, ne olduğunu, göz önünde bulundurdum. Aralarındaki bağı fazla anlatma gereğini görmedim. Anlatabilirdim belki de. Ancak bu dostluğun bıçak gibi keskin olmasını yeğledim. Daha ileri gitmek, zor iş. Topal Ahmet, Adil ve Sergey uzak değiller, ilk ikiliden. İfadesi güç ama Zeynep’i, dostluğun ötesinde, çok ötesinde görüyorum ondaki isyan duygusu her şeyi bastırıyor. Zeynep ayrı bir kişilik, aykırılığı kadının isyanını, haksızlığa direnişini gösteriyor. Gregor’a gelince, cinselliğin pençesine kendisini öyle kaptırmış ki dostluğun değerini hemen anlayamıyor ve kendi benliğinin dışına çıkamıyoriki kez hariç. Yani bir bakıma Gregor, yansızlığın metaforu. Öykünün sonuna doğru, Topal Ahmet’in dostluğunu anlayacaktır, Gregor. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İstanbul’da İki Sevgili/ Jak Alguadiş/ Anemon Yayınları/ 116 s. H yardımlaşmaların özünde cesaret yatıödeniyor yapıtta... Mutluluklar yarım yor ama yolunu, kaynağını arayan bir kalıyor, umutlar bir artıyor bir dibe vucesaret, insanların büyük kısmının duruyor, beklentilerin ayarı sürekli değişiyumsadığı ama sonuçta, yitirilip, boğuyor, şükürkahır koşut ilerliyor... Birbirlup giden insanların cesareti. İyi bir lerinin gerçek yüzlerini ve kendilerini dünyaya inanmamanın imkânsızlığına keşfediyor kahramanlar… Çok konuşdeğinmiştik. Evet, dostluk abıhayattır. muyorlar, geveze olan hinlik, cinlik, korku, kaygılı zihinler... Karanlık bir roDEVRİMDEN BİR KESİT man değil ama ışıkları da öyle aman Herkes kendini keşfediyor, kendini aman yakmıyorsunuz... Doğru. Bir karakter, “tek”, yani bir büyütüyor, olgunlaşıyor yaşlısı da genbütün değil aslında. Yaşam, insanları, ci de… Vicdan diken gibi… Şer için dilim dilim oluşturur. İnsanların birbirise bahane çok… Devrim günlüğü ya lerini anlamaları, yakınlaşmaları, önce da devrim günlerinden bir kesit gibi sessiz bir dünyada oluşur sonra söz geİki Sevgili… Kimi yönleriyle Warren lir. İlk defa karşılaşan iki insan “heBeaty’nin yazıp yönettiği “Kızıl Günmen” anlaşabiliyorsa, söylediklerinden ler” filmini anımsattı bana. Entelektüdeğil, söylemediklerinel, derin siyasi ayrışmaların ortasında den, suskun kaldıkları kalakalan insanlar, bir küs bir barı“anlardan” oluşur tanışşık ilişkiler, bir yanda sürek avı, seri maları. Öykümüz siyasî serseri infazlar, ayrışmalar, dava… bir ortam içinde gelişiNe dersiniz? Evet, öyle. “Kızıl Günler” filmini yor, yani konuşan bir görmedim ama izlediğim bazı filmledünyada sürüyor. Bu rin etkisinde kaldım. Ayrıca şunu “konuşan” dünya onları söyleyebilirim; öykü veya roman yaalıp, savuruyor. Uygarlık zarken, istisnasız konuyu bir film gibi tarihine “tepeden” baktığımızda, ortaçağdan beri bilim hariç uygarlığın pek değişmediği bir dünyada yaşıyoruz. Ama bir gün, gerçek uygarlığın hüküm sürdüğü bir dünyanın doğacağına inanmamak da güç. Yolda olmak, yolda kalmak halleri... Henüz ürkekçe de olsa yardımlaşmalar… Çekirdek evresinde direnişler… İki Sevgili en çok başkaldırının ve abıhayat dostların, yoldaşların, birbirlerine nefes olan ve birbirlerinin nefesini kesen insanların romanı diyebilir miyiz? Yolda olmak, yolda kalmak... Uçurum kenarında iki kadın ama umut her şeyin üstünde. Yol kapalı değil ama çok dar. Sadakatin ama gerçek sadakatin! varlığına inanıyorum. Nasıl diyeyim? Bir tek söz yeter, o bile değil, bir anlık suskunluk bin yıla bedeldir Jak Alguadiş’in romanı siyasî bir ortam içinde gelişiyor, yani konubazen. Aslında ürkekçe şan bir dünyada sürüyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1074