Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ ğu yerde çeşitli cümlelerle itiraf eder. Bazen anımsananların gerçek mi, kurgu mu olduğu yönünde karakteri şüpheye düşürerek, bunu okura hissettirir. Dikkat çeken bir başka nokta, annesini ihmal etmiş karakterin tersine, yazarın anneye sahip çıktığını ve hikâyenin büyük kısmını ona ayırdığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Anneyle ilgili bir anıyı dinlerken, aniden kendimizi bir kumaş dükkânında bulup, türlü türlü kumaşların arasında hissederiz. Sonra bir anda çiçekçi dükkânındaki çiçek isimlerini sayarken… Ya da annenin anlattığı masalların sonunu merak ederken, yıldızları sayarken veya üzüm bağında uçuşan kuşları tanırken… Fakat amacın sadece anlatımı süslemekten öte bir başka yanı olduğunu görmezden gelmemek gerekiyor. Özellikle de çoğu öyküsünde yabancılaşma temasını işlemiş olan yazarın kollarındaysak. Uyuyan Güzel, Nuh Tufanı derken dönüş yoluna girmiştir. Artık o Nuh’un gemisinden gökyüzüne süzülen güvercinlerden birinin “gagasındaki yeşil bir dalcıkla” dönüp gelmesini bekler. Geçmişle barışmayı… Peki, maziyi anımsamak istediği gibi mi şekillendirmiştir, yoksa hatırladıkları gerçeğe uygun mudur, bunu bilememektedir. İtiraf süreci başladığında tüm hatırladıklarına dair şüpheleri artar. Burada yazar daha önce de bahsettiğimiz sınırsız hafızanın nedenini ortaya koyar. Anlatılanların tamamen gerçek olmayabileceğini hissettirmeye çabalarken, kurmacanın rolü ön plana çıkar. Okur da bu ikiliği yaşar. Gerçekle düş ikiliğini… (…)Pek çok şey önce düşte yaşanıyor, sonra da gerçeğe yansıtılıyor, buradan da gerçekte yaşandığı duygusu doğup çıkıyordu ortaya ve söz konusu duygu sonradan kolay kolay yerinden oynatılamıyordu(…) (218) Gerçeğe Dönüş Roman, kişisel olanın ötesinde başka bir yalnızlığı da verir: Toplumsal yalnızlığı. Böylece geçmişle kopuş başlar. Taşköprü, Bebekli Kilisesi, Köşkler Çarşısı’na vardığımız anda kahramanın çocukluğunun geçtiği yerin Adana olduğunu anlarız. Romanda, düşle gerçek arasında gidip gelmeler yerini, mekânın netleşmesiyle de birlikte tamamen gerçekliğe terk eder. Gerçeklik şimdiyle birleşir. Anlamlar kaybolur. Son sayfalarda karşımıza çıkan Müdire Hanım’ın çocuk karakterle konuşması bir anı olmamakla birlikte, karakterin hayatının kısa bir özeti gibi durur: Yalnızlaşma yolunda öğrenilen bir buyruk. Kimsesizliğe geçiş. (…) ona sen ve siz arasındaki ayrımı öğrettiği günün yaşantısı zamanla anılar içinde rastgele bir anıya dönüşmeye karşı durdu, diretti, anı değil, hep diri bir yaşantı kimliğini korudu belleğinde. Boyuna yeniden yaşandı, onun başkalarıyla ilişkisine damgasını vurdu. Sen’den siz’e, siz’den sen’e savrulan bir yaşam yaşanıp durdu. Sen’de biraz dinlenme, ardından sarp bir yokuşa vuruş: Sen siz (…) (270 – 271) Roman gömütlükte son bulur. İsimsiz kahraman bunca hatırlayışın ardından annesinin mezarında, anılarla neden şimdi yüzleşmesi gerektiğinin dışında bir şeyi daha keşfeder. Sonsuz uykuya yaklaştığını… Çocukluğundan çıkıp gelen ateşböcekleri eşliğinde. “Derken ateşböceklerinden bir bölümü gömütlükten kalkıp kahveye geldi, sanki onu da elinden tutup tıpkı küçüklüğündeki gibi şenliklerine katılmaya çağırıyor, yıldız yağmurunun çoktan yağdığını, annesi gibi gözlerini bir an önce kapayıp uyuma vaktinin çoktan geldiğini ona anımsatmak istiyorlardı.”(279) Ve okur olarak biz de onu çağıran sesin kimliğini anlarız. Bu ses kederli bir hayatın sonlanışının sesidir. İsimsiz kahraman yalnızlığın kollarından, ölümün kollarına doğru yürümeye başlar. Şipal yine göstermek istediği yeri gösterir okura. “Bunca telaş, bunca hız niye?” diye sorar ve (h)iç sesi bizlere yapılan bir çağrıya dönüştürür. O sesi takip edip etmemek, üzerinde düşünüp düşünmemek okura kalır. Ve şölen biter.? Sırrımsın Sırdaşımsın/ Kâmuran Şipal/ YKY/ 279 s. SAYFA 17 Hafıza /Gerçeklik /Kurmaca “O akşam olup bitenleri aradan bunca yıl geçmesine karşın hâlâ iyi anımsıyordu.” ( 130) “Geçmişteki yaşantıların anımsamalarını, onu alıp bunun yanına, bunu alıp onun yanına koyarak sürekli değiştiren, onları birbirine katıp harmanlayarak yaşamakta olduğumuz an’ın havasına uygun kılığa sokup hoşumuza gidecek gibi allayıp pullayarak iç gözümüzün önüne koyan bir güç vardı sanki(…) Tüm anılar ve anımsamalar geçmişte yaşananları yansıtmaktan uzaktı. Bir yüzü ileriye, bir yüzü geriye dönük iki başına bir yaşam, ‘iki başına yürümeler.’ Ve yürüyorduk. ” (158) Sık sık tekrar eden, hatırlama üzerine yazılmış cümleler, geçmişi anımsamanın ikiliğin ta kendisidir. Yazarın yazma anını yansıtan bu şüpheler, bizi düş ile gerçek arasında bir yerde bırakır. Şipal, anlattığı öykünün gerçek olmayabileceğini, bir kişinin anımsadıklarının kendi yorma ve yorumlamalarına da sahne olabileceğini gösterir. Aynı zamanda, geçmişi düşünürken onu yeniden kurmak ile yazma eylemi arasında sıkı bir bağ olduğunu... Hatırladıklarının gerçek mi, yoksa kendi üretimleri mi olduğunu kestiremeyen bir karakter yaratılmış olmasının nedeni belki de budur. Yazarın öyküsü için yola çıktığı her ne olursa olsun, seçimi daha çok başka şeyleri göstermekten yana kullanır. Uzun uzadıya neden sonuç ilişkileri kurmak yerine, okuru rahatsız etmeyecek denli naif bazı göstergeler seçer. Çünkü roman kahramanının bugün nasıl yaşadığı, ne yaptığı, başından neler geçtiği okurun tahminine bırakılır. Çocukluğundaki iç monologlar, annesiyle kurduğu ilişki, cinselliği keşif süreci derinlere inilmeden aktarılır. Sonrasında çalkantılı ve sorunlu bir yaşamı olduğunu anladığımız roman kahramanı, yalnız ve pişmandır. Bu fikri bile yazar doğrudan vermek yerine, okurun çıkarmasını ister. Böylece kurmacaya okur bir yerinden ortak olur. Kitabın sonlarına doğru kahramanın bugününe dönmeye başlar. Karakterin teyze kızının ağzından kuyu imgesi sayfanın ortasına düşüverir. (…) “Çok bakma kuyunun içine” dedi teyzesinin kızı. “Başın döner. Benim bir defa başım döndü de zor ayrıldım kuyunun başından.” Biraz durup, “Bari bir şey duyabildin mi?” diye sordu. (…) (190) Gerçekten de artık başı dönmüştür isimsiz kahramanımızın. Şahmaran, CUMHURİYET KİTAP SAYI 1074