Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kate Atkinson’dan ‘Çarkıfelek’ Soğukkanlı cinayetler* Kate Atkinson, Çarkıfelek‘in alt başlığını “A Jolly Murdey Mystery (Eğlenceli Bir Cinayet Romanı)” koymuş. Bunu bir şaka olarak düşündüğü hemen anlaşılıyor; ne de olsa bu sirke kadar keskin dilli yazar, “eğlenceli” kitaplar yazmak kadar, kafiye kullanmayı da seviyor. Fakat bu kitabının bir cinayet romanı olduğu kesin; Viktorya tarzı gotik bir malikânede bir ceset var, bir diğeri uzak bir kıyıya vurmuş ve kitap, Atkinson’ın polisiyedeki büyük çıkışı niteliğindeki Suç Dosyaları adlı romanına birçok gönderme içeriyor. Üstelik Suç Dosyaları’nın kahramanı Jackson Brodie bu kitapta da başrolde. Ë Penny PERRICK onun küllerini vazoyla garajdaki rafa koymanın yasal olup olmadığını düşünmek dışında bu ölümü pek umursamıyor. Kitapta bulunan ve kafalarında yazdıkları duygu dolu senaryolara yaslanmayı tercih eden çok sayıdaki karakterin çevresinde sevginin izine pek rastlanmıyor. Takma isimle eğlenceli, dehşet yüklü ve ticari başarı kazanmış cinayet romanları yazan Martin Canning, savaş pilotu eşini İkinci Dünya Savaşı’nda kaybetmiş, cesur, genç bir dulla evlenmenin ve pembe panjurlu bir evin hayalini kuruyor. Aynı şekilde, daha önce kötü bir boşanma yaşayan Jackson, sevgilisi olan çatlak Julia’yla asla mümkün olmayacak bir gelecek hayal ediyor; oysa Julia’nın aklı her daim bir karış havada. Kendini en az kandıran, hayata daha iyi dayanır. Örneğin, şüpheli milyoner müteahhit kocası Graham bir fahişeyle gittiği ucuz bir otelde kalp krizi geçirdikten sonra yoğun bakıma alınan Gloria Hatter adındaki kadın kahraman (“Gloria, Graham’in otel odasında olmasına şaşırmıştı, bu kocasının tarzı değildi”) şunu düşünüyor: “Eğer şimdi ölecek olsa vücudunun parçaları topluma daha yararlı bir insanın içinde yeniden hayat bulabilirdi.” JACKSON VE LOUİSE Yüksek rütbeli bir polis memuresi olan Louise de benzer şekilde zehirli bir soğukkanlılık edinmeye çalışıyor. Morgdaki görevi sırasında, patolog Ackroyd “kızın kafasının üst kısmını sanki haşlanmış yumurtayı açar gibi keser” ve “Gel de yakından bak. Bu, bir kadının kafasının içinde gerçekten neler olduğunu ilk ve son görüşün olabilir” derken, Louise, televizyonda yayınlanan ve “bir cesedin sadece bir ceset değil aynı zamanda bir insan olduğunu anlatan pek çok polis ve adli tıp programı”nı düşünüyor. Fakat Atkinson’ın sevgisiz anne ve babalardan oluşan karakterlerinin aksine, Louise tek gecelik bir ilişkinin ürünü olan buluğ çağındaki oğlunu seviyor. Jackson’ın da kendisi gibi sevgi dolu bir ebeveyn olduğunu fark ediyor; fakat Jackson, kendi kızına olan duygularını, ona berbat bir gelecek kehanet ederek dışa vurmayı tercih ediyor: “İstatistiklere bakılırsa yetişkinliğinde sigara da içecek, en azından bir kez uyuşturucuyu deneyecek, bir arabanın altında kalmaktan da kıl payı kurtulacaktı. Bir, belki de birkaç kez kalp kırıklığı yaşayacak, iki çocuk doğuracak, bir kez boşanacak, hastalanacak, ameliyat olması gerekecek, yaşlanacaktı. Yaşlanırsa kemik erimesi ve eklem iltihabı sorunları olacağından bastonla veya yürüteçle yürümek zorunda kalacak, kalça ameliyatı geçirecek, arkadaşlarının birer birer öldüğünü görecek, bir huzurevine taşınacaktı.” Jackson ve Louise arasında yaşanan yakınlaşma o kadar sürükleyici ki, okur olarak kafamızı sürüp giden cinayet kargaşasından adeta uzaklaştırıyor. Atkinson’ın çeşitli konulardaki saptamaları da aynı derecede ilginç. Sağırlar için olan köpeklerin “bir şey anlatmak istediklerinde” insanın kolunu çekiştirdiklerini söylüyor, neden yağlı urgan ya da giyotin gibi başka işkence ve ölüm sembollerinin değil de haç şeklinde küpelerin moda olduğunu sorguluyor. Atkinson’ın hangi türde yazdığının gerçekten de pek bir önemi yok. Onun ana teması daima, sevginin geri alınamayacak şekilde kaybı ve “dünyanın iyileştiğini ama hiç de iyiye gitmediğini” üzülerek anladıktan sonra insanın hayatına nasıl en iyi şekilde devam edebileceği. Yazarın en büyük yeteneği ve başarısı, bu korkutucu ve yıkıcı felsefeyi gerçek bir eğlence şeklinde sunması. ? (*)The Times UK, 06.08. 2006, Çeviren: Esen Tezel Çarkıfelek/ Kate Atkinson/ Çeviren: Murat Karlıtağ/ Yapı Kredi Yayınları /512 s. SAYFA 19 Kate Atkinson dektif olan Jackson, kendi hayatı mahfolurken başkalarınınkini düzeltmeye çalışıyordu. Çarkıfelek’te kahramanımız bu kez festival zamanı Edinburgh’da; çünkü sevgilisi Julia, Grönland’da Ekvator’u Aramak adlı bir tiyatro oyununda oynuyor. Jackson kendini ve Julia’yı “tuhaf bir biçimde mahfolmuş bir çift” olarak görüyor (ikisi de kardeşini korkunç şekillerde kaybetmiş) ama Atkinson’ın dünyasında aile üyelerinin kaybı neredeyse bir kural. Bu kitapta da bir karakterin erkek kardeşi trafik kazasında, bir diğer karakterin, Louise’in, annesiyse alkolden ölüyor; fakat Louise, S uç Dosyaları, Cambridge’in boğucu sıcağında geçiyor, o zamanlar özel de Haluk İnanıcı’dan yakın geçmişe dair bir roman Rugan Ayakkabılı Teğmen Rugan Ayakkabılı Teğmen, öncesi ve sonrasıyla 12 Eylül darbesinin titreşimlerini kanında iliğinde yaşayan, erozyona uğramış bir toplum içinde kendi olmaya ve kalmaya çalışan teğmenlerin odağında yaşadığımız bir toplu kıyıma bakarak belleğimizi tazeliyor. Ë Savaş SERTATAŞ Mart ve 12 Eylül dönemlerini birlikte yaşadığımız ancak derinlemesine tanımadığımız bir kesimi, gerçekçi bir bakış açısıyla başarılı bir şekilde anlatmış Haluk İnanıcı. Bunda zannediyorum kendisinin bir dönem içinde bulunduğu kurumu, ona hayat verenler insanları objektif olarak gözlemleyebilmesi ve keskin analiz yeteneği rol oynamış. Gerek romanın kurgusu gerek kullanılan tertemiz ve akıcı dil, yazarın ilk romanı olmasına rağmen köklü bir birikime işaret ediyor. Kitabın iki ayrı taraftan okunabilmesine rağmen herhangi bir kopukluk hissi doğurmadan bütünlüğünü koruması titiz bir çalışmanın ürünü olsa gerek. O dönemleri yaşayan insanların deyim yerindeyse buzlu camın arkasından görebildiklerini şeffaf bir camın arkasından görmelerini sağlayabilecektir diye düşünüyorum. Şahsi çıkarları dışında insanların mutluluğu ve sömürülmemesi için mücadele edenlerin ödediği ağır bedelleri, yıkıma uğrayan yaşamlarını özlü bir şekilde anlatıyor. Kurumun kimi dogmatik kurallarına rağmen insanların çok sağlam dostluklar geliştirebildiklerini, ülkenin geleceğine ilişkin kaygıların, ortak düşüncelerin samimiyetle paylaşıldığını yazarımızın işlek kaleminden öğreniyoruz. İnsanların hikâyeleri ve tarihsel olaylar anlatılırken insani unsurların siyasetin gölgesinde kalmaması romana ayrı bir tat veriyor. Okuduklarımız nostaljik bir tat verse bile ideallerin insan yaşamını nasıl zenginleştirdiğini gözden uzak tutmamak gerekiyor galiba. Masalımsı doğa betimlemeleri insana keyif verirken yaşamdaki acımasızlık, Sinan’ın arkadaşını kurtarmak isterken askerler tarafından öldürülmesinin Hasan ve Hikmet’in trajik karşılaşmalarının, ölümlerinin anlatıldığı bölümleri okurken insanın boğazının düğümlenmesi elde değil. Dogmatik bakış açısı ve kuralların insanları nasıl bir yerlere savurduğu, Hasan’ın Kürt kökenli olduğu için ordudan atılarak örgüte katılması olayı ile anlatılırken kolaycılığa kaçmadan, siyaset dışındaki insani dram boyutu ustaca işlenmiş. İnsanların aşklarının, özlemlerinin, zaaflarının, kısaca yaşama dair hallerinin bir resmidir aynı zaman da bu roman. Cesaret kötülük ve iyiliğin herhangi bir ulusa, halka ait olmadığı, tarihi yazanların kazananlar olduğu, kaybedenlerin tarihin de onlar tarafından yazıldığı dikkate alındığında, tarihin objektif olarak sorgulaması düşüncesine katılmamak pek mümkün görünmüyor. Sinan ile Hikmet’in “Söyle Hikmet, Harbiye’de okuyan genç Mustafa Kemal o haliyle aramızda olsa ruhsuz burjuva düzenini destekleyen cenahta mı yer alırdı? Yoksa benim gibi, halkı, gerçek bağımsızlığı, eşitliği, adaleti düşünenlerin yanında mı?” diyalogu darbecilerin turnusol kâğıdı gibi. Güncelle bağlantılı, gelecekte anı roman olarak yer alacak bu kitap zannediyorum edebiyat dünyamızda hak ettiği yeri alacak. Bu kitabı Kuleli ve Harbiye kütüphanelerinde görebildiğimiz gün demokrasiye biraz daha yaklaşmış olacağımızı varsayabiliriz. Yazarımızın diline, kalemine sağlık diyorum. ? Rugan Ayakkabılı Teğmen/ Haluk İnanıcı/ Everest Yayınları/ 456 s. 12 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1067