Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O ahir Alangu, Ömer Seyfettin Ülkücü Bir Yazarın Romanı’nda (Haziran 2010, Yapı Kredi Yay.) kendi deyimiyle “eserlerine her şeyden önce hayatını ve çatışmalarını koyan” bir yazarın hikâyesini anlatıyor. Ömer Seyfettin, bir “klasik”. Türk hikâyeciliğinin öncülerinden. “Kısa hikâye”nin kurucularından. Diliyle, anlatımıyla döneminde seçkinleşmiş, öncü olmuş. Günümüzde de eserleri en çok okunan yazarlardan. Hatta en çok okunan hikâyeci de diyebiliriz. Eserleri o kadar çok yayınevinden yayınlanıyor ki takip etmek olanaksız. Tahir Alangu, 1915’te İstanbul’da doğmuş. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü 1943’te bitirmiş. Birçok lisede, köy enstitüsünde ve yüksekokulda öğretmenlik yapmış. Boğaziçi Üniversitesi’nde halkbilim dersleri vermiş. Şiirleri, eleştirileri, edebiyat, tarih ve halkbilim üzerine yazıları öğrencilik yıllarından başlayarak dergilerde yayımlanmış. Dergilerde, gazetelerde roman ve öykü değerlendirmeleri yazmış, Ömer Seyfettin’in bütün eserlerini baskıya hazırlamış. Asıl katkısını halkbilim dalında yapmış. Masallar, gölge oyunları, destanlar, göçmen folkloru ve bunlarla ilgili kuramsal sorunlar hakkında araştırmalar yapmış. 19 Haziran 1973’te İstanbul’da ölmüş. Alangu’nun Ömer Seyfettin merakı üniversite yıllarından başlıyor. 36 yıllık kısa hayatına çok iş, çok ürün sığdırmış bu verimli yazarın hayat öyküsünü merak ediyor ama tatmin edici bir kaynak bulamıyor. Bunun üzerine Ömer Seyfettin’in biyografisini yazmaya karar veriyor. “Hayatın ayrıntıları çoğu zaman yazarlar ve eserler için bir anahtar ödevi görüyor, birçok bulanık noktaların aydınlanması ve anlaşılmasına, yazarın yeniden değerlendirilmesine, eserlerinin daha iyi anlaşılmasına yol açıyordu” görüşüyle yola çıkan Alangu sadece yazarın eserleri, hakkında yazılanlar gibi basılı malzeme ile yetinmemiş. Bir yandan Ömer Seyfettin’den kalan ve yayımlanmamış tüm yazılı malzemeye ulaşmaya çalışmış, diğer yandan yazarın başta ailesi ve arkadaşları olmak üzere yakın çevresinin de tanıklıklarına başvurmuş. Yani, iyi bir biyografi yazımında ne yapılması gerekiyorsa onları yapmış. Ömer Seyfettin 1884 yılında Gönen’de SAYFA 12 kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Ömer Seyfettin Ülkücü Bir Yazarın Romanı T (Balıkesir) doğmuş. Öğrenimine Gönen’de bir mahalle mektebinde başlamış. Yüzbaşı rütbesi taşıyan babasının tayini ile İnebolu ve Ayancık’tan sonra İstanbul’a gelmişler. Edirne ve İstanbul’da askeri eğitim almış. Piyade asteğmeni rütbesiyle, Kuşadası’nda görev yapmış. İzmir Jandarma Okulu’na öğretmen olarak atanınca edebiyat ortamlarına girmiş, arkadaşlar edinmiş. Alangu, Batı kültürünü iyi bilen Baha Tevfik’in Ömer Seyfettin’in üzerinde önemli etkisi olduğunu yazıyor. Bu dönemlerde daha çok takma isimle şiirler yayınlatan Ömer Seyfettin 1909’da Selanik Üçüncü Ordu’da görevlendirilince düzyazıya yöneliyor. Balkan Savaşı başlayınca kapanan Genç Kalemler dergisinin yazı kurulunda yer alıyor, başyazılar yazıyor. Yeniden orduya çağrılan Ömer Seyfettin, Yanya Kuşatması’nda esir düşüyor. Nafliyon’da geçen bir yıllık esareti sırasında hikâyeler yazıyor. Hikâyeleri Türk Yurdu’nda yayımlanıyor. 1913’te esrilikten kurtulup İstanbul’a dönüyor. Babıâli Baskını’na katılıyor. Daha sonra askerlikten ayrılmış, yazarlık ve öğretmenlik yapmış. Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazmış. 1914 yılında Kabataş Sultanisi’nde öğretmenlik görevine başlamış ve bu görevini 1920’de ölümüne kadar sürdürmüş. Öğretmenlik dönemi yazarlığının da en verimli zamanı olmuş. Bu dönemde 10 kitapta yayımlanan 125 hikâye yazmış. Alangu, Ömer Seyfettin’in eserlerini anlamak için onun yaşadığı dönemi de iyi bilmek gerektiği düşüncesinde. 20. yüzyılın ilk yirmi yılında bir yandan Osmanlı İmparatorluğu çözülürken diğer yandan sürekli savaşlar yaşanıyor. Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları art arda geliyor. Ömer Seyfettin bu dönemde yaşamış ve yaşadıklarını hikâyelerine yansıtmış. Alangu, Ömer Seyfettin’in hikâyelerinin kaynağının sürekli tuttuğu günlükleri olduğuna dikkati çekiyor. Bazı günlük sayfaları pek değişikliğe uğramadan hikâye halini almış. Ömer Seyfettin’in hayatında İttihat ve Terakki Fırkası’nın ve Ziya Gökalp’in önemli bir yeri var. “Yeni Lisan”, “Milli Edebiyat” gibi anlayışları birlikte oluşturup savunmuşlar. Ömer Seyfettin, partinin ilkelerine uyan yazılar, hikâyeler yazmış. Parti organlarında, yayınlarında görev almış. Gökalp’in ortaya attığı Türkçü görüşleri, Türk Dili’nin arılaştırılmasını savunmuş, bu yolda ürünler vermiş. İmparatorluğun çöktüğü, milliyetçilik akımlarının tüm dünyada kabul görüp yeni devletlerin oluştuğu bir dönemde Ömer Seyfettin’in ülkenin geleceğini Türkçü akımlarda görmesini, Türklüğe sarılmasını garipsememek gerek. Çünkü en öncü anlayış milliyetçi akımlar. O dönemde geliştirilen görüşlerin Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşuna kaynaklık ettiği de bir gerçek. Genç yaşta ölmeyip Cumhuriyet döneminde de yaşasaydı nasıl bir siyasi tavrı olurdu merak etmemek elde değil. Tahir Alangu’nun yazımı 25 yıl süren, ilk baskısı 1968’de yapılan 509 sayfalık eserinde Ömer Seyfettin’in hayat öyküsünü en küçük ayrıntılarıyla aydınlatmaya çalışıyor. Üstelik bu işi akıcı bir anlatımla yapıyor. Belki adında belirtildiği gibi bir roman olarak okunamaz ama keyifle ve merakla okuduğumu, hem Ömer Seyfettin hem de 1900’lerin Türkiyesi hakkında çok şey öğrendiğimi belirtmeliyim. AKLIMDAKİ YILAN Hatice Meryem “proje kitap”lar yazmayı, bir konunun, olgunun üzerine gidip onu enine boyuna incelemeyi, didiklemeyi sever. İkinci hikâye kitabı Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun’da “birinin karısı olma hallerini” anlatmıştı. Aklımdaki Yılan’da (Haziran 2010, İletişim Yay.) annelik hallerini ele almış. Kitabın arka kapağında belirtildiği gibi “Mükemmel annelik, geleneksel annelik, modern annelik, kentte ve köyde annelik, tek başına annelik... Bir mevki, bir mertebe, bir çaba olarak annelik... Bir masumiyet formu olarak annelik... Cinselliğe karşı bir zırh olarak annelik... Ve annelerden kızlarına devrolan miras...” ele aldığı konulardan. Hatice Meryem, kadının anneliğe evrilmesini günümüz kadınının bakış açısını yansıtarak, günümüzden olaylarla anlatıyor. Doğumla birlikte kadın başkalaşıyor ve geri dönülmez bir biçimde yeni kimliğini sahipleniyor, o artık her şeyden önce “anne”dir. Çocuğunu besleyecek, büyütecek, koruyacak, kollayacak tek insan. İlk hikâyede belirttiği gibi “seyircisi tek, bileti bedava, gösterimi ömür boyu sürecek vasat bir oyunun yegâne yıldızı olmaktı(r) annelik.” Ama burada kalmıyor Hatice Meryem, “doğuran mı büyüten mi annedir,” sorusunu da tekrar ele alıyor. Eski bir seks filmleri yıldızının anne olunca geçmişinin üzerine nasıl sünger çekip tamamen unuttuğunun da... Sonuçta öyküler annelerle kızların ilişkisine dek varıyor. Annelik, anne – kız ilişkisi tabii ki yeni konular değil. Ama her zaman, her dönem değişen dünya ve ilişkilerle tekrar ele alınıp değerlendirilmesi gereken temalar. Hatice Meryem Aklımdaki Yılan’da annelik hallerini tekrar ele alırken hem günümüzden bir bakışla bu olguya taze bir yaklaşım getiriyor hem de dili ve anlatımıyla farkını koyuyor. Hatice Meryem’in bir dost meclisinde dile getirilen bir öyküyü anlatır gibi birinci şahıs ağzından ve mizahın kıyısında dolaşan bir anlatımı var. En trajik, en üzücü konularda bile bu dil okuru ferahlatan, dışarıdan bakıp sorgulamasını sağlayan bir unsur oluyor. Aynı zamanda komik gibi görünen olayların altında gizli trajediye de dikkat etmemizi sağlıyor. YENİYAZI Gökhan Arslan, Cihan Duman gibi genç kuşak edebiyatçılarının yayınladığı Yeniyazı altıncı sayısına ulaşmış. Yaz aylarını kapsayacak, dergi hazırlayıcılarına bir soluklanma olanağı verecek, öncekilere göre oylumlu altıncı sayı ile birinci yılı da tamamlamışlar. 2000’li yıllar edebiyat dergiciliği açısından yeniden doğuş dönemi sayılabilir. 2000’li yılların şair ve yazarları atak ve girişimci bir ruhla Türkiye’nin her yanında yüzlerce dergi yayınlanıyor. Ama bunların çoğu dolaşıma giremiyor ya da dikkati çekecek, okunacak nitelikte değil. Yeniyazı’nın farkı da burada. Hem genç kuşağın şiir ve öykülerinin en yeni örneklerini okuyorsunuz hem de onların Türk ve dünya edebiyatına bakışlarını yansıtan çalışmalarını, iyi kotarılmış çerçeve ve atölye başlıklı dosyalarını... Yeniyazı bu niteliklerini kaybetmez, yaz sıcağından kuvvetlenmiş olarak çıkarsa, sürekli izleyeceğim bir dergi olacak. Tavsiye ediyorum. ? Ömer Seyfettin Edirne Askeri İdadisi’ni bitirdiği yıl (1899}. En üstte ise eşi Câlibe Hanım ve kızı Güner ile (15 Ocak 1918, aile arşivinden). CUMHURİYET KİTAP SAYI 1067