Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gültekin Emre’nin Çınlama adı altında yayımlanan şiirleri, aynı sağlık sorunundan; kulak çınlamasından doğan dizelerden oluşuyor. Emre, bunun üzerine şiirle gittiğini söylüyor. Ancak Çınlama, yolu o duraklardan geçse de hastalık, klinik, tedavi şiirlerini içermiyor. Gültekin Emre ile yeni şiirleri üzerine konuştuk. Ë Adil İZCİ sterseniz önce kitabınızın adı üzerine konuşalım. Neden “Çınlama”? Yıllardır canıma okuyan kulak çınlamamı imliyor kitabın başlığı. Bu büyük belayla boğuşmamın, onu kendimden uzaklaştırmanın, sıkıntılarımı sanki hafifletecekmiş gibi düşünmenin sonucu bu kararı verdim ve onu dünya âleme duyuruyorum böylece. Yani şiirlerle kulak çınlamamı şikâyet ediyorum şiirseverlere, Çınlama’yla. Çınlama’yı okurken Oscar Wilde’ın “Yaşam yitirdikçe sanat kazanır” sözünü andığım oldu. Kulaklarınızdaki o sağlık sorunu sayesinde doğdu bu kitap! Hani Orhan Veli de bir şiirinde kullanır ya o halk sözünü: “Ne yârdan geçerim, ne serden” Keşke hiç böyle bir sorun yaşamasaydınız da bu kitap da eksik kalsaydı demek üzereyken duraksıyorum ister istemez. Bencilce bir duraksama! En iyisi size sorayım: Çınlama mı, kulaklarınızdaki süreğen “çınlama” mı? Bu meretle, kulak çınlamamla, aramda kopmaz bir bağ oluştu giderek. Ne o benden kopabilir artık ne de ben ondan. Çünkü çaresi yok ondan kurtulmamın. Bir ilacı, tedavisi falan yok bilebildiğim kadarıyla. İyileşme şansım hiç yok; bu kesin. Kendimi alıştırmak zorundayım, bildiğim tek çözüm bu. Onu yenmek için üstüne şiirlerle gitmeye çalıştım. Çınlama’nın ortaya çıkışının en belirgin nedeni bu. Şiir ve günlük, daha doğrusu şiirlerle günlüğü bir arada. Edebiyatımızda bundan önce bir örneği var mıydı? Ben doğrusu bu birlikteliği özgün buldum. Neden? Sanatçının artalanını az çok bilmenin sanat yapıtını, sizin örneğinizde şiirlerinizi daha iyi kavramaya yarayacağını düşünüyorum da ondan. Hatta önce günlükleri okumakla başlamalı bana kalırsa kitaba. Kulak çınlamasının yarattığı sıkıntılar nedeniyle iki kez kür yaptım. Klinikte kaldım uzun süre. Kür sırasında günlük tuttum. Şiirlerin arka avlusunu oluşturuyor günlükler. Şiirle günlükler iç içe geçti böylece. Onun için şiirlerle günlükleri birlikte yayımladım; birbirlerini tamamladıkları için. Sanıyorum daha önce böyle bir kitap yayımlanmadı. O açıdan da bir ilk, Çınlama. Sanatçının artalanını bilmenin yararına derslerimde değindiğim sık olur. Kimi zaman onaylamaz öğrencilerim bu görüşümü. O bilgilerin metni kavramada yönlendirici olduğunu, özgür alımlamayı ve bu bağlamda da özgür yorumlamayı etkilediğini neden gösterirler. Siz ne diyorsunuz bu konuda? Size hak veriyorum. Şiirlerin artalanında neyin olduğunu bilmek açısından günlük en büyük yardımcı bence de. Şiirler açıklamak için değil ama kimi imgeleri an Gültekin Emre ile ‘Çınlama’ üzerine ‘Yakınmalar kitabı değil bu’ kıntılı ve bir yığın terapi programıyla yüklü mekânda kendinizi dinlemeye pek vakit yoktur. Oysa insanın böyle durumlarda kendini dinlemeye ne çok gereksinimi vardır. Ben, kendimi dinlemeye daha çok zaman ayırmaya çalıştım fırsatlar yaratarak. Ayrıca içinde bulunduğum mekâna çevirdim gözlerimi. Göl, orman, küçük köy, sakinlik... beni dinlendirdi kulak çınlamamı geçirmediyse de. Bu sıkıntılı ortamı dışlaştırmanın iyi bir yoluydu her gün şiir yazmam, günlük tutmam, günü yorumlamam. Kimi şiirlerde, baskın bir sıkıntının var ettiği bir dış dünya dikkat çekiyor sanki. Hani başka bir ruh haliyle (ya da başka bir nedenle), oralardan geçecek olsanız dış dünya algınız ve bunu şiirlere yansıtmanız böyle olmayacaktı gibi... Az önce sözünü ettiğim mekânın çekiciliğine kaptırdım kendimi klinik süresince. Fırsat buldukça göl kenarına gittim ya da ormana daldım imgeler devşirerek. Dış mekân beni farklı imgelere, görüntülere... götürdü. Şiirle içinde bulunduğum mekânları buluşturmaya çalıştım. Mekânların benim üzerimdeki etkilerinin şiirde bir araya gelmesidir bu. Sabah, öğlen ve akşam üçgeninde günün nasıl geçtiğinin işaretleri yer alıyor: “Akşam/ gölü gördüm/ yanıp tutuşan bir söz sanki” örneğinde olduğu gibi. Dış dünyadan varlık ve nesneleri, çoğunca bir benzetme (eğretileme) ile örülü (ya da iç içe) anıyorsunuz. Ben, o varlık ve nesneleri benzetmelerle daha iyi anlatma çabanızdan önce, olağan bir kendiliğindenliğe bağladım. Dilinizden öyle dökülüyor gibi… Evet, bu kitapta benzetmeler çok fazla. İçimden geldiği gibi gelişti onlara yaklaşışım. Nesnelerle kurduğum dostluğun içtenliğini gösteriyor bu benzetmeler. “Kurşun yemiş gibi bir gökyüzü, kuşların sırt çevirdiği”nde kapalı sıkıntılı bir havayı imliyorum. Böyle havalar sıkıntımı büyütüyordu çünkü. Ya da günbatımını şöyle betimlemişim: “Şarap lekesi gibi bir orman.” “Issızlığı yurt” edinişimi benzetmelerle kendim kılmışım bu kitapta. Epeyce bir şiirde, belirgin ya da örtülü bir “bungunluk resmi” tadı var. Bu bağlamda, şiirleri art arda okuduğunuzda hayatın biraz da sıkıntılarla örülü, sıkıntılarla akaduran bir süreç olduğu sonucuna varıyoruz. Zaman zaman, İkinci Yeni şairlerini anımsatan tatlar almadım diyemem. Diyelim Edip Cansever’de de gördüğümüz kimi hayat halleri… Hatta bazı şiirlerde Ahmet Oktay’ın diyelim “Sığınak” şiirini de anımsadım... Bunu biliyorum elbette. Hayat hep sıkıntı değil ama sıkıntılı anların sıkça yer aldığı bir arena sanki. Hele hastalık hallerinde bu bungunluk daha da öne çıkıyor, kendini beli ediyor. Karamsarlık insanın yüreğine yapışıp kalıyor böyle anlarda. Kimi şair ve şiirlerle kardeşlikler olduğunu görüyorum Çınlama’daki şiirlerde. Çoğu zaman şairlerin ruh hallerinin birbirine benzemesi beni hiç de yadırgatmıyor. Toplu şiirleriniz olan Küçük Deniz’i beş altı ay önce okudum. İzlenimlerim İ Gültekin Emre lamak için günlük yardımcı olacaktır okura. Farklı mekânlardaki yaşamımı da gözler önüne seriyor günlükler. Onun için günlüklerin yanı sıra her günü yirmi altı gün ele alan bir şiir ve o günün yorumu gibi duran bir başka şiirle günlerimin fotoğrafını üç boyutlu çekmeye çalıştım. Mutlaka anımsarsınız: Attilâ İlhan’ın da şiir kitaplarının sonuna eklediği “Meraklısı İçin Notlar”ı vardı. Onlardan epeyce yararlandığımı söylemeliyim. Sizin günlükler biraz daha kapsamlı bir aydınlık düşürüyor bana kalırsa şiirlerinize. Öyle mi dersiniz? Attilâ İlhan’ın kitaplarının arkasında yer alan “Meraklısı İçin Notlar”da şiirlerin ve kitabın serüvenini kolaylıkla izleyebilirler. Çınlama’da ise şiirlerin oluştuğu mekâna, ortama, duyguya tanıklık ediyor günlükler. Ayrıca benim ruh halime, günlük yaşamıma ilişkin ipuçları da yer alıyor. Kitaptaki şiirleriniz elbette, biraz da günlük hatta yolculuk günlüğü gibi. İlk şiirle birlikte koyu bir hüzün de akmaya başlıyor. Bu belirleme için ne dersiniz? Bir de ben kendi payıma hep öyle düşünüyorum: Hüzünlerimiz, aslında derin hayat sevgimizden ileri geliyor. Hayatı bu kadar sevmeseydik, hüzünlerimiz bu derece koyu olur muydu? Evet, bir yolculuğa çıkarken duyulan hüzün ağır basıyor şiirlerde. Neşeli bir yolculuk değil bu, bunu şiirler gösteriyor. Sıkıntılı bir gidiş imliyor çünkü. Bu nedenle kitabın ilk şiiri “Gidiş”te bu sıkıntı (yürek daralması) ya da hüzün, hemen kendini belli ediyor: “Bir topu yuvarlamak gibidir gitmek ürküp kaparken pencerelerimi”, “Bir grup fotoğrafı çektirir gibi gidiyorum bir yığın tanıdık hayaletle”, “Gidiyorum, askerliğini yapmamış bir kuş gibi sıkıntılı/ gidiyorum, kuru bir nehre aşı yapan kocaman bir yağmur gibi/ gidiyorum, dönüşü olmayan bir bileti beklemeden.” Bu dizeler kliniğe giderken nasıl sıkıldığımı, kaygılandığımı, belirsizlikler içinde bocaladığımı da gösteriyor. Belli bir dönemin panoraması olarak görmek gerekiyor Çınlama’yı. Şunu da belirmekte yarar var, bir sızlanmalar, yakınmalar kitabı değil bu; farklı bir şiir kitabı. Uzun bir yolculuğa çıkarken, bir hastaneye yatar, ola ki uzunca sürecek bir sağıltıma hazırlanırken insan ömrünü istemeden de olsa, gözden geçirir ya; bu şiirlerde biraz da böyle bir artalan sezinliyoruz... Klinik ortamı nasıldır bilenler bilir; sı henüz canlıca sayılır. Buna göre, Çınlama’nın bir bağlam üzerinden gitmesi, günlüğüyle bir arada olması, bir de daha yoğun söylemiyle zaman içinde biraz daha önlerde duracağını sanıyorum. Siz ne dersiniz? Doğrusu Küçük Deniz’le bir dönemi kapattığım söylenebilir. Hesaplaştım kendimle. Yazdıklarımı yeniden gözden geçirdim. Geçmişimden kurtulmak değildi bu, onu topluca sergileyerek yeni oluşumlara yer açmaktı. Çınlama, benim şiirimin gideceği yönü tam olarak göstermese de, belli etmiyor da değil. Günlük şiir iç içeliğinin yanında, daha yoğun bir şiire doğru yöneldiğimi söyleyebilirim. Bir yapıtı yaratıcısı kadar kimse iyi bilemeyeceği için son soruyu da Gültekin Emre, Gültekin Emre’ye sorsun... Kendime bundan sonraki kitabımın başlığının ne olacağını sormak istiyorum. Çınlama’nın hemen ardından yeni bir kitap yayımlayacak değilim. Hele bu kitap bir sindirilsin, ondan sonra, ilerde. Ama ilerde yayımlayacağım kitabın adını koydum bile: Çınlatma olacak bu yepyeni kitabın başlığı. Neden Çınlatma? Onu da zamanı gelince konuşuruz. Son olarak da şunu söyleyeyim: Çınlama, hastalık, klinik, tedavi... şiirlerini içermiyor. Tersine farklı, iyi şiirlerin kumaşını dokuyor, yolu bu duraklardan geçse de. ? Çınlama/ Gültekin Emre/ Hayâl Yayınları/ 74 s. ÖZÜR Geçen sayımızdaki Edouard Roditi yazısının altında, metnin yazarına ilişkin, çeviriyi yapan Selçuk Altun’un özel bir notu yer alıyordu. Bir hata sonucu bu not yazının altında yer almamıştır. Aşağıda bu notu yayımlıyor, Selçuk Altun ve okurlarımızdan özür diliyoruz Çevirmenin özel notu Son romanım Senelerce Senelerce Evveldi, Kadir Has Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Clifford Endres ile Başkan Yardımcısı Yrd. Doç Dr. Selhan Endres tarafından İngilizce’ye (Many and Many A Year Ago) çevrildi. Çeviri zamanında tamamlandı ve hem mızmız yayınevi editörü, hem de AngloAmerikan eleştirmenler tarafından övgüyle karşılandı. Yaptıkları mükemmel işten dolayı onlarla kapsamlı bir çalışmaya girmedik. Ancak kısa süren buluşmalarımızdan birinde, İstanbul kökenli küresel yazar Edouard Roditi’nin (19101992) Cliff ile ortak ilgi alanımız olduğu ortaya çıktı. Cliff onun hakkında kapsamlı bir araştırma yapıyordu ve bu nedenle varsıl bir arşiv oluşturmuştu. 2010 Roditi’nin yüzüncü doğum yılıydı ve bu nedenle Cliff’ten, Cumhuriyet Kitap için öz bir tanıtım yazısı rica ettim. Yazısına ekleyeceğim tek nokta, Roditi’nin manevi yeğeni kitap avcısı Michael Neal’den duyduğum onun sanat ve edebiyat dışına taşan insancıllığıdır. Roditi, Fransa’da yardıma gereksinimi olan göçmen Türk işçilerinden de desteğini esirgememiş, gerektiğinde onların ağzından Türkiye’ye mektuplar da yazmıştı. Son söz yerine; yetkin akademisyenler Cliff ve Selhan Endres Türk edebiyatına desteklerini sürdürürlerse, başta Türk kültür ve sanatının gönüllü elçisi Edouard Roditi’nin ruhunu hoşnut edeceklerdir. Selçuk Altun SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1057