Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Rawi Hage’den ‘De Niro’nun Oyunu’ Rawi Hage Dünyada bir yabancı dum Türk kahvesi aktı. Nebile’yi, poker makinelerini, Roma’yı düşündüm. Burayı terk etmeye kararlıydım (…) Mutfak sessizdi; annemin radyosu uzaklardaydı, gömüldüğü sığınakta sıçanları ve kalabalık aileleri eğlendirmekteydi. Bombalar yağınca sığınak bir eve, şekerden yapılma bir şatoya, çocukların oyun kampına, bir türbeye, bir mutfağa, kahvehaneye, ocaklı, sünger şilteli ve bol oyunlu, karanlık, samimi, küçük bir mekâna dönüşüyordu. Fakat havasız, boğucuydu; açık havada ölmeyi yeğlerim.” Lübnan’da yaşanan iç savaş, “oyun” diye adlandırılabilir; diğer yandan, aynı George’un oynamayı sevdiği gibi bir kumar da. Çatışmalarla harabeye dönen ve herkes uykuya daldığında en güvenli saatlerini yaşayan ülkede, yaşamla ölüm arasında oynanana pek benzemese de, savaş bir kumar. Masanın bir tarafında, “De Niro” lakaplı George’a katılması teklif edilen Hıristiyan milisler bulunuyor. George’un kafasında ise bir tek şey var: Sahip olduğu kumarhaneyi bırakmamak. Mekân aracığıyla vurgun yapıp, ondan sonra ülkeden ayrılmak. Romanda adı geçen Profesör Semir’in de dediği gibi “saygıyı yok eden bir savaş” bu. ABD’nin, petrol uğruna ateşlediği, bölgeyi karıştırıp saygıyı ayaklar altına aldığı bir savaş… George’un, poker makinelerindeki hilelerle elde ettiği kazançtan milisler de yararlanmak ister. Bu, tüm planları bozacak bir gelişmedir. Üstelik George’un aklı milislerdedir. Bassam ile aralarında geçen konuşma, hemen her şeyin iç yüzünü açıklıyor: “Kumarhaneyi bırakıyorum, dedi George (…) Neden bırakıyorsun? EbuNahra birkaç iş yapmamı istedi. Ne tür bir iş? Yakında eğitim almak üzere İsrail’e gidiyorum. Milis güçleri, güneydeki Yahudilerle işbirliğine giriyor (…) Hayır Bassam; biz bu savaşta yalnızız, insanlarımız her gün katlediliyor (…) Yurdumuzu kurtarmak için şeytanla ortak olacağız.” HATIRLANACAK BİR YAŞAM… Bu sırada saldırılar sürer; iki arkadaş, geleceklerini tartışadursun, Bassam’ın annesini kaybetmesi, hem pek çok şeyi yeniden hatırlamasını sağlar hem de ileriki günleri şekillendirir. Hage, Bassam’ı ve George’u anlatırken, Lübnan’ın geçmişine de giriyor; iktidarın, sokakların ve zenginliğin nasıl el değiştirdiğini Mösyö Laurent’ın ağzından sorguluyor. Laurent’ın öldürülüşü, Bassam’ın bu yüzden suçlanması, tutukluluk, işkence; bu arada süren işgal, işbirliği… Hemen hepsi, Hage’in savaş penceresinden birer küçük manzara. Çivisi çıkmış bir ülke ve kent; o ülkede ve kentte yaşamaya çalışan, oradan kaçmak için fırsat kollayan insanlar. Bassam’ın kaçışa yeltenmesi de bundan farklı değil. Lübnan’dan ayrılıp Fransa’ya yollanacak gemiyi gözlemesi, onun kaçış öyküsünün başlangıcına işaret ediyor. George’un anlattıkları ise sayılarla birleşince, her şey çok daha korkunç hale gelir Bassam için: “On bin, belki daha fazla (…) Çocuklar, kadınlar; eşeği bile vurduk.” Bassam’ın annesini, babasını, Rana’yı; ülkesinde iyi ve güzel olan ne varsa hepsini kaybetmesi, ayrılışını hızlandırır. İçindeki öfke, mutsuzluk ve burukluk, bindiği gemide, her an kendisinden uzaklaşan ülkesine dair “orada benim için hiçbir şey kalmadı” dedirtir. Artık Marsilya, Bassam için yeni bir hayatın ilk basamağıdır. Sonrası ise Paris. George’un babasının Fransa’daki eşi ve kızıyla tanışma; yeni hayatındaki, yeni insanlar… Bu noktada söz dönüp dolaşıp George’a geliyor. Bassam’la George’un çocukluk hatıralarına, okul anıları ve eski Lübnan’a dek uzanan geçmişin izleri tekrar canlanıyor. Bassam her ne kadar etrafında birileri bulunsa da, Paris’te bir yabancı. Tıpkı, o günlerde okumaya başladığı Camus’nün Yabancı’sındaki Meursault gibi. Hage’in, romanda Bassam ile Meursault arasında bir benzerlik ya da bağ kurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bassam’ın tedirginliği, yalnızlığı ve sorgulamaları, Meursault’yu andırıyor. Annesi savaşta ölmüş bir adamın hapisliği ve ülkesinden uzakta olması, gönüllü sürgünlük bir bakıma. Bu gönüllü sürgünlük, Bassam’ın annesinin ölüm ve cenaze günüyle ilgili anılarını da harekete geçirir; evdeki kalabalık, kadınlar, erkekler, telâşe, ağıtlar… Ne zaman ölmüştür annesi? Yabancı’nın ilk cümlesi, bu anılar aklına geldikçe onu tetikte tutmaya devam eder: “Bugün annem ölmüş. Yoksa dün mü; emin değilim.” Beyrut, Paris ya da Roma: Bassam’ın geçmişi; yok olan veya yeniden “düzenlenen” kent, babası, annesi, George; hepsi onu kovalar. Milislerin öldürdüğü insanların ve George’un kanı hep zihnindedir. Hiçbir kent veya tanıştığı hiçbir insan bunu silemez. Onun istediği, hatırlayacağı bir yaşamdır ama “De Niro” George’un oyunu, kendi yaptıkları ve ülkesinde olup bitenler hatırlamaktan hoşlanmayacağı bir yaşam bırakır ona. Hage, kitabında 1980’li yıllardaki karmaşık Lübnan’ın adeta fotoğrafını çekmiş. Anlatım gerçekçi ve neredeyse sırıtan hiçbir öge yok. Satırlar arasındayken, savaş alanlarında, Beyrut ardından da Paris sokaklarında ve insan ilişkilerinin tam orta yerinde geziniyorsunuz. Bunun yanında, Bassam ve George’un, kimi zaman yakın kimi zaman da uzak arkadaşlığı etrafında şekillenen hikâye, Hage’in kurgusunun sağlamlığını gösteriyor. Rawi Hage ile kahramanlarından ve romanın anlatıcısı Bassam arasında benzerlikler yakalamak da mümkün: Hage de, Bassam gibi Lübnan’daki iç savaşa tanıklık ediyor ve arkasından başka bir ülkeye göçüyor. Hage, De Niro’nun Oyunu’nda, Bassam ve George karakterleri, onların yaşamı, arkadaşlığı ve Lübnan’da yaşanan iç savaş sonrasında dostluklarının tekrar şekillenmesi üzerinden bir var oluş hikâyesi koymuş ortaya. Hikâyeyi sürükleyici kılan çelişki, hesaplaşma ve hatırlama türünden duygular. George ve Bassam ile etrafındakilerin yaşadığı bu duygular, romanı okuyanlarda gerçeklerden kopmama ve Hage’in yarattığı kurgusal ortama kolayca girme gibi bir etki yapıyor. Pek çok insan gibi, Bassam ve George’un yaşamı da, bu savaş ve çatışma arasındaki olaylarla savrulup, eskisine benzemeyecek biçimde değişiyor. George’un saptığı alengirli yola karşın, Bassam’ın çığlığı, savaşın sessizliğine karşı bir isyan gibi. Hage, bu çığlığı; Bassam’ın (De Niro’nun Oyunu’ndaki oradan oraya sürüklenen yabancının), trajediyi sorgulayışını öne çıkarıyor romanda. ? bulunmazali@hotmail.com http://bulunmazali81.blogspot.com De Niro’nun Oyunu/ Rawi Hage/ Çeviren: Püren Özgüren/ Everest Yayınları/ 252 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1057 Rawi Hage ilk romanı De Niro’nun Oyunu ile okurların karşısına çıkıyor. Hage kitapta, Lübnan’daki iç savaş sırasında ayrı ayrı dünyalara savrulan iki dostun var oluş mücadelesini anlatırken; savaş, oyun, kumar gibi metaforlar yardımıyla bir sorgulamaya girişiyor. Ë Ali BULUNMAZ e Niro’nun Oyunu’nun yazarı Rawi Hage Lübnan doğumlu. Aynı zamanda iç savaşın birebir tanığı. 1992’de Kanada’ya göç edene dek ülkesindeki karmaşık ve gergin ortamı gözlemlemiş. Yazarlığının yanı sıra, görsel sanatlarla ilgilenen, küratörlük yapan öte taraftan, siyaset eleştirmeni olan tam bir entelektüel. Yazıları Macelan’s, The Toronto Review, Fuse, Jouvert, Montreal Serai ve AlJaddid gibi gazete ve dergilerde yayımlanan Hage, ilk romanı De Niro’nun Oyunu’yla 2008 Uluslararası Dublin IMPAC Ödülü’nü de kazandı. FARKLI YOLLARA KAYAN DOSTLUK De Niro’nun Oyunu, Lübnan’daki iç savaşın izlerini fazlasıyla taşıyan ve bu savaş çevresinde iki arkadaşın hayatından kesitleri ele alan bir roman. Konu savaş, hem de Ortadoğu’da bir savaş olunca, girizgâhı şu soruyla yapmanın sakıncası yok: Savaş bir oyun mu? Evet, kimilerinin masa başındaki oyunu. Ama sahaya inince gerçeklerle yüzleşiyorsunuz. De Niro’nun Oyunu’nda, hem bu gerçekler hem de Hage’in kurguladığı hikâye birbirini tamamlayarak yol alıyor. Hage, kitabı üçlü sacayağı üzerine oturtmuş. Buna göre, yapıtın bölümlenmesi Roma, Beyrut ve Paris şeklinde. Kitabın başlarında, genel havayı yansıtan; George ve Bassam’ı başka kutuplara sürükleyen savaş sahneleri anlatıma hâkim. “Bombalar yağıyordu” ifadesi, hem savaşın kendisini hem de ona duyulan öfkeyi resmediyor. Bir yandan savaşla yoğrulan günlük hayatın devam etmesi gerek, bir yandan da insanların ayakta kalması… Bunun bir yolu durup savaşmak, diğeri ise gitmek; işte Bassam bu çelişkiyi yaşıyor: “Dudaklarıma on bin sigara değdi, kırmızı gırtlağımdan bir milyon yuSAYFA 12 D