22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sylvie Germain’den ‘Magnus’ İnsanlığın sıfır noktası Fransız edebiyatının yetiştirdiği en güçlü ve önemli kalemlerden biri olan Sylvie Germain, pek çok ödül kazanan ve geçtiğimiz günlerde Notre Dame de Sion Fransız Lisesi Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Magnus’ta, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde doğan ve beş yaşında geçirdiği hastalık sonucunda hafızasını kaybeden FranzGeorge’un acılar, arayışlar ve yüzleşmelerle örülü yaşamını anlatıyor. Ë Feyza ZAİM irminci yüzyılın ikinci yarısında sanat, yepyeni, saf, şaşkın, meraklı, isyankâr, sorgulayıcı bir bakış edindi: “Çocuğun bakışı”ydı bu. Yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran savaşların “Şeytani Gerçeği”ni, insanlığın başka türlü görebileceği yoktu. “Gerçek olan her şeyi gerçek görüntüsü altında yadsımaktan ibaret” bu Şeytani Gerçeği yaratan, yaşanmışlıktan, geçmişten başka ne olabilirdi ki? “Geçmiş bir yanılsamalar labirentidir ve bir çeşit delilik hali yaratır. Kötülükle çok kolaylıkla kol kola girebilen insan, deliliğin labirentlerinde yolunu kaybeder, kötülük ile iyiliği, kötülük ile görevi birbiririne karıştırır, en büyük alçaklıkları uysallık ve özenle, vicdanı son derece rahat bir şekilde yerine getirir.” İnsanı, budalalığının dipsiz kuyusundan çekip alabilmek, gözlerini açabilmek için, geçmişsiz bir bakış gerekiyordu. Sanat yapıtlarından üzerimize dikilen “geçmişsiz çocuk bakışı”nı benimseyip, o gözlerle bakabildiğimiz ölçüde uyanabilecektik hipnotik uykumuzdan. O çocuğun da bir geçmişi vardı oysa. Hem zaten, tarihin dönemeçlerinde, savaşların eşiğinde güçlenen Şeytani Gerçek’in, o kolayca şekillenebilir zihinde iz bırakmadığını söylemek safdillik olur. çeği şeklindedir ve onun yaldızlı parlaklığını taşır, bu da onlara yumuşak ve şaşkın bir hava verir.” Magnus, hafızası silinmiş çocuğun kendisini özdeşleştirdiği oyuncak ayısıdır. Zaman içinde, aynı sahibi gibi o da şekil değiştirecek, başkalaşacaktır. Bu başkalaşımlar, her ikisinde zamanın etkisiyle meydana gelecektir elbette ama bir defasında, oyuncak ayı Magnus, anne Thea Dunkeltal marifetiyle, büyük bir değişime uğratılır. Düğünçiçeği gözleri sökülür ve iki büyük pırlantayla yer değiştirir. Düğünçiçeği gözler artık patilerinin altında yer alır. Bir anneden diğer bir anneye fısıldanan bir esinin sonucudur bu başkalaşım. Elde kalan belki de tek ve son serveti, düğünçiçeği şeklinde bir çift bakır alaşımlı altın küpeyi kurtarmanın yolu, onları oyuncak ayıya göz yapmak olmuştur belli ki. Oyuncak ayının sakladığı sır budur işte. Kimliğini öğrenmek için ısrarla kendisini inceleyen küçük çocuğa vermediği bu sır, yıllar sonra, Adam adını almış kahramanın, “hiçbir yere doğru, kendi kendine doğru ilerlediği”, bir hayaleti kovaladığı Comala köyünde, Juan Rulfo’nun Pedro Páramo adlı romanında sözü edilen, yankılarla dolu topraklarda su yüzüne çıkar. Adını ilk insanın adıyla, Adam’la değiştiren kahraman, toprağın sesini dinler. Toprak, “öncenin, ezelden önce”nin, insanın ilk dilinde gerçeği haykırır Adam’a ve Adam dönüp arkasına bakar. “Gomorra: İncil’de Tanrı’nın gazabına uğrayarak tamamen yıkıldığı bildirilen iki şehirden biri. Oysa Lut’un karısı geriye baktı ve bir tuz dikitine dönüştü.” Bu efsaneyi hatırladığımızda gözümüzün önünde canlanan, Lut’un karısının biz tuz dikitine dönüşüdür. Bunu görürüz, dönüp efsaneyi hatırladığımızda. “Gomorra operarasyonu: İkinci Dünya Savaşı sırasında, Amerikan ve İngiliz Hava Kuvvetleri’nin Almanya’daki Hamburg şehrine düzenledikleri, şehri bütünüyle yıkmayı amaçlayan ve peş peşe gerçekleştirilen yedi hava akını.” Pelüş ayısını göğsüne sıkı sıkı bastıran küçücük oğlan çocuğu, elini tutan el onu bıraktığında geri dönüyor, “her yöne koşan parçalanmış kuklalar arasında bir kadının, saçlarından ayaklarına kadar safran rengi kıvılcımlara kaplanışını, tek başına, çığlıklar atarak kendinden geçercesine bir vals yaptığını görüyor. Onun olduğu yere yığıldığını, birkaç saniye daha kıvrandığını görüyor ve…” Büyük sırrı topraktan öğreniyor Adam. Thea Dunkeltal’ın, geride kalıp ölmek için, kendisini pırlanta gözlü ayısıyla birlikte gönderdiği uzak diyarlarda edindiği Adam adından arınıyor ve diğer adıyla, Magnus adıyla, yetişkinler arasına katılmaya karar veriyor. “Burada başlıyor Magnus’un öyküsü.” GERİYE KALAN GİTMEK... Magnus bir kez daha dönüp geriye baktığında, âşık olduğu kadının, May’in küllerinin gökyüzüne savruluşunu görecektir. “May’in etrafında kendisi için oluşturmuş olduğu yeni kimlikten yetim kaldığını hissediyor. Gomorra saatinde olduğu gibi yeniden her şeye sıfırdan başlaması gerekecek. Ancak bu defa sayısız hatırayla dopdolu ve unutuşun hışmına uğramamış olarak.” “Öyle yazılmış kitaplar vardır ki, bunlar kimi zaman bazı okuyucuların üzerinde, kulağımızı dayadığımız ve bir anda, içinden kanımızın sesizce akışının uğultusunu duyduğumuz iri deniz kabuklarının etkisine benzer bir etki yapar.” May’in kendisine verdiği kitabın gösterdiği yolda yürüyerek, kulağını Comala köyünün toprağına dayadığında hissettiği etki gibi. İşte bu etkiye benzer bir etkiyi, bir kez de ölüm anında May’le birlikte olan kişinin, May’in soluğu ve gülüşü işlemiş ellerinde duyumsuyor. “Sevgilisinin yüreğinin aşk yaptıktan sonraki çırpınışını, başını onun göğsüne ya da karnına dayayıp uykuya daldığında duyduğu gürültüyle duyuyor.” Son kez, ilk ve son aşkı, çocukluk hayallerini süsleyen Peggy’nin elinin ayasında kalp çarpışları yankılara odaklanmış bedenine yayıldığında hissediyor aynı etkiyi. Eskiyi geride bırakıp Peggy ile yeni bir hayat kurmak üzereyken, “zamanı dolmuş ile bilinmeyen arasında köprü olan şimdiki zaman, tatlı bir coşkunluk içinde ürperiyorken”, geçmiş yeniden ensesinden yakalar Magnus’u. Son kez dönüp geriye baktığında, “hayretten kanını donduran, akıl almaz bir görüntüye şahit olur: Gökten düşen ve üç metre ötesinde asfalta çarpan Peggy.” “Magnus, bir kere daha sıfırdan başlar. Gomorra saatinde yaşamı boyunca asla unutamayacağı o saatte olduğu gibi.” Magnus’un kendini arındırma, süzme işlemine, uzun zaman, birçok mevsimler boyu süren kış uykusundan sonra girişir. Fransa’nın küçük bir köyünde, içine damla damla akıtılmış onca yalanı, damla damla arıtma süreci başlar. Küçüklüğünde, kendisine anadili diye öğretilen dilin sözcüklerini sertleştiren gölge ve kırağı tabakasını kırmaya çalışır yeniden. Çocukluğunda yaptığı gibi hayallere dalarak, yani dış dünyayı büyük, çok büyük bir dikkatle gözlemleyerek. Bir kitabın ezbere ama çok sesli şekilde öğrenilmesi gibi. Sonunda, “bu ezber titrekleşiyor, gevşiyor ve yankılarla, sorularla, beklenmedik fısıltılarla doluyor.” Arınma sonunda adını bütünüyle unutur. Hatırladığında, ambarda yere, tozun üstüne Magnus adını yazar. Tam o sırada ambarın tahtalarının arasında süzülen beyaz ışık huzmesi. “Bir yeniden doğuş bir emzirme” ve parmağı, ona tamamen yabancı olan, başka bir adın harflerini yazar. Uyandığında, eli yorgunluğun dikkatsizliğiyle adı siler. Bir tek “l” harfi kalır geriye ve gitmek: “Ayrılıp gitmek, diye çok hafiften bir şarkı tutturuyor harikalar ve bilinmezler kitabı, gitmek…” Ardından Aziz John Pese’den şu sözler: “Ayrılıp gitmek! Gitmek! Yaşayanın sözü! (…) Ayrılıp gitmek! Gitmek! Hayırsız oğulun sözü.” ? Magnus/ Sylvie Germain/ Çeviren: Yıldız Ademoğlu Atlan/ Can Yayınları/ 204 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1056 Y YOL HARİTASI Sylvie Germain’in Magnus adlı romanındaki çocuğun geçmişi yok oysa; kahramanının o küçücük geçmişinden bile arınmış olması, sonunda okuru arındırabiliyor. Okur kahramanla birlikte “sıfır noktası”na gidiyor ve her şeyi yeniden öğreniyor. Anlatıcı, sözün arasına, yer yer biyografi parçaları, şiirler, şarkı sözleri, Eski Ahit’ten alıntılanmış ayet parçaları, roman alıntıları, açıklama notları serpiştirerek öğretmeye çalışıyor, hatta bir yol haritası uyduruyor okura. Tıpkı anne Thea Dunkeltal’ın, hafızası silinmiş çocuğuna, dilini yeni baştan öğretirken, kaybolmuş geçmişini bölüm bölüm aktarıp, bu geçmişi yavaş yavaş yeniden kurarak onu ikinci bir kere dünyaya getirirken yaptığı gibi. Oysa FranzGeorge adıyla ikinci kere dünyaya gelen kahramanın kaderinde üçüncü, dördüncü, beşinci kere dünyaya gelmek de var. Magnus, FranzGeorge, Adam, sonra tekrar Magnus ve hatırlanıp unutuluveren, yalnızca tek bir harfi “l” kalan bir adla. Ne zaman dönüp de arkasına bakacak olsa, bir kere daha sıfır noktasından başlayacaktır. Lanet, dönüp arkaya bakmaktadır. “Magnus, orta büyüklükte, yer yer tutuncuya çalan açık kahverengi tüyleri hayli dökülmüş, oyuncak bir yavru ayıdır (…) Gözleri benzersizdir, düğünçiSAYFA 8 Sylvie Germain’in Magnus adlı romanında Okur kahramanla birlikte “sıfır noktası”na gidiyor ve her şeyi yeniden öğreniyor. Yukarıda Germain, bir söyleşide...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle