Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y ürkiye’de Japonya Yılı”nı yaşadığımız şu günlerde, belki hiçbir bağıntısı olmamasına karşın, Batı’da “Japonya’nın Edgar Allan Poe’su” diye tanınan Lafcadio Hearn geliyor aklıma. Japon kültür ve edebiyatının Batı’da tanınmasına en çok katkıda bulunmuş yazarlardan biri Hearn. Yalnız yazar deyip geçmek olmaz. Çevirmen, gazeteci, öğretmen… Yunanistan’ın İon Adaları’ndan Levkas’ta (Lefke) doğmuş, İrlanda’nın Dublin kentinde büyümüş, İngiltere ve Fransa’da eğitim görmüş, sonra on dokuz yaşında ABD’ye, Ohio’nun Cincinnati kentine göç etmiş bir 19. yüzyıl dünya yurttaşı. Gazetecilik yapmış, denemeler ve düzyazı şiirler yazmış, başta Flaubert olmak üzere Fransız yazarların yapıtlarını çevirmiş. Fransız, Rus ve Çin edebiyatları, Budacılık ve İslam üstüne çalışmaları var. Harper’s Magazine adına pek çok yere gitmiş, Batı Hint Adaları’ndaki deneyimlerinden iki kitap çıkarmış ortaya. 1890’da yine Harper’s Magazine için Japonya’ya gitmiş Hearn. Gidiş o gidiş. Bir süre sonra dergiyle ilişkisini keserek Japonya’nın kuzeyindeki İzumo’da öğretmenlik yapmaya başlamış. Orada tanıştığı yüksek samuray (savaşçı) sınıfından Setsuko Koizumi’yle evlenmiş. Japonya’yla ilgili yazıları ABD’deki dergi ve gazetelerde yayımlanmış. Karısının soyadını alarak Koizumi Yakumo adıyla Japon yurttaşı olmuş. Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’nde uzun süre İngilizce dersleri vermiş. Japon gelenekleri, dini ve edebiyatı üstüne kitaplar yazmış. Ama günümüze kalan en önemli yapıtı, Japon kaynaklarından yola çıkarak kaleme aldığı doğaüstü öykülerden oluşan Kvaidan – Tuhaf Şeylere Dair Öyküler. Zeynep Avcı’nın dilimize kazandırdığı Kvaidan’ı okumadınızsa mutlaka okuyun derim. Hearn gibi, bir “tutku”yu sonuna kadar götüren insanlar, bana hep, 1960’lardaki “Dostoyevski tutku”mu anımsatır. 1960’ların başlarında, Karamazov Kardeşler’i, Budala’yı, Suç ve Ceza’yı, Yeraltından Notlar’ı ilk okuduğum sıralar, Dostoyevski’yle yatıp Dostoyevski’yle kalkıyordum. Dersleri savsaklamaya, okulu kırmaya başlamıştım. Sabah evden okula diye çıkıp, ya Nişantaşı’ndaki Sütiş muhallebicisine konuşlanıyor, ya bir vapura atlayıp soluğu Büyükada’da alıyor, ya da kapağı Arkeoloji Müzesi’nin bahçesine atıyor, Yeraltından Notlar’ın istemiyle aklı arasında gidip gelen adsız kahramanının, Prens Mişkin’in tutkulu boyun eğişinin, Raskolnikov’un nihilist başkaldırısının, Tanrı’yla boğuşan İvan Karamazov’un metafizik isyanının büyülü burgaçlarında buluyordum kendimi. Bu yabansı çe eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Christopher Ross’un ‘Mişima’nın Kılıcı’ adlı kitabı bir efsanenin gizlerini araştırıyor Bir ‘son yapıt’ olarak intihar “T kicilik, beni alıp akla gelmedik yerlere de götürebilirdi. Belki götürdü de, hâlâ ayırdında değilim. Yine de, o yıllarda, Neva ırmağı kıyılarında dolanmak için alıp başımı St. Petersburg’a gitmediğimi, Dostoyevski’yi aslından okumak için Rusça öğrenmeye kalkışmadığımı söyleyebilirim. Ama İngiliz gazeteci Christopher Ross, Yukio Mişima Yukio Mişima’nın tüm yapıtlarını İngilizcelerinden okuduktan sonra Japonca öğrenmeye karar vermiş. Mişima’ları asıllarından okumak için. Bununla da yetinmemiş, “Mişima efsanesi”nin gizlerine ermek için beş yıl Japonya’da kalmış. Bu serüvenin sonunda iki yüz elli sayfalık bir kitap çıkmış ortaya: Mishima’s Sword: Travels in Search of a Samurai Legend (Mişima’nın Kılıcı: Bir Samuray Efsanesinin İzinde Yolculuklar). Mişima’nın Kılıcı, Türkçeye çevrilir mi, bilmiyorum. Ama Mişima’nın bir zamanlar bizim okurların büyük ilgi gösterdiği yapıtlarının, uzunca bir süredir gözlerden ırak olduğunu düşünürsek, Mişima üstüne bir kitabın hiç değilse yakın zamanda çevrilmesi pek olanaklı görünmüyor diyebiliriz. İNCELİK VE YABANILLIK Mişima, bileceksiniz, Bir Maskenin İtirafları, Bereket Denizi, Yaz Ortasında Ölüm, Dalgaların Sesi, Denizi Yitiren Denizci gibi yapıtlarında, Batılılaşma ile ülkesinin geleneksel değerleri arasındaki çatışmayı işlemişti. Ama böylesi genel tanımlamalar bir yazarı, hele Mişima gibi bir yazarı ne kadar anlatabilir ki? Onun yapıtlarının özünde ölümden kan ve intihar saplantısına, eşcinsellikten modern yaşamın kısırlığının yadsınmasına uzanan dipsiz derinlikler yatar. Mişima, karate ve kılıç oyunlarında ustalaşarak, savaşçı Japon ruhunu korumak amacıyla Kalkan Derneği adlı yarıaskerî bir örgüt kurmuştur. Önceleri, Batılılaşmış çağdaş Japonya’nın değerleri ile eski Japonya’nın samuray geleneği arasında bir yerlerde durur Mişima. Batı kültürünü yakından tanımasına karşın (ya da yakından tanıdığı için), ülkesindeki Batı öykünmeciliğine büyük bir tepki duyar. Mişima’nın bu tepkisinin giderek yabanıl bir intiharla sonuçlanması, en çok da Batılı aydınlarda merak uyandırmıştır. Mişima’nın yapıtlarındaki incelik ile canına kıyışındaki yabanıllık arasındaki “çelişki”yi, güneşin battığı yerden güneşin doğduğu yere bakarak kavramak zordur. Belki de ortada bir çelişki yoktur. Dilerseniz önce, 19651970 arasında kaleme aldığı Bereket Denizi adlı dörtlemesinin ilk kitabı Bahar Karları’nda, genç soylu Kiyoaki’nin ölüm tasarımını okuyalım: “Genç ölmeyi ve mümkünse en küçük bir acı duymadan ölmeyi becerebilecek miydi? Zarif bir ölüm; tıpkı cilalı bir masaya rastgele fırlatılmış süslü bir kimononun, masanın üstünden yerin karanlığına kendiliğinden kayışı gibi. Zarafet yüklü bir ölüm.” TÖRENSEL İNTİHAR Şimdi de, Mişima’nın, bu dörtlemeyi tamamladığı yıl kalkıştığı eylemi ve ca nına kıyışını anımsayalım: Mişima, karate ve kılıç oyunlarında ustalaşarak, savaşçı Japon ruhunu korumak amacıyla Kalkan Derneği adlı yarıaskerî bir örgüt kurmuştur. 1970 yılının Kasım ayında, bu örgütün dört üyesiyle birlikte Tokyo yakınlarındaki bir askerî karargâhı ele geçirir. Çevrede toplananlara kısa bir konuşma yapar ve Japonya’nın silahlanmasını yasaklayan savaş sonrası anayasayı suçladıktan sonra harakiri uygular. Ardından, geleneğe uygun olarak yandaşlarından biri tarafından başı kesilir. Christopher Ross’un Mişima’nın Kılıcı adlı kitabında bu törensel intihar ayrıntılarıyla anlatılıyor: “Karnına giren kalın kılıcı soldan sağa ağır ağır döndürmeye başladı. Yere oluk oluk kan akıyordu. Karnındaki yaradan pembemsi bir bağırsak fırladı. Odayı pis bir koku kapladı. Kafasını kesmesi gereken harp okulu öğrencisi tam üç kez başarısızlığa uğradı. İlkinde, Mişima’nın sırtını yardı; ikincide, yerdeki halıyı. Üçüncüde, Mişima’nın çene kemiğine indirdi kılıcı. Sonunda, bir başka harp okulu öğrencisi kılıcı kaptığı gibi başını gövdesinden ayırdı...” GÜZELLİĞİN KAMİKAZESİ Bahar Karları’nda genç soylu Kiyoaki’nin tasarladığı zarif ölüm ile Mişima’nın intiharının yabanıllığı arasında gerçekten de korkunç bir çelişki mi vardır, yoksa dışarıdan bakıldığında anlaşılmayan benzersiz bir uyum mu? Çünkü, kendi deyişiyle, “güzelliğin kamikazesi”dir Mişima. Christopher Ross, Mişima’nın Kılıcı’nı yazabilmek için, Japonya’da geniş çaplı bir araştırma yapmış. Birçok kişiyle, Mişima uzmanlarıyla görüşmüş, ama Mişima’nın yakınları tarafından geri çevrilmiş. Bir gün, adını vermeyen biri telefonla aramış Ross’u. Mişima’nın harakiri yaptığı kılıcın kendisinde olduğunu söylemiş. Ross, adamın evine gittiğinde, paslanmış bir kılıç getirilmiş önüne. Ama fotoğraf çekmesine izin verilmemiş. Sonuçta, Ross, kılıcın gerçek Mişima’nın kılıcı olup olmadığını anlayamamış. Kılıcın da Mişima kadar gizemli olduğunu söylüyor. “Mişima, Japonya’nın, ikebana ve çay töreni sanatlarında, kimono tasarımı ve geyşalık kurumunda, haykularda ve seramiklerde anlatımını bulan dişil yanının, Amerikan işgalinden sonra bile bile bastırıldığını ileri sürüyordu” diyor Ross. “Ama Japon kültürünün tümü bu değildi. Savaş sanatlarının da uçsuz bucaksız bir tarih ve kültürü vardı. Mişima’ya göre, kılıcın kasımpatıyı dengelemesi gerekiyordu…” Ross’a bakılırsa, Mişima, ölümünü politik bir bildiriye dönüştürmüş. “Belki de,” diyor, “canına kıyışını son yapıtı olarak görüyordu...” ? SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1056