27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K dları topluca veya tek tek anıldığında ya da onlardan birine gelip dayandığında söz, “Romanımızın üç Kemalleri” denirdi… Ne çok duymuştum bunu, hele yazar ortamlarında nasıl da çalınmıştı kulağıma öyle, on yıllar boyunca… Kemal Tahir (19101973), Orhan Kemal (19141970), Yaşar Kemal (d.1923) adı geçtiğinde, yapıtları konu edildiğinde yapıştırılırdı hemen: “Romanımızın üç Kemalleri…” İyi de Kemallerin bu üç romancıyla sınırlandırılması olası mı? Sözgelimi bunlara yakın durduğu izlenimi bırakan Kemal Bilbaşar’ı (19101983) nereye koyacağız romancı olarak? Kemal Bekir’i (d.1924) nereye alacağız? O zaman romancılığımızda “beş Kemaller”den mi söz etmek gerekiyor, bu deyişe tam anlamıyla hakkını verebilmek için? Sonra kimbilir, daha başka Kemaller de var belki romancılığımızda… Ama andığımız beş Kemal’in gerek roman anlayışları gerek kuşak bağlamında birbirine yakın durdukları söylenebilir yine de. Her biri farklı biçemlerle çıksa da karşımıza tümü de klasik gerçekçi tutumda kol kola giriyor denebilir romanlarında. SAYFA 24 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Romanımızın bir Kemali: Kemal Bekir A Orhan Kemal’le ilgili azımsanmayacak sayıda yazı kaleme aldığımı söyleyebilirim bugüne dek. Yaşar Kemal’in de “Bir Ada Hikâyesi” üzerine Adam Sanat’ta yazmıştım iki sayı üst üste… Ancak ne Kemal Tahir’in romanları üzerine yazabildim bugüne dek ne de Kemal Bilbaşar’la Kemal Bekir’in romanlarına eğilebildim şöyle gönlümce… Üstelik Bilbaşar’ın romanlarıyla ilgili notlarım da hazırken… Hoş Kemal Bekir’in öyküleri üzerinde bütünsel açıdan genel bir değerlendirmeye girişmedim değil, ne ki onca istememe karşın romanlarına eğilme fırsatı yakalayamadım bir türlü… İleride Kemal Tahir’le Kemal Bilbaşar’ın romanları üzerine yazılar kaleme alabilmeyi, görece romanımızın bu beş Kemalini tamamlamayı çok arzu ediyorum doğrusu… Beşlinin romanları, romancılıkları üzerine epeyce yazı verimlendi bugüne dek. Ama başkalarının da bu doğrultuda düşünce üretip kalem oynatmaya girişmesini sevinçle karşılamak gerekmez mi? ÖYKÜMÜZÜNROMANIMIZIN GİZLİ KALMIŞ DEĞERİ... Yayımlanan öykü, roman, oyun, tüm yapıtlarının sayısı onu aşıyor Kemal Bekir’in. Eylemli tiyatroculuğunun yanına bunca kitabı ekleyebilmesinin az iş olmadığını söylememe bilmem gerek var mı? Buna karşın Kemal Bekir’in bir yazar olarak hak ettiği yerde bulunduğunu söyleyebilmek çok güç görünüyor bana. Onun yazarlığının görece geride duruşunu, tiyatro eyleminin neden olduğu gibisinden bir gerekçeye bağlamanın doğru olmadığı kanısındayım… Öyle sanıyorum o, örtük kalmış ya da dirseklenmiş öykülerine, romanlarına bakarak kendi duyarlık evreninde bir ölçüde küskünleşip içine kapanmış olmalı. Sonradan vazgeçmiş olsa da ilk şiirleriyle ilk öykülerini yirmilerinde yayımlamış birinin öyküdeki çıkışı için “parlak” nitelemesi getirmek olanaklı. 1952’de 141’den tutuklanması, sanıyorum Kemal Bekir’in yaşamında önemli bir değişime yol açıyor. Nitekim başlangıçta yazınımıza yoğun öykü bombardımanıyla giren yazarın, bu olayın ardından öykü yayımlayışında kopukluk gözleniyor. Yayımlanan ilk kitabı da, ilginçtir öyküleri değil, romanı: Yabancılar (1958). Kemal Bekir’in bu ilk romanını 1960 başlarında yeniyetmelik yıllarımda okumuştum. Varlık Yayınları arasında çıkmıştı kitap. Severek, tat alarak okuduğumu, başlayıp çabucak da bitirdiğimi bugün gibi anımsıyorum. Kitaplığımda aradım, bulamadım yazık ki. Öteki kitaplarının yayımlanışına dek gecikmiş oldu romancı olarak ona dönüşüm: Kaçaklar (1961, ikinci basım: Pencere, 2000), Kanlı Düğün (Ceylan, 1997), Hücre 1952 (Pencere, 1997). Öyküdeki dikkat çekici başlangıcı ardından bunları kitaplaştırması romana girişinden çok daha sonraya rastlıyor yazarın: Fatma Hanımın Erik Ağacı (1970), Bayrama Yakın (1975). Onun tüm öykülerini içine alan bir değerlendirmeyi geçtiğimiz yılların birinde Hayal dergisinde yayımladığımda, Mustafa Şerif Onaran da bu yazıyı anarak sözü onun öykülerine, öykücülüğüne getirmiş, İzmir’deki dostlukları üzerinde durmuş, anılarına yer açmıştı. Sözü bunca uzatmam, Kemal Bekir’e gerek öykücülüğümüz, gerekse romancılığımız içinde hak ettiği ağırlıkta yer verilmemiş olduğunu belirtmek, sonuçta onun öykücülüğümüz, romancılığımız içindeki değerini imlemeye çabalamak amacından kaynaklanıyor yalnızca… Bu kez Kemal Bekir’in romanları üzerinde durmayı yeğliyorum “Kitaplar Adası”nda… KEMAL BEKİR’İN ROMANLARINDA KISA GEZİNTİ... Kemal Bekir, romanın öteki Kemallerinde görüldüğünce, anlatısını geniş ölçekte olgusal aktarımlarla kuruyor. Böylesi tutum, olayların, yığma ayrıntıyla, daha çok dolgu gereci temelinde romana aktarılmasına yol açıyor, bunun yapıtta yüke dönüşeceği kestirilebilir kolayca. Ancak eklememiz gerekiyor: Dolgu bağlamında aktarılan yığma ayrıntıların yanında işlevsel ayrıntı yerleştirmekte de hüner sergiliyor Kemal Bekir, tıpkı öteki Kemaller gibi… Kemal Bekir’i de, söz konusu olgusal aktarımın sıradanlığından, düzlüğünden, olağanlığından roman kişilerine kazandırdığı derinlikli yapının kurtardığı söylenebilir. Çünkü yazar, kahramanlarını karakter olarak yapılandırırken kuşkusuz tiyatronun mutfağından çıkagelişinin kazandırdığı deneyimden, oyun yazarlığından yararlanıyor. Onun bu alandaki yaratıcı yanının, daha ilk öyküleriyle romanlarından başlayarak belirgin biçimde öne çıktığı düşünülürse, yaşamdan derdiği birikimlerinin rolü üzerinde de durulabilir sanıyorum. Gerçekten yazar, karakterlerini derinliğine tahlil etme anlayışını bütün romanlarında çok farklı kahramanlar aracılığıyla albenili yansıtımlarla gösteriyor denebilir. Nitekim her romanında psikolojik derinliklerini içlerinde bir giz gibi taşıyan kahramanlarıyla dikkati çekiyor Kemal Bekir. Onların ruhsal katmanlarına, iç çatışmalarına, başkalarına kapalı bilinmezliklerine vb. yönelirken bu doğrultuda ne herhangi yönlendirmede bulunuyor yazar olarak ne de çizgisel, kaba biçimde, dıştan eklenmiş ya da anlatılıvermiş görünen bir aktarıma girişiyor anlatısında. Özellikle Hücre 1952’de tam anlamıyla bir doruk koyuyor ortaya. Rıfat Ilgaz’ın Karartma Geceleri’ndeki şair öğretmeni Mustafa’dan sonra bir başka Mustafa’nın, bu kez oyuncu Mustafa’nın peşine düşerken tam anlamıyla donanmış, doygunluğa varmış yeni bir roman kahramanıyla daha tanışıyoruz. Mustafa hücrede, ta çocukluğuna dek geri giderek yeniden kuruyor yaşamını. Hırpalarcasına sorguluyor kendini. Bunu yaparken önce lif lif ayırıp katmanlarına giriyor yaşamının. Annesi, babası, kardeşleri, gurbet elde yaşadığı o ıssız, ama diri, canlı günler. Örtük bir Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali) izini, izleğini sürülebilmek bile olası Hücre 1952’de. Öte yandan onun, yazınsal verimlerinde yalnız tiyatro sanatından yararlandığını düşünüp bununla yetinmek de eksik bir açımlama olarak kalacaktır kanımca. Roman evrenine ayrıntı serpmede, zincirleme yoluyla bölümler arasına yerleştirdiği geçişte, görüntü bulandırıp görsellik çerçevesinde sürekli bir kaçankovalayan barındırmakta sinema diline yaslandığı açık. Bu, okuru da uçuruyor elbette. Zaten Kemal Bekir, dilsel açıdan sinemasal bir yapı kuruyormuş ya da film çekiyormuşçasına kaleme alıyor romanlarını. Bu arada Kemal Bekir’in yoğun emekle kardığı dil işçiliği üzerinde de sıkı sıkıya durulmalı. Öykülerinde olsun, romanlarıyla oyunlarında olsun yüksek bir dil işçiliğine dayalı yazarlık sergilediği söylenebilir onun. Oyunla birlikte öykü, roman üç dalda birden aynı başarı düzeyini sürdüren ürünler verebilmek kolay değil! Bu açıdan Kemal Bekir’in yazınsal verimlerinde ustalık yansıttığı söylenebilir herhalde. Kaba bir yaklaşımla, romanlarındaki dilsel tutumu ile sözcük tutumluluğunun, dili kullanım hünerinin öykücülüğünden, karakter yaratma becerisinin oyunculuğundan, evren kurma ustalığının oyun yazarlığından beslendiği savlanabilir Kemal Bekir’in. Bütün bunların birbirini topluca beslediği bir yazarlık bileşkesi olmalı bu. Ne var ki Kemal Bekir’in adı, yazar olarak hak ettiği yerde değil yine de. Oysa yazınımızın Kemallerinden biri de o. Buna göre “romanımızda üç Kemaller” deyişini “beş Kemaller”e çevirmekte hiçbir sakınca olmasa gerek bu açıdan. Çünkü öteki Kemallerle uyumlu, onlarla kuşak, yazınsal kavrayış, dilsel tutum, sanatsal beğeni gibi konularda birebir örtüşen bir yazar Kemal Bekir. Öyküleri, oyunları, romanlarıyla hak ettiği yer, nedense kendisine bir türlü teslim edilmemiş bir yazar o. EGENİN ÖZGÜN BİR YAZARI OLARAK KEMAL BEKİR... Kemal Bekir, romanımızın beş Kemallerinden birisi oluşunun yanında öyküleriyle, romanlarıyla genelde bir Ege anlatıcısı konumunda da alınabilir. Tıpkı Halikarnas Balıkçısı, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Yaman Koray, Tarık Dursun K., onların ardı sıra gelen öteki yazarlar gibi… Öyküleri, romanları yoğun bir Ege dokusuna dayanıyor çünkü onun da. Nitekim hemen her öyküsünde, romanında anlatı dokusuna sinmiş, kahramanlarının gizlerinden âdeta fışkıran bir Ege sızıntısıyla karşılaşılabiliyor. Özellikle Yabancılar’la Kanlı Düğün bir yana, gerek Kaçaklar’da, gerekse Hücre 1952’de olsun roman evrenlerinde Ege temelde yine önemli yer tutuyor. Ege kasabaları üzerinde biraz durulması gerekiyor. Çünkü Ege kasabalarını anlatmak, Anadolu’nun öteki kasabalarını anlatabilmekten çok farklı yanlar taşıyor kanımca. Ege kasabalarını anlatırken kasabalar özelinde Ege’deki toplumsal, sınıfsal, siyasal, ekonomik dönüşümlere de yer açmak zorunlu. Bu nedenle herkesin altından kalkabildiği iş değil bu! Ancak bunun anlatılarak değil yazınsal soyutlayım, dönüştürüm yönünde kavramlaştırılarak gerçekleştirilmesi gerekiyor. Öte yandan Egeli kadınların yalnız Ege kasabalarında değil tüm Ege’de yaygın, baskın bir güce sahip olduğu gerçeği de göz önünde bulundurulmak zorunda. Deyiş yerindeyse Kybele çağından bu yana son derece etkin rol üstlenir Ege’de kadın. İşte bu çerçevede kasaba insanlarının yanında, özellikle kadınlara dönük anlatımlarında, yerleştirdiği ustalıklı işlevsel ayrıntılarla, örüntülediği yan anlamlarla, arka alan beslemeleriyle karakteristik Ege kasabasını, buna ek olarak Ege kadınlarını bizde canlandırmayı, bunları kıvıl kıvıl devinen, kıpırdak bir yaşama dayalı biçimde gözler önüne sermeyi ustalıkla başarıyor Kemal Bekir. Son bir sözü ise İzmir Öykü Günleri’nde baştan bu yana etkin rol üstlenen dostlarım Hasan Özkılıç ile Hayri K.Yetik’e söylemiş olayım… Altmış beş yıl önce bir delikanlıyken öykü yolculuğuna çıkmış, ona bu yolculuğunda omuz veren İzmir kökenli Fikirler’in yelkeniyle önü sıra sonsuzluğa doğru uzanan yolda kürek çekmiş, öykülerinde, romanlarında hep Ege’nin soluğunu estirmiş, İzmir’in renklerini gezindirmiş Kemal Bekir’in, 14 Şubat 2011 Dünya Öykü Günü çerçevesinde, kendi katılımı beklenmeksizin İzmir Öykü Günü etkinliklerinin “onur yazarı” olarak duyurulmasını diliyor gönül. Onun öyküleri üzerine genel bir değerlendirme yapmak da üzerime borç olsun diyeyim şuracıkta… Hey Kemal Bekir, romanımızın beş Kemallerinden biri olarak sizi öykülerinizin, romanlarınızın, oyunlarınızın içinden sevgiyle selamlıyorum!.. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1051
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle