03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Benjamin Black’in kaleme aldığı Günahların Gölgesi, kendi dilindeki adıyla Christine Falls, 1950’lilerin Dublini’nde geçiyor ve 20 yıl önce gerçekleşmiş bir ‘vakıa’yla ilgileniyor. Kuşku barındıran, üstü örtülü bu eylemin etrafında gezenlerden, Malachy ve Quirke’in ortak geçmişleri oluşturmuş anlatıyı. Ë Sedat DEMİR oğdukları yerin havasından mıdır, yoksa suyundan mıdır, bilinmez, İrlandalı sanatçıların özgün, kara ve bilge bir sesi var. İngiltere, bağlı olduğu anakıtanın alışkanlıklarına burun kıvırırken İrlanda da bilinen ve anlaşılır nedenlerle İngiliz kimliğine sırtını dönmüş. Belki temel neden daha derindir ama topraklarını göğe yakın tutan pusuyla İrlanda, biraz deliliğe yakın ve gizemli, sanatçılarının yapıtları ayrıksı. Bu yüzden, hemşerisi olduğu yazarların özelliklerine hiç uzak değil, Banville. Benjamin Black’ten ‘Günahların Gölgesi’ D ADI GİBİ TUHAF QUIRKE Yaklaşık kırk yılını yazına ayıran Banville, dünyanın çeşitli eleştirmenlerince sıklıkla olmasa da tepkilerle karşılaşmış. Ancak onun Barok biçeminin renkli aksanını okumaktan keyif alanların sayısı da oldukça fazla. Banville’in, bazı yapıtlarındaki tercihlerden dolayı, söyleminin kökenleri Kleist’a kadar götürülebilir Dublin’i ve modern yaşamı Joyce gibi kullanmasıyla Joyce’la birlikte okunabilir ve yalınlığıyla Tim Parks ile karşılaştırılabilir. Banville, son romanı Günahların Gölgesi ile okurunu alıştırdığı bu karşılaştırmalardan uzak tutup, ikizi olan Black’i meraklısıyla tanıştırmış. Kara bir kitap Günahların Gölgesi. Öncelikle içindeki olaylara tanıklık eden mekânlarıyla: Hastane kokusu, loş sokaklar, yarı yıkık binalar, karanlık kiliseler ve kimlikleriyle kahramanları. Örneğin başkahraman, adı gibi tuhaf olan, ceset uzmanı ve kendi karamsar ruhunun kurbanı Quirke ve diyaloglarda onun karşısına tekinsiz biçimde dikilen Malachy. İkisi de, vaktiyle, Boston’da bulunduğu sırada, iki kız kardeşe âşık ol muşlar. Sarah, Malachy ile diğer bir deyişle Mal ile evlenmiş. Diğerinden daha ‘naif’ olmayan Delia ise Quirke’in yüreğine doğmuş. Ancak Delia, çocuğunu doğururken hayata gözlerini yumar. Quirke, bir daha kendisini hiç güldürmeyecek bir yasa boğulur. Belki de bu talihsizliğin bir sonucu olarak Quirke, romanın gerçek zamanı içinde, bir hastanede patolog olarak çalışma arkadaşlarını ölülerden seçer. Romanın olayları da o ve ölüleriyle başlar: Onlarla birlikte, hastanenin en alt katında, yarı sarhoş durumda, üstünde bir hemşirenin veda partisi eşliğinde, kendi morgundadır. Okur, onu ölülerin sevimliliği üzerine yoğun bir şekilde felsefe yaparken bulur. Ama o sırada Quirke, Mal’ın ölü bir kadının raporlarını değiştirirken yakalar. Bu, hem onu hem de anlatıyı harekete geçirir. En başında, anlayacağımız gibi Mal, Quirke’in bacanağı ve ortağı olarak hemen yanında yer alan, polisiye türünde temel koşul olan ekürisidir. Ne de olsa, patoloji uzmanı Quirke ile Mal, aralarında kan bağı olmaksızın akrabadır. Ayrıca Quirke, yargıç olan Mal’ın babası tarafından küçükken yanına alınmış ve bu doğrultuda eğitim görerek Katolik kilisenin ritüelleri ve düşünceleri içinde bir çocukluk geçirmiştir. DUBLINBOSTON HATTI Aslına bakarsanız, Quirke ve Mal’ın içinde bulunduğu Geçmişin karanlığı kültür, oldukça gizil bir gücü olan yapı. Bu yapıda, Aziz Patrick şövalyelerinin takipçileri, on dokuzuncu yüzyılda İrlanda’da doğan ve ortada kalan bebekleri Boston’a kaçırmak üzerine düzenek kurmuş. Rahibeler ve hemşireler, bu hırsızlık bebekleri sardıkları battaniyeleriyle görevlendirilmiş. Amaç, yeni, cıvıl cıvıl bir Hıristiyan ekip oluşturmak. Elbette bu iş, seçkin Katoliklerden oluşan topluluğun gizlilik ve baskı içinde yürüttüğü işlerden sadece birisi, aslında daha korkunç işlere imza atmışlar. Yoğun bir şekilde, bir tarikat şebekesi hareketi denilebilecek olaylar bütünü Quirke ve Mal’ın geçmişleriyle yakından ilişkili. Zaman zaman on dokuzuncu yüzyılın soruşturmasına uzanan kitapta Quirke’nin dedektife dönüşüp, bilgi aldığı kaynaklardan en önemlisinin Dublin’deki bir pub olması da ilginç görünüyor. Gizli teşkilatın, bira üreticileri ve Tanrı’yı çok seven dindarlar arasındaki bağın, bu yüzyılda gayrimeşru çocukların kaderlerini nasıl etkilediğini izlemek oldukça heyecan verici. Sözü edilen Katolik çete, on dokuzuncu yüzyıldan beri, Dublinli olduklarını bilmeyenlerin yaşamlarını birçok yönden ipotek altına almış. Utanç, cinsel sırlar, kadınların çocuk sahibi olmaları ile erkeklerin gönül eğlendirmeleri ile aynı anlamı taşıması, yazarın arzu ettiği gibi bir karışıklık içinde merkeze yerleşmiş. Kırsal mitlerle oluşturulmuş radikal inanç sistemlerinin tutuculuğu ve istismarı, sistemli biçimde can alıyor ve kitap, Polanski’nin Chinatown yumağında olduğu gibi usul usul çözülüyor, gizemin en korkunç sonuçları ve sapkınlıklar okurun önünde kalıveriyor. Polisiye olanı edebiyata yaklaştıran kalemlerden olan Banville’in elinde, hikâye zorunlu biçimde toplumsal bir eleştiriye ve mezarlarında adı silinmek üzere olan tarihi kurbanların cesetlerine bir saygı kitabına dönüşürken, İrlanda’nın kapalı havasının altında her şey buğulu görünüyor. İşlenen günahlar toprak altından çıkarılıyor ve onların karanlığı yoğun ve acı biçimde canlıya karışıyor. Bundan kaçılmıyor, çünkü Oscar Wilde’ın da dediği gibi, “Eski günahların gölgesi uzun olurmuş.” ? Günahların Gölgesi/ Benjamin Black/ Çeviren: Püren Özgören/ Turkuvaz Kitap/ 348 s. den anayasanın özünü değiştirmeye olanak yoktur. Ceyhun, kanıt olarak Batı dillerinde anayasa karşılığında kullanılan “constitution” sözcüğünü gösteriyordu. “Kuruluş, oluşum” anlamına gelen constitution sözcüğü, anayasa, baş yasa, esas yasa vb. kavramlardan çok daha derin bir anlam taşıyordu. “Constitution”, bir olayı yoktan var eden iradeydi, o açıdan kurucu iradeydi. Demirtaş Ceyhun’un açtığı bu tartışma, AKP’nin “değişikliği” ile Cumhuriyeti yıkmanın pususuna yattığı günümüz koşullarında yaşamsal bir önem kazanmıştır. “ANAYASA YASA MIDIR” KİTABI HAKKINDA “Anayasa Yasa mıdır?” kitabı üç bölümden oluşuyor: Anayasa Yasa mıdır. Laisizm, Demokrasi ve Kemalizm. Demokrasi ve Edebiyat. Demirtaş Ağabey’i tanıyan okurların içeriğini kolayca tahmin edebileceği ve edebiyat söyleşileri adını verebileceğimiz “Demokrasi ve Edebiyat” bölümü de dahil olmak üzere bütün bölümler Demirtaş Ceyhun’un güncel konulardaki eleştirilerinden oluşuyor. Biri özel; kitaba adını veren“Anayasa Yasa mıdır”bölümü. Siyasal düşünce hayatımıza geniş bir pencere açan bu kitabı Cumhuriyet okurlarına ilk fırsatta tanıtmayı düşünüyordum. Demirtaş Ceyhun’un eleştirilerine yetiştiremedim. Kısmet böyleymiş! ? Anayasa Yasa Mıdır/ Demirtaş Ceyhun/ Cumhuriyet Kitapları/ İstanbul, 2009/ 280 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1051 Benjamin Black Bir büyük tartışmaya katkı Anayasa ve kurucu irade Demirtaş Ceyhun AKP’nin karşısına dikilen aydınların en önünde yeraldı. Anayasa hukukçusu olmayan, konunun uzmanı hiç olmayan Ceyhun’un gücü, aklıyla vicdanında gizliydi. Ë Cüneyt AKALIN 009 Ağustosu’nda yitirdiğimiz Demirtaş Ceyhun, iyi bir yazar, çokyönlü, parlak bir aydın olmanın yanısıra, örnek bir yurttaştı. Halkın ve Cumhuriyetin karşı karşıya kaldığı bütün sorunlara, bunlara çözümler aradı, çözümler üretti, düşünsel hayatımıza çok yönlü katkılarda bulundu. İlginç olan, mimar kökenli, edebiyatçı Demirtaş Ceyhun’un irdelediği sorunların çoğunun, onun uzmanlık alanına girmeyen konulardan oluşmasıydı. Kurucu irade ve anayasa tartışmaları bu konuların başında gelir. Cumhuriyet Kitapları’nın 2009 Nisanı’nda bastığı “Anayasa Yasa mıdır” başlıklı kitabı, bu konuyu ele alarak tartıştı. SAYFA 22 2 “SİVİL ANAYASA” TARTIŞMALARI Demirtaş Ceyhun, AKP’nin 2007 seçimlerinden sonra gündeme getirdiği anayasa değişikliği önerilerinin ne anlama geldiğini çok net görüyordu. AKP, 2. Cumhuriyetçi aydınların desteğinde yürüttüğü anayasa değişikliği hazırlığı ile cumhuriyetin içini boşaltmaya, ılımlı İslam cumhuriyeti projesini hayata geçirmeye çalışıyordu. AKP ve yandaşları anayasadan yakınmayı, mağduriyet imajının bir parçası haline getirmişti, “sivil anayasa” söylemi bu çerçevede yürüyordu. Demirtaş Ceyhun AKP’nin karşısına dikilen aydınların en önünde yer aldı. Anayasa hukukçusu olmayan, konunun uzmanı hiç olmayan Ceyhun’un gücü, aklıyla vicdanında gizliydi. Ceyhun öncelikle, AKP’nin attığı sis bombalarının dumanlarını dağıtarak, tartışmanın özüne girdi. Aydınlık’taki yazılarında, Ulusal Kanal’daki söyleşilerinde, Cumhuriyet gazetesine yolladığı yazılarda, şu madde bu madde ayrıntıcılığına sürüklenmeden “anayasa” ve “kurucu irade” yi ısrarla sorguladı. Anayasanın “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeleri acaba neyi ifade ediyordu? Aslında bu sorular, tartışmanın özüydü. Ne yazık ki, anayasa tartışmaları geçmişte doğru ele alınmamış olduğu için ve liberallerle İslamcıların kopardığı gürültü nedeniyle dallar ağaçlar derken orman gözden kaçırılmıştı. Ceyhun ısrarla şu soruyu soruyordu herkese: Anayasa toplumsal yaşamı düzenleyen yasalardan biri, bir başkası mıdır? Yasaların anası mıdır? Ceyhun öncelikle yanlışın kaynağını bulup çıkardı. “Kanunu Esasi”den türetilen “anayasa” terimi aslında olayı ifade etmiyordu. Ceyhun’a göre her anayasal metin bir kurucu iradenin eseridir. Ve kurucu irade, o devlete, o devletin kimlik kâğıdı demek olan anayasaya damgasını vurur, rengini verir. O “kurucu iradeyi” yok etmeDemirtaş Ceyhun
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle