Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
şilerle aramda hep bir boşluk kalıyor, Demir’le bile. Galiba en çok da seni seviyorum. Bana mektubun bile Bach kadar dinlendirici geliyor.” Böyle bir dostluk… Hem de en husumet güdülen bir çevre olan edebiyat dünyasında… Nedir bunun sırrı? İlişkilerimizde hiçbir art niyetin, çıkar düşüncesinin olmayışı. Mektuplaşmalar arasında siz ve Tezer Özlü arasında varolan bir kişi daha var, o da Franz Kafka! Neredeyse her mektupta atıfta bulunuyorsunuz Kafka’ya… Kafka dostlarınız arasına nasıl katıldı peki? Kafka, Tezer’le benim ortak dostumuz, ortak yol gösterenimiz, ortak yazarımızdı. Kitaplarıyla katıldı aramıza ve bizi hiçbir zaman yalnız bırakmadı. ¥ götürüyor okuru (“Ben beni bunaltıyor.”), neler söylemek istersiniz? Bir kez, şu gerçeğin altını çizeyim: Tezer Özlü meslekten bir yazar değildi. Yani yazarlığı kendine meslek olarak seçmiş biri değildi. Dünya edebiyatında böyle birçok şair, yazar vardır. Bu şu demektir: Sözcüklerden bir dünya yaratmaya soyunmuş, zamanını el verdiği ölçüde bu işe adamış olmak. Tezer, sözcüklerden değil, acılarından, varoluş sancılarından bir yapıt ortaya koydu. Önsözde andığım Antonin Artaud gibi. O da yaşamının bir bölümünü, Tezer gibi küçük bir bölümünü değil, yıllarını kliniklerde geçirmiş, Tezer gibi elektroşokla tanışmış biriydi. Üstüne üstlük büyük bir uyuşturucu bağımlısıydı. Ama Artaud bir edebiyatçıydı. Otuz cildi aşan bir yapıtı (mektuplar önemli bir yer tutar) tüm dağınıklığına karşın bir bütünün parçaları. Toplumun tüm kurumlarına (kilise, okullar, kültür) savaş açmıştır. Başkaldırısını evrenselleştirmiştir. Bir aykırı olduğu için, varoluş sorunları olduğu ve bunları dile getirdiği için Tezer Özlü’yü böylesi bir yazar olarak görmek yanlış olur. Tezer Özlü ilişkilerinde özellikle büyük sıkıntılar çekiyor ve bu onu intihar düşüncesine varan bir sürece götürüyor. Biraz bunu anlatın bize… Örneğin ilk eşi Güner Sümer’le ayrılık süreci mektuplaşmalarınızda yer alıyor… Önsözde de belirttim. Mektupların bazılarının hastalığının depreştiği dönemlerde yazıldığını unutmamak gerek. Bu hastalığın bir sonucuydu intihar düşüncesi. Mutsuz bir ilk evlilik yaptı. Güner Sümer, Demir’in de benim de arkadaşımızdı. Paris’te tanıştılar ve hemen evlenmeye karar verdiler. Gençlik işte! Bu evlilik ikisine de yaramadı. Üzerinde durmanın pek bir anlamı yok. Tezer Özlü sıkıntılı, buhranlı günlerinde sizi görüyor yakınında. “Sen tek doktorum olabilirsin,” diyor. O böyle yazdıkça size, siz neler hissettiniz? Büyük bir duygu yükünü paylaşmak nasıl oldu? Farklı ülkelerde, farklı şehirlerdeydiniz… Tek güvendiği kişi ben değildim, bunu biliyordum. Bu da yükümü hafifletiyordu. Kaldı ki, yakınında olsaydım bile pek fazla bir şey yapamayacağımı da biliyordum. Sanırım hiç kimse bir şey yapamazdı, kendinden başka. Ama tüm bunların, yazar Tezer’le pek bir ilgisi yok. Sanırım mektuplarda geçen Öz lü’nün şu ifadesi cesaretlendirici bir güç olmuştur: “Her akıl almaz duruma karşın gene de belli bir çevrede edebiyatın etkisi var Türkiye’de.” Ne dersiniz? İyimser olduğu anlardan birinde yazdığı bir cümle olmalı. Çok çok küçük bir çevre dışında, edebiyatın, sanatın toplumda bir etkisi olmadı. İleriye doğru, olumlu anlamda köklü hiçbir değişime yol açmadı. Yalnız bizimki gibi birey odaklı edebiyatın değil, toplumcu edebiyatın da toplumda bir şeylerin değiştirdiğini gözlemlemiş değilim. “Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insan tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum. Öykülerini ve çevirilerini ve yazılarını da iyi anlıyorum. Diğer ki Mektuplaşmalarınız 68’den 84’e atlıyor. Neler oldu o ara dönemde? Neden görüşemediniz? Görüşmez olur muyuz, görüştük. Görüştüğümüz için de mektup yazmak gereğini duymadık. Bu enfes kitapta bilinmeyen acı tatlı anılar da yer alıyor. Tatlı olana örnek, Tezer Özlü’nün en önemli kitaplarından biri olan, Yaşamın Ucuna Yolculuk’un yayıncısı ve isim babası siz oluyorsunuz. Özlü ilk olarak, Bir İntiharın İzinde olarak koyuyor kitabının adını… Biraz sizden dinleyelim mi? Demir Özlü, birkaç kez “Tezer’i sen yazar yaptın” dedi. Onur verici bir söz ama tam olarak doğru değil. Doğru olan, yıllar boyunca dergilerde çıkan öykülerini Eski Bahçe adıyla yayımlamış olmam. İlk kitabı. Sonra Çocukluğun Soğuk Günleri geldi. Bir roman gibi tasarlanıp yazılmıştı. Anlattıklarının böylesi bir yapıya gereksinimi olmadığını söyledim. Yayımlamadım. Tezer, birçok yazar gibi alıngan biri değildi. Bir başka yayınevinden yayımladı kitabını. Sonra, Berlin’de Almanca olarak yazıp ödül aldığı Bir İntiharın İzinde’yi gönderdi. Dosyayı, her zaman yaptığım gibi, evde herkes yattıktan sonra okudum. Çok sarsıldım. Büyük bir varoluşsal metinle karşı karşıya olduğumu anladım. Hemen yazdım kendisine. Adını hiç beğenmemiştim. Bir polisiye romanın başlığı gibiydi. Céline’in ünlü romanı (O günlerde henüz çevrilmiş değildi) Gecenin Ucuna Yolculuk’tan esinlenerek Yaşamın Ucuna Yolculuk’u önerdim. Kabul etti, işte masalın sonu. Tezer Özlü sürekli mutsuz. Daha doğrusu umutsuz. Bir yerde, James Joyce’un başındayken, “Mezarlıklarda en büyük huzuru duyar oldum, ölmek isteğim yok, yaşamak isteğim olmadığı gibi” der. Nedir onu bu denli huzursuz ve mutsuz eden? Hayat. Onun hayatı. Son olarak bu kitap Tezer Özlü okurlarına mı, yoksa onu tanıyacak yeni okurlara bir ön okuma mı sağlayacak dersiniz? Bunu bilemem. Çünkü hiç düşünmedim. Bir kitap, önünde sonunda bir kitaptır okuyucusunu bekleyen. Bugünkü ve yarınki… ? erdemoztop@gmail.com Her Şeyin Sonundayım: Tezer ÖzlüFerit Edgü Mektuplaşmaları/ Yayıma Hazırlayan: Burak Fidan/ Sel Yayıncılık/ 112 s. Her şeyin sonunda mektuplar... nine denk düşen yazışmalarda, Özlü’nün çoğu zaman bunalım ve gerginlikle, bazen de coşkuyla dolu satırlarına rastlıyoruz. Yazdığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi yazan bir edebi kimlik, mektuplarda kendini gösteriyor. Depresyonun getirdiği hastalıklı durum, Özlü’yü susmaya ve kimi zaman da yazmaya sürüklüyor. Ama sessizlik genelde istediği bir şey; bunun aksine “çeneleri düşen”; depresyonu çenesine vuran insanları uzakta tutuyor kendisinden. Yakın dostlarının sohbetleri ise sessizliği kırıp geçen bir istisna. Mektupların bize gösterdiği üzere Ferit Edgü, Özlü’nün en yakınlarının başında geliyor. İkilinin arasındaki bağ, dönüp dönüp okunan eski kitaplarla kurulan ilişkiye benziyor. Edgü’nün Özlü’yle dostluğunu, insanlarla dolu yalnızlıktaki gerçek bir yakınlık biçiminde de niteleyebiliriz. Yayıncısı olarak Ferit Edgü, Tezer Özlü’nün yaratım sürecini de yakından takip ediyor. Mektuplarda bu izleyişin, isyanların, ortaya konan eserin yarattığı sevincin ya da basım sırasında beliren yanlışların yarattığı öfkenin imleri de var. Gerek Özlü’nün gerekse Edgü’nün oradan oraya yolculukları da mektupların önemli bir yanı. Sonrası yazı yine; yazmak için düşünme ve yazma… Svevo’nun, Rimbaud’nun, Kafka’nın peşinde, onların izini süren bir Tezer Özlü bulunuyor satırlarda; hem onlardan etkilenen hem de bazen onların yardımıyla düşünüp yazan. Tezer Özlü için değer verdiği bir insanla mektuplaşmak soluk almaya benziyor. Kitabın vitrinine çıkarılan satırlar, bu duyguyu yansıtıyor: “Severek mektup yazılan bir insanın bile olması ne büyük bir olay, söylenen her sözcüğün anlaşılmaktan öte, yaşandığını, dahası sözcüklere bile gerek olmadan yaşandığını bilmek, güç gibi yalınç bir olgu değil, var olmak gibi bir şey.” Özlü ile Edgü arasındaki mektupların tamamı değil kitaptakiler. Kimisi kaybolmuş, kimisi de yok edilmiş. Ama her ne olursa olsun, bu kadarı bile uzun bir dostluğun satırlara yansımasının yanında, iki yazarın odasına davet ediyor okuru. “Değişmeyi yaşayabildiği için mutlu olan” bir yazarın, yakın dostuyla yıllar süren paylaşımlarının sayfalara dökülüşü, aynı zamanda yazmayı var oluş sayan iki ismi de getiriyor önümüze. Bu anlamda Her Şeyin Sonundayım başlığıyla yayımlanan Özlü ile Edgü’nün mektupları, geleceğe taşınacak bir hatıra ve öte yandan, geçmişi bugünle buluşturan bir tanıklık. ? SAYFA 5 Ë Ali BULUNMAZ S anallığa bağımlılığımız arttığından beri kâğıdı kalemi elimize alıp birbirimize iki satır yazmaya da üşenir olduk. Tek tek kimseyi suçlamanın yeri değil; herkes suçlu, değişen dünyanın “yükselen değerleri” bizi buralara getirdi. Ancak içimizde bir özlem var, bu da yadsınamaz. Nereden mi belli? Uzak veya yakın geçmişe dair, hayatımızda yer etmiş veya bir şekilde yanından geçtiğimiz kişilerin mektuplaşma ya da yazışmaları gün yüzüne çıktığında, hemen peşine düşüveriyoruz. Belki samimiyet belki nitelik arayışı, belki de geçmişe özlem, kim bilir… Edebiyat gündemini meşgul eden yazarlar perdelerini aralayınca; mektupları, notları, günlükleri ve pek çoğumuzun bilmediği yaşanmışlıkları ortaya saçılınca, haz duyuyoruz. Tezer Özlü ile Ferit Edgü arasındaki mektuplaşmalar da böylesine bir haz uyandırıyor insanda. Türk edebiyatının gamlı prensesi Özlü’nün “kendine ait, özel odası”na mektuplaşmaların yayımlanışıyla giriyoruz Edgü’nün deyişiyle. Özlü ile Edgü arasında süren ve İstanbulAnkaraParis üçge CUMHURİYET KİTAP SAYI 1054