Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Güngör Uras ‘Bak, Ben Sana Anlatayım’ dedi ve anlattı ‘Planlama yabana atılıyor’ lesi gece kulübünde keyiflerine bakıyor. Bu işte bir terslik var ama acaba neresinde dersin?” Alacakaptan da “Hukukta bizim durumumuza fuzuli vekâlet derler. Kim bizi tayin etti ki? Biz kendi kendimize vekâlete soyunduk. Cezamızı çekeceğiz.” Bugün herkes ve her şey, her kurum toz duman olmuş durumda. Sivil inisiyatif falan da bitti bitiyor. Hepimiz belki de çoğu zaman aynı hisse, “fuzuli vekâlet” hissine kapılmıyor muyuz? Ha vazgeçmiyoruz o başka. Ben yazdım, “vatan kurtaran Şaban” psikolojisinden kurtulabilirsem bu histen de kurtulacağım sanırım. ‘DPT’DE HER ŞEYE BAKTIK’ Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ile devam edelim, bir aşk hikâyesi... Madras’ta, Teberrüz Hanım ile efsane aşkınız! OECD’nin davetiyle, küçük sanayi sitelerini ve küçük sanayici geliştirme projelerini incelemek amacıyla Hindistan’a gittim. Haydarabad, Kalküta, Madras’a gittim. Madras’ta Türkiye’nin fahri konsolosu, Müslüman bir Hintli olan Haydarabadlı “Uncle” Mustafa benimle ilgilendi. Eşi bir Osmanlı prensesiydi. Teberrüz adında, İngiltere’de eğitim görmüş çok güzel ve zarif bir kızları vardı. Teberrüz beni Madras’ta gezdirdi, arkadaş olduk. Çok da güzel bir kız, giderek sırılsıklam âşık oldum gibi. Bıraksalar ben Madras’ta kalacağım, o da Ankara’ya gelirim diyor. O sıralarda Hindistan’a bir Türk heyeti geliyor, benim iki denememde de işe alınmadığım DPT’nin seçkin memurlarından oluşan grubu Teberrüz ile ağırladık, gezdirdik. Teberrüz’ün güzelliğinden de çok etkilenmişler. Benim Teberrüz ile olan yakınlığıma ilişkin hikâyeler heyet döndüğünde DPT’de almış yürümüş. “Love Story” olmuş çıkmış! DPT sınavını en nihayet Teberrüz Hanım sayesinde kazanıyorsunuz bir de... Ya sormayın! (gülüyoruz) O meşum sınava üçüncü kez girdim. Artık imtihan konusunda deneyimliydim, anlattım, anlattım. “Tamam, çıkınız” demelerini beklerken sınav heyetinden biri, “Sayın Uras, Teberrüz Hanım nerede, nasıl tanıştınız?” diye sormasın mı? Sonraki bir buçuk saat boyunca tüm imtihan heyeti Madras maceralarımı teferruatıyla öğrendi. Ben salondan çıkarken imtihan heyeti müstehzice gülümsüyor ben ise kesin kazanamadım diyordum ki, kapının önünde Sosyal Planlama Dairesi Başkanı Evner Ergun’u gördüm. Evner Ergun, kolumdan tuttu, hemen öğleden sonra işe başlamamı söyledi. İki kere en ciddi imtihanda rakiplerini geç, seni almasınlar, üçüncüde Madras’taki aşk maceralarını anlat işe gir! Durum ne eksik ne fazla aynen buydu… DPT’de toplam ne kadar süre çalıştınız? 1962’den 1974’e kadar çalıştım. DPT’nin hem kadrosu çok iyiydi hem de o zaman Türk bürokrasisindeki insanlar çok iyiydi. İktisatçı olduğum için beni parabankakrediye bakacaksın diye aldılar. Ama tabii o zaman planlama küçük bir yer, müsteşar çağırdı, sağlığa da sen bakacaksın dedi. Bir gün çağırdı, milli emniyet ile askeriyeye de sen bakacaksın dedi. Sonra bir gün eğitime de sen bakacaksın dedi. Yani biz her şeye baktık. Kitabınızda da vurguluyorsunuz; o zaman Türkiye’de ortaya çıkan müesseselerde insan faktörünün payı büyük... Çok büyük. Mesela Hacettepe’nin kuruluşu, Bilkent’in kuruluşu, Ortadoğu’nun kuruluşu… Kemal Kurdaş olmasaydı Ortadoğu’nun kampusu bu kadar olamazdı. Doğramacı olmasaydı Hacettepe ve Bilkent böyle kurulamazdı. O zamanlar eğitim yatırımlarına da bakardım. Eskiden öyle bürokratlar, iş takipçileri falan Planlama’ya gelmezdi ama Doğramacı ile Kurdaş sık sık gelirdi. İkisi de sunum yapar, projeleri yayar, canla başla ayrıntılarıyla anlatırdı. Onlara para verildiği zaman da diğer üniversitelerden serzenişler duyardık. Mesela İstanbul Üniversitesi Rektörü, “Sizi kandırıyorlar, onlara daha fazla ödenek veriyorsunuz” derdi. Halbuki, bir bakardık İÜ’ye daha fazla ödenek verilmiş ama İÜ kapasite ve dershane yaratmamış ama bunlar kampusu büyütmüş, yeni kapasiteler yaratmış. Kurdaş ve Doğramacı’nın emekleri yadsınamaz. Yaptıklarıyla örnek oldular. DPT’de kaç kişiydiniz? Toplam 85. İşte odacısı, bir tane şoförü ve arabası vardı, o araba da Amerikan Yardım Heyeti’nden gelmiş bir steyşın vagon. Müsteşar onunla gider ama akşamları da geç vakte kalanları onunla evlerine bırakırdı. Demirel ve Özal ile çalıştınız. Nasıldı onlarla çalışmak? Demirel’le başlayalım… Çok zevkliydi. Planlama’nın büyük bölümünde Demirel hükümetleri hâkimdi. Bakanlar Kurulu’nun ufacık bir masası vardı, Demirel başında oturur, etrafında da bakanlar otururdu ki o zamanlar sayısı bu kadar çok değildi. Masanın sonunda ana bürokratlar otururdu. Demirel’in arkasında Planlama Teşkilatı Müsteşarı, duvarın dibinde de Planlama’nın kamu yatırımlarına bakan veya o günün konuşulan konularıyla ilgili uzmanlar otururdu. Yani o zamanlar Bakanlar Kurulu sadece bakanların gittiği, uzmanların gelmediği bir yer değildi. Özellikle Demirel bu konularda çok açık bir adamdı. Bir örnek; o zamanlar Türkiye’de soyanın çok önemli olduğuna, Karadeniz’de bir soya yağı fabrikasının kurulması gerektiğine karar verilmiş ve kurulmuştu. Fakat soya fabrikası soya bulamıyordu ve inanılıyordu ki Karadeniz’de herkes soya fasulyesi üretecek, fabrikada da işlenecek ve Karadeniz kalkınacak. Fabrikanın bağlı olduğu Sümerbank’ın genel müdürü gelmiş Bakanlar Kurulu’nda bu durumu anlatıyor. Süleyman Bey “Peki kardeşim söyle bakayım bugün Karadeniz’de soya fasulyesinin fiyatı kaç” diye soruyor. “Efendim 60 kuruş civarında” diyor müdür. Süleyman Bey ise “Hayır bugün 5252.5 kuruş arasında” diye düzeltiyor ve ardından da “Barbunya fasulyesi kaça” diye soruyor. Müdür “Bilmiyorum efendim” diye yanıtlıyor. “87 kuruş” diyor Süleyman Bey. Sonra “Beyaz fasulye kaça” diye bir soru daha sorunca adam ne söylesin, bilmiyor. “9092 kuruş arasında” bilgisini veriyor Süleyman Bey. Tabii adam perişan halde gidiyor. Herkes merak ediyor yahu nereden biliyor tüm bu fiyatları diye. Süleyman Bey’in yakınındakilerden birinden öğreniliyor ki o sabah Karadeniz Vakfı ziyarete gelmiş, oradan biliyor. Demirel bilgi toplama konusunda rakipsizdi, her şeyi bilmek isterdi ve ne yapıp edip bilirdi de. Onunla toplantılara katılmak öğretici bir deneyimdi. Ciddi konularda ciddi olmasını bildiği kadar neşeli konularda gırgır olmasını da bilir, hikâyeler anlatır, espriler patlatırdı. ‘ÖZAL İŞ BİTİRİCİYDİ!’ Peki Özal… Hem patron hem de bir ekip üyesi olarak nasıldı? Karakteristik özellikleri… İyi yetişmiş, çok meraklı ve çalışkan bir kimseydi tabii. Geçmişine iyi bakmak lazım. Özal mühendis olduğu zaman halihazırda kurulmuş olan DPT’nin komitelerinde çalışıyor. En son çalıştığı komite de ilaç komitesiydi, onun için ilaç işini de çok iyi bilirdi. Yani ilk elden deneyimlerle dolu bir özgeçmişi vardı. Ayrıca çok iş bitirici bir karakteri vardı. Hızlı karar verir, hızlı iş yapardı. Bugün Türkiye’de birçok önemli şey oluyor ama bir türlü karar verilemiyor, Turgut Özal hükümet adına o kararları hızla verirdi. Turgut Özal icraat adamıydı. Sonra uzmanlığa çok önem verirdi yani her şeyi ben bilirim edasında değildi. İşi uzmanlarına yaptırırdı. Ve o uzmanlardan aldığı bilgileri de masasının üstünde bırakmaz, kafasına koyardı. Özal’ın Başbakanlık dönemindeki, 80’lerden sonraki başarısının, yükselişinin arkasında Planlama’daki o birikimler yatar. Yani o 24 Ocak kararlarının hepsi daha önceden Planlama’da hazırlanmış, dosyalanmış, nasıl olacağı belirlenmiş, yol haritası çizilmiş uygulamalardır. Hepsi parabankakredi komitemizde hazırlanmış, çalışılmıştı. Yani Özal Başbakan oldu, düğmeye bastı, 24 Ocak kararlarını istediği gibi yaptı değildi, hepsinin çalışmaları çoktan yapılmıştı. Sabancı’dan bir kararname ile intikam alması var kitapta. Kararnameyi de siz yazıyorsunuz… Adana kaynaklı Anadolu Ajansı’nın haberinde Sabancı’nın devalüasyonun maliyet üzerinde yıkıcı etkileri olacağına ve bu nedenle dokuma ürünlerine yüzde 19 zam yapacağına ilişkin açıklaması yayımlandı. Özal köpürdü, “Sabancı’ya bunu yapmamasını söylemiştim, ben ona gösteririm” dedi. Ardından da Naim Talu’ya, “Naim Abi, Merkez Bankası’nın adamları Akbank’ı arasın. Devalüasyon nedeniyle fiyat artışla ¥ Ekonomi gazeteciliğinin öncülerinden Güngör Uras, Bak, Ben Sana Anlatayım adlı kitabında o çok iyi bildiğimiz içten üslubuyla, devlet kurumları ve özel sektördeki çalışma yaşamı ile yakın tarihin kimi sivri köşelerinden süzdüğü anılarını paylaşıyor okurlarla. Eski zamanlara, eski insanlara ve eski İstanbul’a dair hoş bir yolculuk da sunuyor. Uras’la, Bak, Ben Sana Anlatayım üzerine konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR itabınızdaki en etkili yazılarınızdan biri “Fuzuli Vekâlet” kuşkusuz. Uğur Mumcu’nun size anlattığı bir anıdan yola çıkarak kaleme aldığınız bu yazı bugün de aynen geçerli adeta… İlk sorum başkası olmamalı… Değil mi? Rahmetli Uğur Mumcu, 1971’de Uğur Alacakaptan’la Ankara Mamak Askeri Ceazevi’nin arka hücresinde tutuklu. Suçlama ise malum işçi haklarını savunmada ve işçilerin sefaletini dile getirmede biraz ileri gitmeleri! Nasıl olmuşsa bir gün ellerine eski tarihli bir Günaydın gazetesi geçiyor. Yarım sayfaya yayılmış resimli koca bir haber: “İstanbul’da Galata Kulesi’nin gece kulübünde işçi sendikası yönetim kurulu üyeleri toplanmış, hem işçi meselelerini mütalaa ediyorlar hem de felekten bir gece çalıyorlar.” Nasıl hissettiklerini tahmin edin. Mumcu, Alacakaptan’a dönüp şöyle diyor: “Uğur, işçi sınıfına vekâleten biz Ankara’da hapishanede yatıyoruz. Onlar İstanbul’da Galata KuSAYFA 16 K CUMHURİYET KİTAP SAYI 1054