27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ş anure Ojaide, 1948’de Urhobo kabilesinin yerleşim yeri ve zengin petrol yataklarının bulunduğu Nijer Delta bölgesindeki Igberhe’de doğdu. Büyük annesi Amreghe tarafından yetiştirildi. Ailesi çiftçilikle geçiniyordu. İlkokulu Catholic Grammar School’da okudu. Daha sonra Warri’deki Federal Goverment College’a devam etti. Ibadan Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Öte yandan Amerika’da Syracuse Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazarlık alanında master ve İngiliz Edebiyatı Bölümü’nde doktora yaptı. Yazmaya Warri’deki öğrencilik yıllarında başladı. Beacon ve Pelican adlı öğrenci dergilerinde şiirleri yayımlandı. Nijer Deltası’nda geçirdiği çocukluk yılları, Urhobo kültürü, bu kültürün Mukoro Mowoe, Essi, Ogidigbo, Arhuaran gibi efsanevi kahramanları ve Ivwri düşüncesi şiirini besleyen kaynaklar oldu. Udje dans şarkıları üzerine araştırmalar yaptı. Bu çalışmasını Poetry, Art and performance: Udge Dance Songs of the Urhobo People adıyla kitaplaştırdı. İngiltere, Kanada, Gana, İsrael, Meksika, İspanya, Hollanda, Güney Afrika ve Amerika’da şiir etkinliklerine katıldı. Commonwealth Şiir Ödülü (1987), Nigerya Yazarlar Derneği Şiir Ödülü (1988, 1994, 2003), BBC Sanat ve Afrika Şiiri Ödülü (1988), Okigbo Şiir Ödülü’nü (1988,1997) aldı. Dokuz yıl boyunca Maiduguri Üniversitesi’nde çalıştı. Bir süre (19891990) Washington’daki Whitman College’da öğretmenlik yaptı. Hâlen Afrika Edebiyatı ve Sanatı konusunda Charlotte’deki North Caroline Üniversitesi’nde dersler vermektedir. Edebi eleştiri, roman, kısa öykü ve anı alanında da kitaplar yazan Ojaide’nin şimdiye dek yayımlanan şiir kitapları: Labyrinths of the Delta (1986), The Fate of Vultures (1990), The Blood of Peace (1991), Daydreams of Ants (1997), Invoking the Warrior Spirit: New and Selected Poems (1999), In the Kingdom of Songs: A Trilogy (2002), I want to Dance & Other Poems (2003), and In the House of Words (2005). The Tale of the Harmattan (Kwela Books Yayınları, 2008) iir Atlası CEVAT ÇAPAN Tanure OJAIDE/ Şiirler/ Çeviren: İlyas TUNÇ ‘Darfurda ektiğiniz yangın tohumları yaksın sizi ve lânet olası çetelerinizi...’ İster miyim tanrıların bizzat vaz geçtikleri varsıllığı savunanların kanını dökmeyi ben huzurlu sessizlikleri içinde bildiklerinden dolayı kendilerinden sonraki tanrısızların barbar isteklerini? Öldü mü devrim ve Egbesu Çocukları (**) eşkiya efendiye, onun alevlenmiş bir bayrağı kaldırırken arzuları doymayan öfkeli uşaklarına mı vermeli mülkiyet haklarını, insan haklarını? Delta’da birliği sağlayan Kaiama Köprüsü sallanıyor, görüyorum petrole batmış su perilerinin tören alayı ağıtlar yakıyor ayrılırken. Gezinmiyor su geçitlerinde balıkçı kayıkları; yelkenliler, yüzücüler yok görünürde! DEVLET YÖNETİCİSİ “Sığınmak için nereyi kazsak, cesetlerle karşılaşıyoruz.” Donald Hall, The one Day T daha yüce bir mahkemede mahkum olun ömür boyu servetlerini ele geçirmek için öldürdüğünüz insanlar yalanlasınlar barışın son mültecisi olduğunuzu yağma yaparken çağırdığınız cinler aleyhinize tanıklık etsin son celsede kurbanı olun kana susamışlığınızın, cennet tesellisinden yoksun gezinin serseri serseri Darfur’da ektiğiniz yangın tohumları yaksın sizi ve lânet olası çetelerinizi… AKUABA(*****) Çocuksuz bir anne çekiyor aklının mezarlığından gözyaşlarını. Nehrin yapraklarla örtmediğini yatağını görüyorum onun yüzünde. Hatta sesini yitiren şarkıcı kuş seviyor hâlâ derede yıkanmayı dilsiz bir inancın suskunluklarını avutan renkler içinde tüylerinin savrulacağı. O ki tükürüğüyle ovuyor göğüslerini dua ediyorken, o ki ninniler söylüyor oyuncak bir bebeğe, o ki yağmur sonrası çukurlarda oynuyor düşlerinde, Ona söylüyorum bu şarkıyı ben: Her döl yatağı bir kapıdır ileri açılan, şarkıcı kuşların herdem yeşil giysisidir, son meyveleridir mevsimin, öylesine pahalı. İLK YARDIM ÇANTASI Gülüşen bir kabilenin arasında bulunca kendimi, anlıyorum bir şeyler saklıyorlar benden; düğmesine bastığım bir kahkaha kutusu düşlüyorum gülerek bastırmak için hepsini. Müziğini duyar duymaz rahat bırakıyorlar beni; istemiyorum sahip olduklarımı vermeyi. İnsan ormanında kesilmiş, ama devingen bir ağaç köküyüm ben, bir şirket kulesine dönüşürsem, çalılıklardan çıkan, bin metreden daha uzun akrobat bacaklarımı sökerim tabanlarımdan, istemiyorum tepedekiler tarafından küçümsenmek. Büküyorum uzun bacaklarımı, girince devlerin ırk tanrılarının istediği kurbanlar olduğu yere. Bedenime yüklenmiş bir yaşam kurtarıcım var derin bir nehire itilirim diye; uğursuz olduğum söylenecek sağ kalmadıkçakim ister son sözü düşmanının söylemesini? Bir avcı sinsice yaklaşınca atmak amacıyla beni çantasına, ısırması için onu seslenirim ansızın yılanıma. Arkadaşlar, yıkılana dek içelim partilerde kendi kendimize dilimize tamponlar taktığımız sürece; uyanık kalalım bir türlü sonu gelmeyen düşümüzde götürmesin kimse bizi ölüme, yaşamla aldatmasın diye. ? Ç.N: (*) Mami Wata: Afrika’nın batı, orta ve güneyindeki halklar ile Karayip Adaları, Kuzey ve Güney Amerika’da yaşayan Afrikalılar tarafından kutsal sayılan, Haitililerin Yemendja dedikleri, su perisi ya da deniz kızı. (**) Egbesu Boys: Nijer Delta bölgesindeki Ijaw halkının kötülüğe, haksızlığa karşı savaşan tanrısı. Bu inancın üyelerine de Egbesu Çocukları adı verilir. Son zamanlarda kendilerine Egbesu Çocukları adını veren bir grup Nijer Delta bölgesinde ülkeyi petrol emperyalizmine peşkeş çeken iktidar güçlerine karşı mücadele etmektedir. (***) Ogiso: Bir Nijerya kabilesi olan Urhoba efsanelerinde kendi halkını kurban eden bir kabile savaşçısının adı. Halkının büyük çoğunluğu onun yedi yüz yıl önce hüküm süren egemenliğinden kurtulmak için kaçtı. (****) The Janjaweed: Jangaweed Darfur’da yağma ve soygunculuk yapan çetelere, gangsterlere verilen isim. Sudan’da iktidar yanında savaşan sivil güçlere de Jangaweed denir. Sözcüğünün köken olarak bir gangster lideri olan Ahmed Jangaweed’in adından türediği sanılmaktadır. Bazıları, Jangaweed’in ata binmiş makineli tüfekli şeytan anlamına geldiğini söylerler. (*****) AkuaBa: Gana’daki Aşanti halkınca kutsal sayılan ağaçtan yapılmış, büyük, yuvarlak kafalı oyuncak bebek. Doğurganlık simgesi olan bu oyuncaklar gebe kalmayı isteyen kadınlar tarafından sırtlarında taşınırlar. Tıpkı sahici bir bebek gibi yıkanır, beslenir, bakımı yapılır. Öykü şöyledir: Bir türlü hamile kalamayan Akua adlı kadın, bir kâhine gider. Kâhin, Akua’ya ağaçtan oyuncak bir bebek yapmasını ve ona canlı bir bebek gibi bakmasını söyler. Ba, İşanti dilinde çocuk demektir. İşanti halkı da bu oyuncağa Akua’nın çocuğu anlamında Akuaba adını verir. Çok geçmeden Akua gerçekten hamile kalır. Doğan kız çocuğu da bu bebekle oynayarak büyür. “Sığınmak için nereyi kazsak cesetlerle karşılaşıyoruz” Nereye saklandıysak bağırsaklarımızın içinde, buldu ve yok etti bizi. Nereye kaçtıysak gönderdi yıldırım elçisini çarpsın diye bize. Omuz silkip atamadık bu ahlâksız başı yaşamımızdan. Baobab ağacı dallarından asılıyor aydınların kefenleri, eriyor kıyı gölünde kemikler kokuşmuş buğularıyla bize saldırmak için. Kazıp çıkardık cephaneleri uzak çiftliklerden, acaba bir kemik tarlası mıydı tüm cumhuriyet. Buharlaşmış yüzlerin hepsi teselli buldu toprakta, mızrak dilli muhaliflerin hepsi besledi aylakça dolaşan sırtlanları. Artıyor her yıl şeflerin geniş ağızlı palalarının ödenekleri; rüzgârlar sakinleştiriyor ağıtları ve yağmur yıkıyor toprağın yüzeyini. Başlangıçtan beri ucuz yöntemler kullanıyor Ogiso (***) kökünü kurutmak için kuralını bozacak böceklerin; açılmış avuçlar buldu lekesiz kanlar almak için. Destekledi kiliselerden, camilerden çıkan suikastçileri. Onun adına ulaşıyor devletin uzun kolu her yere çeviriyor ükeyi sivri uçlu çeliklerle. Elinde tutuyor hükümet yabancı marka baltaları, tüfekleri, insan başlı yılan usulca giriyor içeri ısırmak amacıyla uyumsuz dilleri. Binlerce yönetici onun barış palavrasının ölü gövdelerin sıra sıra dizilişi, hisse senetleri kapışılan bir mezarlık, yıkanmak için klorlanmış bir kan havuzu olduğunu ispatlıyor. Onun egemenliği kaçak avcıların harika gezisi, hastalıklı danışmanların sınırsız koruyuculuğu, serbest piyasası elsiz ayaksız gövdelerin. İnsan yiyen devler yürüyorlar sokaklarda şık üniformalarıyla. Dolanıp duruyor o her gün sayısız cephanesiyle, fırlatıyor her yere vahşice parçalanmış körpecik bedenleri, esniyor herkes kan yüklü hava nedeniyle. “Sığınmak için nereyi kazsak cesetlerle karşılaşıyoruz” JANGAWEED’LERE(****) Neşeyle bu tarafa yaydığınız ateş yaksın diğer ucundan sizi ve ailenizi hükümet koridorlarındaki patronlarınız ölü akbabalar olsun tüm dünyaya köyleri yağmalamak için bindiğiniz atlar fırlatıp atsın sizi kibirli günlerin içine artık boyun atkılarınızda sakladığınız kimliğinizi çıkarsın örtünmeniz gerektiğinde Tanrı bu baskınlarda canlarından olanlar kalksınlar kovalamak için yeniden doğuşta sizi sallanıp durun hortlaklı gecenizde, böceklerin en küçüğüne dönüşün gündüzün sıyırın Khartoum mahkemelerinden paçayı, KAIAMA KÖPRÜSÜ’NDE Görüyorum çekiliyorlar nehir perilerinin gemileri kasabaya taşırlardı yüzyıllardır gösterilerini her yıl maskeli balolarda – çekiliyorlar denize doğru. Onların varlığı olmazsa neler gelir başımıza? Güney akıntısı boyunca, suda doğmuş kişiler, bir zamanlar ülkede konuk olanlar, dönüyorlargüvende değiller artık petrol aranan sulak topraklarda ev sahipliği yapardı o topraklar başından beri yaşam kurultayına. Kendilerini yukardaki yaralayıcı gürültüden kurtaracak sulara gömülen ülkenin sahibi herkes dönüyor şimdi çatlamış, kavruk topraklara sular dönüştü çünkü zehirli bir içkiye. Bir direnme ordusu oluşturduk, açıkladık kaynaklarımız üzerindeki egemenliğimizi; ama kovmadık kaçak avcıları. Dış güçler yağmalıyor mirasımızı. Görüyorum boğuyor petrol karası akıntılar Mami Wata’yı (*) ve beraberindeki su perilerini; terk ediyorlar derhal konuk sevmez sömürge ülkeyi özgürlüğü, sağlığı uğruna açık denizlerin. Otuz yıldır yat yarışı izlemedim. Görmedim adanın şarkılar kayığından Şimdi uzay adamlarının uydularla öldürdüğü tanrıları selamlayan tören küreğinin kalktığını. Petrol sızıntıları yaktı sümbülleri nehirler boyunca yayılmak için alabildiğine. Son rotayı çiziyorlar mülteci tanrılar tıkanmadan su geçitlerinin hepsi. Teslim ediyorlar evlerini komşular yukardan gelen alevlerin yıkımına. Ayaklar altında yanan toprakları var kalanların, yeşil örtüleri solmuş; külleri kalmış yalnızca. Mülteciler sökülüp alınıyorlar tarlalarından şirket otobüsleriyle, insancıl bir iyi niyet gösterisi olarak; sonra sürülüyorlar ineklerin yediği, genetiği değiştirilmiş mısırla zoraki beslenen ishal salgını kamplara. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1054 SAYFA 23
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle