24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Şükran Farımaz ile ‘Aşk Bu’ üzerine ‘Öykülerim, zorunlu değişimin kıyısında duruyorsa ne mutlu bana!’ Daha önce Güzel Şarkılar Kitabı, Bir Yılbaşı Masalı ve Bir Ağaç Bir Kadın adlı öykü kitapları yayımlanan Şükran Farımaz, yeni öykülerini bir araya getirdiği Aşk Bu’yla okurlarının karşısında. Her biri birbirinden çok farklı olan bu öykülerin ortak paydası, incelikle örülerek kırılgan bir aynadan yansıyor olması. Adnan Gül, Farımaz’la yeni kitabı Aşk Bu hakkında konuştu. Ë Adnan GÜL n sade öyküden oluşmuş adeta bir külliyat Aşk Bu. Toplamda da ayrı ayrı da çok güçlü öyküler. Süzülmüş bir âlemi temsil eden söz dağarına sahip. Bu ayrıcalık takdiri gerçekten fazlasıyla hak ediyor. Aynı zamanda her öykü içtenlikli ayrıntılarla adeta iç dünyaya dönük akarını genişletiyor. Sadece öyküde değil, ayrıntıyı atlayan bütün yazılar eksik kalıyor gibi hayata… Ben öykünün tadını çok önemsiyorum ve ayrıntıların var ettiğine inanıyorum. Üstelik eklektik değil, ana parça ekseninde düşünüyorum. Katılıyor musunuz? Aşk Bu, uzunca bir zaman diliminde, her birinin üstünde ayrı ayrı durularak elde edilmiş öyküler toplamı olduğundan hiç değilse onca emek adına umarım hak ediyordur söylediklerini. Ama öncelikle külliyat sözcüğünün üstünde durmak istiyorum. Kitabın ilk üç öyküsünü, 1984 yılında Akademik Kitabevi tarafından bastırılan Çiçeklerle’den aldığımı söylemiş miydim bilemiyorum. Tam anlamıyla bir gençlik ürünü olan, ancak Aşk Bu’daki atmosfere uygun düşeceğine inandığım üç öyküye kıyamadım. Okur olarak edebiyatın ne denli içindeysem, yazar olarak bir o denli uzağındayım. Yaşamın kıyısında (!) ne denli savruk, ne denli şaşkın duruyorsam, yazı içinde o denli düzgün durmaya çalışıyorum. Bugüne dek üç kitapta otuz öyküm yayımlandı. Öykülerimden çok şey aldığına inandığım Bir Yılbaşı Masalı’nın, özellikle de Güzel Şarkılar Kitabı’nın ‘canım çocuk kitabı’ diye güme gitmesine gönlüm elvermese de, öykücülüğümün ulaştığı noktada Aşk Bu’yu fazlasıyla önemsiyorum. Aşka ve devrime koşullandırılmış, aşkla oturup aşkla kalkmış bir kuşağın üyesi olarak bu öyküleri yazmak borcumdu diye düşünüyorum. Yoksa “Oy dere, Kızıldere” dizelerini neredeyse bütün bütüne unutulmuş bu belgesel ağıtı sessiz sedasız yerleştirebilir miydim kitabın tam ortasına? Her şey bir yana, acımasızca katledilen onlarca genç adına bile anmaya değer bir kitaptır Aşk Bu. Şimdi gelelim “eklektik” sözcüğüne… Benim çok da karşılaşmadığım bu sözcüğü pratikteki anlamıyla ele alacak olursak bütünüyle katılıyorum sana. Eklektik olarak da ana parça ekseninde de ayrıntılar son derece önemli. Belki de öykünün kendisidir ayrıntı. Elimizdekilerle yetinmeme, görünmeyeni arama, iyi öySAYFA 8 yasaya. Senin külliyat katına çıkardığın bu küçücük kitapta benim sulu sepken duygularıma yer yok ne yazık ki. Asıl trajik olan bu bence. “KENDİMİZİ YANILTARAK YAŞIYORUZ” Devasa doğurganlık karşısında hayat çoğalırken insan azalıyor, insana ait öyküler dallanıp budaklandıkça öykü azalıyor, açıkçası bu durum ciddi ama hiçbir zaman çözümü tam olmayan problem olarak yaşamı incitiyor. Nedenleri, niçinleri neyi öteler, neyi çözer bilmiyorum. Öyküleriniz adeta doğuştan özürlü hayat ögelerini anlama, anlatma ve değişime davet şeklinde var oluyor. Çünkü anlamaktır anlatmaktan önce dinlemekte kazanılmış hazine… Özellikle dinlemeyen çoğunlukla ilgili söyleyeceklerinizi çok merak ediyorum? Günlük hayatı ele geçiren bu hız, bu hırs, bu virüs, insani değerleri baştan ayağa yağmalayan bu güç karşısında ne diyebilirim bilemiyorum. Uzun zaman var ki, gerçeğin yerini yanılsamalar aldı. Kendimizi yanıltarak yaşıyoruz. Yalan söylüyoruz kendimize. Öykü sanatsal dönüştürümü gerektirse de, gerçeği göz ardı edemezsiniz hiçbir zaman. Çünkü hiçbir yalanı, hiçbir yapaylığı kaldırmaz öykü. Kendi gerçeğini, daha da önemlisi kendi özerkliğini çoktan elde etmiş edebiyat ise her zaman için hayatın birkaç adım önünde seyreder. Bir bakıma öncüdür edebiyat. Doğru yerde durursa dinleyeni çok olur. Dinlemesini bilmeyen çoğunluktansa kendimize yönelelim derim ben. Hiç değilse kendimize karşı dürüst olalım. Kaldı ki, her gün yeniden önümüze sürülen onca yalanı düşünecek olursak, dinlemesini bilmeyen büyük çoğunluğun masum olduğunu söylemek hiç de zor olmayacak. Öyküleriniz oturmuş karakterlerin gerçek hayatla olan birebir ilişkisi üzerine kurulu. Bu bakış açısı sizi nasıl bir yaşam psikolojisine hazırlıyor, bence bu nokta çok ilginç. Çünkü kaçmaktan çok üzerine giden, sorunları anlatarak göze alan, hatta eksilten önemli bir yanınız var. Aslında gerçek hayatın öyküsü de, öykücüsü de korkutucudur, acıtıcıdır, rahatsız edicidir. Çünkü gerçeğin incitmek gibi esaslı bir işlevi vardır ne dersiniz? Yoo, hayır, kendimi deşmemi bekleme benden. Hem bırak dağınık kalsın. Merak ettiğim konu çok, ancak sizi fazla sıkmak istemiyorum. Bu soruda serbestsiniz, hariçten söylemek istediğiniz vardır mutlaka? Olmaz olur mu? Ankara’da bir adam yaşıyor. A. Mümtaz İdil. Yazdıkça kendini tüketen, bu müthiş entelektüel, benim bir edebiyat kadını olduğumu belirtti yazılarından birinde. Doğrudur. Hâlâ tutku ve aşkla yazıyorum ben. Ah birazcık da yazarlık yapabilsem! ? Aşk Bu/ Şükran Farımaz/ Can Yayınları/ 90 s. O Şükran Farımaz, “Aşka ve devrime koşullandırılmış, aşkla oturup aşkla kalkmış bir kuşağın üyesi olarak bu öyküleri yazmak borcumdu” diye düşünüyor. kü, iyi şiir, iyi roman için ölümcül bir uğraşı göze alma durumundaysak, evet, elbette ayrıntı. “GELİP GEÇTİĞİMİZ YOLLAR ÇOĞU KEZ KENDİ YALNIZLIĞIMIZA ÇIKAR” İnsan neyi yazarsa yazsın, neyi icat ederse etsin, yeniliğin çekim alanındaki risklerle karşılaşacaktır. Hayatın sonsuza dek baskı altında ilerleyeceğinin en önemli kanıtı bu nedendir. Dün böyleydi, yarın da böyle olacak gibi. Çünkü insanın kendisi esas sorun; kıt kaynaklar, disipline edilemeyen sınırsız talepler, hayatı “başa çıkmakta” her vakit zorlayıcı etken olacak. Bu değişim bazen kabul, bazen ret biçiminde yol alır ki sürecin nedenleri ne olursa olsun, her vakit anlamlı. Aşk Bu, sözünü ettiğim sorunlu değişimin ve sürece ait nedenlerin tam da kıyısında, geçmişle şimdi arasında klasik bir ayna görevinde. Yanılıyor muyum? Dur bakalım; senin Çukurova Sanat Günleri’nden birinde okuduğun bir yazı, bir sunum vardı: “Modernite Yoğunluk İçin Bariyerdir.” İzin verirsen o nefis yazıdan bir alıntıyla yanıtlamak istiyorum seni. “Yaşamı destekleyen, iyi, güzel, kendi olan her şey mecranın ürünü olmaktan uzaklaştırılmış, salt akıl, salt fayda, salt hız merkezli özel algıya dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm insanlığın aleyhinedir.” Henüz insanlık aleyhine dönüştürülmese bile orasından burasından çekiştirilen edebiyatın da modernite denilen dönüşüm projesinden (bu niteleme de sana ait) fazlasıyla nasibini aldığını biliyoruz. Aşk Bu, hem sorunlu hem zorunlu değişimin, zaman zaman paldır küldür, zaman zaman da şaşkınlıkla içinden geçtiğimiz sürecin geçmişle şimdinin tam da kıyısında duruyorsa ne mutlu bana. Öyküde olsun, romanda olsun özle biçimin birbirinden ayrılmaz iki parça olduğunu biliyoruz. Ne ki biçim, her zaman için özden daha hızlı, daha tez canlı. Senin de işaret ettiğin gibi yeniliğin çekim alanı içinde. Evet, modernitenin tuzağına düşmek istemiyorum ama çok alışılmış, çok aşınmış bir anlatım da bana göre değil. İnsan insanın acısını alabilir belki ama özlemini sanmıyorum, yanılmış olmayı da çok isterim. Özellikle yazan insanın özlemini karşılayan nesne ya da insan var mıydı? Bu da önemli bir soru işareti bende. Öykülerinizdeki dil tam da bu özleme karşılık gelen susturulmuş, baskılanmış bir eylem biçimi sanki. İnsan çok trajik bir yaratık değil mi? Senin biraz da üstü kapalı yönelttiğin bu soruyu olabildiğince net yanıtlamaya çalışacağım. İnsanın özlemini karşılayan biri ya da bir nesne (burayı tam anlayamadım) olsa da, olmasa da gelip geçtiğimiz yollar çoğu kez kendi yalnızlığımıza çıkar. İçinde bulunduğumuz koşullar ne olursa olsun, hadi aşk da olsun, bir yanılsama, bir oyun bile olsa aşkı karşılayan da olsun var oluşun sancısını duymayan tek bir insan var mıdır şu dünyada? Elbette ki öykümün dili, genel öykü anlayışının farklı bir yerinde, kendi meramının, kendi derdinin dili olmalı. Yoksa benzerlerimizden nasıl ayrılırız? Örneğin “Aşka Güzelleme”yi ele alalım. Bir aşk kitabı olma umuduyla yola çıkmış Aşk Bu’da bütün bütüne ironi “Aşka Güzelleme”, bütün bütüne tersinlemedir. Aşk ufkumuzdan çekilse bile üstüne üstüne gidiştir aşkın, bastırılmış, geriye itilmiş bir anlatım biçiminden söz edemeyiz o öyküde. Zaten o denli yazıp bozdum ki öykülerimi, sonunda kendi bağımsızlıklarını ilan ederek neredeyse karşı bir duruşla çıktı pi CUMHURİYET KİTAP SAYI 1050
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle