06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yusuf Ziya Bahadınlı’dan derinlikli bir araştırma Alevilik ve İslam Fanatizmi küplere binerek bunları söyleyip yazanlara ağza alınmayacak galiz küfürlerle saldırır. Altı aylık bebekten on dokuz yaşındaki delikanlıya kadar özbeöz kardeşini taht uğruna gözünü kırpmadan katledebilecek kadar insanlıktan çıkmış bu kimseler padişah da olsa, halife de olsa ne yazar? Bunların içinde öz oğullarını, torunlarını katledenler olduğu gibi, hamile cariyeleri de çuvallara doldurup sarayın penceresinden denize fırlatanlar da vardır. Tarihçilikleri Osmanlı vakanüvisleri kadar bile duyarlı olmayan bu TV ekranlarındaki tarihçiler, devletin yaşaması bahanesiyle bu hunharca cinayetlere sıkılmadan mazeret arayıp kılıf uydurmaya çalışırlar. Bir TV sohbetlerinde “Prof.” unvanlı bir ulema, daha doğrusu bir molla, “Osmanlı, vatandaşlarına şöyle davranırdı, böyle davranırdı...” diye bir cümle sarf ederken, koyun gibi dinleyen diğer tarihçilerin, “Osmanlı da vatandaşlık kavramı var mıydı? Bunlar tebaa ve kul değil miydi?” diye sormak aklına gelmez. Aslında aklına gelmesine gelir de, sormak işine gelmez; çünkü bilir ki, Osmanlıda bütün tebaa padişahın kuludur. O yönetimde vatandaşlık, yurttaşlık, birey gibi kavramlar yoktur. Evet, tarihimizde Yavuz Selim, Sarı Selim, Üçüncü Selim vardır ama aklıselim yoktur. Bütün devlet felsefesi gazaya ve fütuhata dayanır. Bütün tebaasını kul gören bir devlet aygıtı, kendi resmi dininin dışındakileri kuldan da beter bir düşman olarak görür. Onun içindir ki, bu kanlı Osmanlı tarihi kitlesel kıyımlarla doludur. Bu kıyımların başında hiç kuşkusuz AleviKızılbaş kıyımları gelir. Türkiye’de Alevilik üstüne yığınla kitap yazıldı. Bunların çoğunda konular nesnellikten uzak, yazarının meşrebine göre ele alınmıştır. Kimi yazarlar gerçek Müslümanların Aleviler olduğunu ileri sürebilecek kadar ipin ucunu kaçırmış, kimileri de yerde sürüne sürüne Dede’ye ulaşmanın Alevilik olduğunu sanmıştır. İçlerinde konuya nesnel açıdan yaklaşanlar varsa da pek azdır. İşte Yusuf Ziya Bahadınlı’nın kitabı, konuyu gerçekçi ve nesnel açıdan ele alan bu alandaki nadir kitaplardan biridir. Her şeyden önce şu gerçeği açıkça belirtmek gerekir ki, bir inanç sistemi olarak Aleviliği sadece İslam din manzumesi içinde göstermek büyük yanılgıdır. Onun İslam öncesi inanç akımlarına dayanan öğelerinin de bulunduğunun, ancak ciddi araştırmalar yapıldığında farkına varılabilir. Ancak o zaman Alevilikle Sünni din inancı arasında derin farkların olduğu da görülür. İslam dininin temel dogması, Tanrı’nın insanı kendine kul olmak için yarattığına dair inançtır. Bir kere işin içine kulluk girdi mi Tanrı’ya kul olan insan, onun yeryüzündeki gölgesi olan padişaha da kul olur. Sünni inancın temel dogması olan bu kural üç büyük Sünni İslam İmparatorluğu olan, Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar’da bütün ayrıntılarıyla görülür. Bu devlet tarzında birey dışlanmış, bütün tebaa kul olarak görülmüştür. Kullar yığınından meydana gelen topluluklar artık cemiyeti değil cemaati oluşturur. Cemaatler de tekkeler, zaviyeler, dergâhlar manzumesi içinde şeyh, şıh, veli, dede, baba gibi kerameti kendinden menkul bir haminin kanatları altında ve onun emir ve irşatları çerçevesinde hareket etmek zorundadır. Tarih boyunca bütün İslam âleminde kısa dönem süren Mutezile hareketini bir yana koyarsak ne bir felsefi akımın, beynin yaratıcı gücünün yansıması olan ne resimheykel sanatının ne de roman, tiyatro gibi edebi dalların kırıntısı görülebilir. GEÇMİŞİN GERÇEKLERİ Osmanlı Tarihi, Torlak Kemal, (1420), Şeyh Bedrettin (1421), Karabıyıkoğlu Hasan (1511), Baba Nurali (1512), Bozoğlu Şeyh Celal (1519), Baba Zünnun (1527), Kalender (1527) gibi pek çok dini ayaklanmalarla doludur. 1420’den 1527’ye kadar aşağı yukarı bir asır süren dini ayaklanmaların hemen hepsinde Rafızilik damgası vardır. Bir yanda zulüm ve tenkil devam ettirilirken, öte yanda Rumeli’nde Bektaşilik, Anadolu’da da o zamanın deyimiyle Rafızilik denilen KızılbaşAlevilik pek yaygınlaşmıştı. Rumeli’de Bektaşilik, Anadolu’daki Rafızilik derecesinde takibe ve yok etme faaliyetine uğramadı Aksine korunup iltifata bile mazhar oldu. Bunun başlıca nedenlerinden biri, Yeniçeri Ocağı’na Hacı Bektaş Veli’nin hayır dua ettiği, yeniçerilerin başlarındaki “börük” denilen başlıklarını Hacı Bektaş’ın belirlediği, bu yüzden ocaktakilerin kendilerini Bektaşi addetmeleri tarzında ileri sürülen tezdir. Oysa bu tezin tarihi gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Bir kere eldeki kaynaklar Hacı Bektaş’ın ölüm tarihinde birleşmez. Bazıları onun ölüm tarihini 1323 olarak ileri sürerlerken, bazıları da 1337 olarak gösterir. Her halükârda Yeniçeri Ocağı’nın kuruluş tarihi Hacı Bektaş’ın ölüm tarihinden 25 yıl sonrasına düşer. Ocağa Bektaşiliğin ne zaman ve nasıl girdiği ayrıca araştırma konusudur. Bu kısa tarihi açıklamadan sonra şimdi asıl konumuza gelebiliriz: Rafızilik aslında Batıni bir inanç hareketidir. İşte Yusuf Ziya Bahadınlı, Batınilikten yola çıkarak Aleviliği inceler. Bu hareketin kökeninde toplumcu (sosyalizan) bir anlayışın bulunduğu belgelere dayanılarak yapılan tarihi araştırmalardan bilinir. Anadolu Aleviliğinin ise İran’daki Şiilikle hiçbir ilgisi yok. İran’da Şiiliğin yayılıp kökleşmesindeki asıl neden, İran’ı Arap ordularının Saad İbni EbuVakkas kumandasında 642’de işgal ve istila etmeleri ve İslamlığı onlara zorla dayatmalarından ileri gelir. Arapların nüfuz ve egemenliğinin İran’da yayılıp yerleşmesi endişesi Firdevsi, Ömer Hayyam gibi şair ve aydınlarla birtakım İranlıları rencide etmiş, bu yüzden onlar Araplardan ayrılmayı milli bir gurur meselesi telakki etmiştir. (Oysa Araplar, o zaman Bizans’ın egemenliğinde olan Anadolu’yu, iki büyük seferlerine rağmen Alpaslan’a gelene dek fethedememiştir.) Nihayet AliMuaviye mücadele ve muharebeleri aralarındaki anlaşmazlığı daha da şiddetlendirmiş, bunu vesile eden İranlılar ortaya bir SünniŞii çekişmesini bugüne kadar sürdüren bir hizip haline getirmiştir. Bugünkü Hizbullah’tan El Kaide’ye, El Fetih’ten Hamas’a, Taliban’dan diğer dinsel şiddet örgütlerine kadar meselenin temelinde yatan bin beş yüz küsur yıllık gerçek, bu hiziptir. Nasıl bugün birtakım ekonomik meselelerin politik sebepleri araştırılmadan sağlıklı sonuçlara varamazsak bunun tersinde olduğu gibi dini meselelerin de siyasi nedenlerini araştırmadan, sonuçlarını aydınlığa kavuşturamayız. Arap istilasının İran’da taş üstüne taş bırakmadığı, hatta o güzelim Farsçayı bile yok etmeye çalıştığı Firdevsi’nin Şahnâme’si okunduğunda anlaşılır. Altmış bin beyitlik bu şahane dev eserden sadece şu iki mısra okunduğunda bu gerçek fark edilebilir: “Beci renc bürdem der an sal si/ Acem zinde kardem bedîn Parsı.” Firdevsi bu beyitinde Arap istilasına değinerek: “Otuz yıl uğraşarak Farça ile İran’ı yeniden dirilttim” der. Bizde genellikle Şiilikle Alevilik birbirine karıştırılır. Bunun için de bazıları On İki İmam meselesiyle Âli Âba sevgisini ileri sürerek Anadolu Alevilerini İsnâ aşerî’lerden (On ikilerden) veya Caferi’lerden olduğu görüşünü ileri sürebilir. İran’da bulunmuş bir kişi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu görüş ve mülahazalarının gerçeklerle hiçbir ilgisi yok. İran Şiileri İran’daki TürkAzeri Alevilerine düşmandır ve onlara çirkin isnatlarda bulunur. Nadir Şah zamanında ve onu izleyen yıllarda hemen hepsi Azeri olan İran Alevileri, Şiilerin saldırısına uğramış, ülkelerinden çıkarılmış, çoğu da öldürülmüşler. Bu olaylar da AleviŞii ayrılığını gösteren kanıtlardır. Bahadınlı, işte bu bakış açısından hareket ederek Anadolu Aleviliğini ele alır. Anadolu Kızılbaş Aleviliğinin asıl Tahtacılık, Çepnilik, Niksar, Merzifon, Çorum, Karaşar, Sungurlu, Sivas, Zara, Dersim havalisini kuşatan geniş bir ¥ alana yayılmış olduğunu görürüz. Yusuf Ziya Bahadınlı, Alevilik ve İslam Fanatizmi’nde İslam dini, Alevilik ve bunların geçmişte nasıl algılandığı, nasıl yanlış bilgilerle bugüne getirildiğine ilişkin belirlemeler yapıyor. Sunduğu bilgi ve belgelerle Alevilik bağlamında inceleme yapıyor, tartışmalara giriyor. Ë Aydın KARAHASAN usuf Ziya Bahadınlı’nın bugüne kadar yayımladığı yirminin üzerindeki kitaplarından son yazdığının adı Alevilik ve İslam Fanatizmi. Bugüne kadar Alevilik üzerine okuduğum kitapların en gerçekçi ve en nesnel olanlardan biri bu. Y ÖĞRENİLMEYEN DİN Öteden beri dinler tarihi beni çok ilgilendirmiştir. Resim sanatı ve sanat tarihi, dinler tarihi merak edilmeden ne sevilebilir ne de yeteri kadar anlaşılabilir. Bugün, dünya müzelerinin belli başlılarını gezerseniz, görürsünüz ki, ressamların işlediği pek çok konu Eski ve Yeni Ahit’in (Tevrat ile İncil) hikâye, masal ve efsanelerinden alınmadır. Hatta Kuran’da anlatılan menkibelerin çoğu da Tevrat’tan alınma. Kendi konumu içinde harikulade efsanelerle dolu olan Tevrat ile İncil, konuları açısından ressamları öylesine etkilemiştir ki, dansöz Salome’den Holofornes’in Kafasını Kesen Yudit’e kadar bu mitolojik konuları işlemeyen hemen hemen hiçbir büyük ressam yok gibidir. Bizim toplum, dilini de, dinini de hiç merak edip incelemediğinden, tarihini ise hamaset edebiyatından öteye hiç bilmediğinden “elhamdülillah Müslüman” olmakla yetinip şanlı padişahlarının içinde şarap içenlerinin de bulunduğunu TV tartışmalarında duyduğu zaman SAYFA 20 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1050
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle