27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ evcilleşmiş, dingin ama her daim güçlü ve yoğun bir duyguya dönüşmüştür. Bestami ve Siren’in birbirilerine duydukları tutkuları ise, zaman içinde “daha çok dingin bir dostluğa benzeyen müşfik aşka,” özverili bir bağlılığa dönüşmüş, romandaki tüm ikili ilişkiler içerisinde karşılıklılık, iletişim ve derinlik açısından model oluşturan bir kadınerkek birlikteliğinin temelindeki derin bir duyguya evrilmiştir (303). ‘DOĞUDAN GELEN’ Romana adını veren, “çevresine armağanlar dağıtan bir tanrısal güç” olarak metnin her noktasında varlığı hissedilen Asi nehri, metinde hem gerçek hem de mecazi anlamda yaşamın kaynağını temsil eder (395). Bir zamanlar “Orontes,” yani “doğudan gelen” olarak çağrıldığının vurgulanması, güneşin doğduğu yönle özdeşleştirilen bu nehre, metin içinde atfedilen başlangıç, kaynak, köken anlamını öne çıkarır (240). Su yaşamı mümkün kılar; bütün eski uygarlıklar bir suyun etrafında kurulup gelişmiş değil midir? Önce Asi vardır; Asi Antakya’yı var eder. Asi, “doğudan gelen,” Asi’nin şehri Antakya ise “Doğunun kraliçesi, muhteşem Antakya”dır (371). Şehre ve insanlarına hayat ve kimlik bağışlayan Asi’dir: “Çok az akarsu, doğudan gelmiş, insanların ruhlarına girmiş, beslemiş, damgasını vurduktan sonra sessizce uzaklaşıp kendisine kader olarak seçilmiş denizine katılmıştır” (77). Öte yandan, her Antakyalı ve özellikle romanın odağındaki Antakyalılar olan Asiyeller, “bir tanrısal güç” gibi bedenlerine hayat ve ruh üfleyen, yaşamlarının ve kimliklerinin kaynağı olan Asi’ye derinden bağlıdırlar (395): “Asi’yi tanıyanlar bu şehri bırakıp gidemiyorlar. Kaç bin yılın sihrini taşıyor? Kahrını, sevincini, duygularını, hatta yaşamlarından arta kalanı? ...Bu ırmak onlara uzak diyarların suyunu, havasını, toprağını taşıdı, taşımakta. Köprünün altında sekip sekip yukarı bakmakta. Kendisini gözleyen birini bulduğunda utanarak sessizleşmekte. Son bir üfürümün ardından… Asi soluğunu insana vermiş, köprünün öte yanından çekip gitmiştir.” (77) Asi, geçmiş ve gelecekteki tüm Antakyalılara olduğu gibi, üzerindeki köprüyü geçerek şehre ait olmak yolunda ilk adımını atan Ömer Azmi’den başlayarak Asiyeller’in de “ruhlarına” ve hayatlarına girmiştir. Asi, Asiyel ailesinin hayatlarının yanı başında akan ve dolayısıyla hayatlarının tanığı olan nehirdir. Hep Asi’ye yakın evlerde sürer yaşam. Aile bireylerinin çoğu, Asiyeller’in Asi nehri ile özel bir bağları olduğunun farkındadır. Ailenin dördüncü kuşağından Armağan bu derin ve özel ilişki üzerine düşünürken, “Ailenin bütün varlıkları, Hatay toprakları boyunca akıp duran Asi’nin üstünde veya çok yakınında. O yüzden yaşanan her şeyden arda kalanlar Asi’ye katışıyor. Hayatlarını öyle kurmuş eski büyükler” demektedir (80). Armağan’ın daha sonra, üstelik de sarhoş bir anında niteliğini çözdüğü bu özel bağ, aidiyet anlamında Asi ve Asiyeller arasında neredeyse totemik bir ilişkiye işaret etmektedir: “Ne tuhaf aileyiz Asi… Bizler toprakta doğan senin çocuklarınız. Hem güçsüzüz, hem görkemli!” (140). Ailenin hayatta olan en yaşlı üyesi Bestami Ağa, “Maalesef ailede çalışkanyaratıcı ile tembelsıradan iki karakter akıp duracak bre oğul” derken, yine aile ile Asi arasında özdeşlik kurmaktadır (392). Asi bir yandan yağmurlarla beslenip kabaran tehditkâr ve yıkıcı güç, diğer yandan “çevresine armağanlar dağıtan” bir hayat kaynağıdır (395). Öte yandan, ailenin üçüncü kuşağından Verda’nın hisset tiği ve dile getirdiği gibi, sırasında insandan bile daha zayıf ve savunmasız olabilir: “Bir ırmak kadar çıplak başka bir şey yok yeryüzünde. Hele Asi… Onun derisi değil, üstünde bir zarı bile yok…” (79). Armağan ve Verda’nın Asi’ye yönelik düşüncelerinin ortaya koyduğu gibi, aslında aile bireyleri kendilerine ait nitelikleri Asi’ye yansıtmakta, ya da kendi kişilik özelliklerinin izdüşümlerini Asi’de yakalamaktadırlar. Aslında Asi, insan gibi, gücün ve güçsüzlüğün, tanrısal olanla yokluğa koşanın bir karışımıdır. Asi’ye yönelik anlatımlarda, Tanrısal güç ve insanî zafiyet karşıtlığı ya da karışımının yanı sıra, tarihsel zaman ve döngüsel zaman kesişmesi de ortaya çıkmaktadır. Asi, eş zamanlı olarak, “Doğudan gelen” ve “geldiği yerden geçmişi” taşıyan, hayat gibi akan olması nedeniyle çizgisel zamanla, tarih öncesinden bugüne mevsimsel döngülerle sürekli yenilenen varlığı nedeniyle döngüsel ya da mitsel zamanla ilişkilendirilmiştir (371). Aslında romanın bütünü içinde döngüsel zamanla tarihsel zaman birlikte var olur, çok sesli bir müzik parçası gibi birbirlerinin içine girerek bütünü kurarlar: Bir yanda doğanın hiç değişmeyen, sürekli bir tekrardan ibaret olan mevsimsel döngüsü; diğer yanda tarihsel zaman içinde yer alan insan etkinlikleri. Asi’nin sularının, mevsimlerin hiç değişmeyen döngüsüyle artışı ve azalması, ürünlerin ekimi ve hasadı, doğumlar ve ölümler, her sene yeniden gelen ve göçen kuşlarla, döngüsel zaman romanın akışı içinde her daim varlığını hissettirir. Öte yandan tarihsel süreç içerisindeki toplumsal ve kültürel etkinlikler, şehir imgesi üzerinden aktarılmaktadır: “Doğunun kraliçesi, muhteşem Antakya,” “dünyanın neredeyse boş olduğu ve mekânların zamana alışmadığı dönemlerden kalma, eşsiz şehir” olarak nitelenir (371). Bu “eşsiz” şehrin gelen ve geçen çeşitli uygarlıklar ve halklardan insanları, mekânların üzerine hayatlarını işleyerek, izlerini bırakarak, Hitit’ten Roma’ya ve Roma’dan bugüne uzanan bir çizgisel zamanın notlarını, yani kendi tarihlerini oluşturmuş, bu süreçte “mekânları zamana” alıştırmışlardır (371). Armağan’ın gözlemlediği gibi, “Eski şehirler birden çok zamanı içlerinde var ederler. İnanmayanlar, şehrin iki bin yıllık sokaklarına dalmalıdır. ... Çok katmanlı bir dünyanın anlamını değil ama atmosferini yaşatır bu şehir” (98). Tepelerde ise “kuruluş tarihleri dokuz bin yıl öncesine uzanan yerleşimleri gizleyen höyükler” vardır (470). Geçmiş ve bugünün iç içe ve eşzamanlı yaşadığı bu mekânda, roman, şimdiki zamanın Antakyalıları olan Asiyel ailesine ve ailenin geçmişine odaklanmıştır. Bu eski şehrin, üzerinden peş peşe geçmiş, onu şekillendirmiş farklı uygarlıkların kalıntılarını toprağının altında saklaması gibi, Asiyel ailesinin geçmişinde de aile üyelerinin bilmedikleri olaylar ve bu olaylarla ilgili sırlar vardır. Roman, ailenin üçüncü ve dördüncü kuşaklarının en büyükleri olan Verda ile yeğeni Armağan’ın, geçmişte gizlenen aile sırrını çözmeye ve geçmişin gizini kavramaya yönelik çabalarına eğilir. Verda ve Armağan, farklı amaç ve tutumlarla yola çıktıkları için, ulaşmayı umdukları yer aynı olsa da yolculukları farklı seyredecektir. Her iki karakter için de bu çaba, ailenin geçmişine olduğu kadar kendi içsel derinliklerine yaptıkları ve nihaî olarak onları değiştiren bir sembolik yolculuğa dönüşür. Her iki karakter de bu yolculuktan bilgelik yolunda anlamlı bir adım atmış olarak çıkacaklardır. Asi... Asi, kaynağını antik mitlerden alan ve çok sayıda klasik tragedyaya temel oluşturan ‘lanetlenmiş aile’, ya da ‘ailenin üzerindeki lanet’ kavramı üzerine temellenen bir romandır. Kökleri geçmişte kalan fakat geleceği şekillendiren bir güç olarak ‘lanet’, klasik tragedyalarda sıklıkla kullanılmış ve geçmişte yapılan bir hatanın, bir kuşaktan diğerine olumsuz izlerini süren aile tragedyalarında, farklı dönemlerin günah ve kefaret, adalet, suç ve ceza gibi temel kavramları yorumlayışları yansıtılmıştır. Bu temel kavramları merkeze alan ve tartışan bir roman olarak Asi... Asi, izleksel olarak Aeskilus’un Orestia’sından Sofokles’in Oidipus’una uzanan bir aile tragedyası geleneğine yaslanmaktadır. Roman boyunca “trajedi” sözcüğü sıklıkla tekrarlanmakta, “ailenin üstünde bir lanet” olarak adlandırılan aile sırrına işaret edecek şekilde kullanılmaktadır (165). Eşref Hanım’ın oğulları Bestami ve Beyazıt’ın “bütün bağlılıklarına karşın ilişkilerinin derinliklerinde bir gizem” yatmaktadır ve ancak “uzakta kalan sırların kapaklarının kalkması” ile bu gizem aydınlanacaktır (113; 465). Roman, günah ve kefaret, suç ve ceza kavramlarını derinlemesine tartışırken aile içi ve kuşaklar arası ilişkilerin karmaşık dokusuna dikkat çeker. Farkında olarak ya da olmadan işlenen günahlar, önceki kuşakların günahlarını da miraslarının reddedilemez bir parçası olarak almaktan kaçamayan sonraki kuşaklar, ödenen bedeller, yaşamı zehirleyen kuşkular ve adaletin koşulları metnin çapraşık sorunlarıdır. Kutlu, mekân anlamın zamanların yaradılış mitoslarına göndermelerle metni zenginleştirir. Her tür meyvenin her mevsim yetiştiği, zengin su kaynaklarıyla bereket ve bolluk timsali Cennet Bahçesi miti, birçok farklı kültür ve coğrafyanın yaradılış mitoslarında karşımıza çıkar ve ölümsüzler için yaratılmış ‘Tanrı mekânı’ olarak betimlenir. Benzer şekilde, romanda Antakya, “Tanrıların mekânı olsun diye kurulan... Tanrısal şehir” olarak tanımlanmaktadır (125). Roman boyunca yaradılış mitoslarına göndermelerle Antakya, cennet bahçesi mitiyle özdeşleştirilir: “Her şey Antakya’dan başladı. ...Bu toprakta, onu sulayan ırmakta, her zaman gözlerinin önündeki genç dağda, ırmakla dağın birlikte oluşturdukları iklimde...” (184). Antakya, klasik mitolojilerin ve kutsal kitapların yaradılış mitlerindeki Cennet Bahçesi’dir. Asiyel ailesinin ilk günahla tanışıp masumiyetlerini yitirmeden önce yaşadıkları bu doğa cenneti, aile bireylerinin hayatları kuşkunun gölgesiyle karardıktan sonra yitirdikleri cennet bahçesi olur. Asiyeller’in “yaşamını trajediye çeviren gün” (71), hayatları zehirlenir ve aile darmadağın olurken, Antakya, cennet bahçesinden yitirilen cennete dönüşecektir: “Zaten bu şehre dair her şey, başarı ile yıkım, mutlulukla zehirlenme, kalıcılıkla rüzgârda uçup gitme, Asi ile Habibül Neccar arasında dolanıp durur” (97). ZENGİN SİMGESELLİK Ayla Kutlu’nun son romanı Asi… Asi, okurunu bir yandan merak duygusuyla peşine takar, ya da Asi nehri gibi güçlü akışıyla sürüklerken, diğer yandan da, eskil çağlardan günümüze, insanı, yaradılış mitoslarının cennet bahçesinden sürgün eden ilk günahtan, çağdaş hukuk ve ahlâkbilimdeki suça kadar, insan zihnini kurcalamış, ruhunu acıtmış ve vicdanını yaralamış olan insana özgü temel meselelerle uğraştırır. Metnin akışı içinde olaylar kronolojik bir sıra yerine, zaman içinde ileri ve geri sıçramalarla, farklı bakış açılarıyla, dağınık ve sırasız bilgi kırıntıları olarak verilir; bütün, okuma süreci içinde tamamlanır. Romanın adından başlayarak, mekân ve kişi isimleri zengin bir simgesellikle seçilmiş ve kullanılmışlardır. Hayatın kaynağı olan Asi, aynen hayat gibi, doğudan geçmişi taşırken bugüne tanıklık etmekte ve geleceğe koşmaktadır: Başlıktaki yinelemeli kullanımıyla Asi… Asi, Asi’nin başlangıcı ve bitişi, kaynağı ve denize karışması arasındaki akışı çağrıştırır. Romanın sonu, aile ve roman karakterleri için bir son değil, tersine yeni bir başlangıç, ölüm ve yeniden doğuş noktasıdır. Başlangıcından itibaren cennet bahçesi imgeleriyle yaradılış mitoslarına göndermeleri zengin olan metin, son bölümünde, Asi’yi taşıran şiddetli yağmurlar ve doğanın denetim dışı gücünü bir kez daha hatırlatan büyük fırtınayla, Mısır ve Mezopotamya’dan Aztek ve Maya uygarlıklarına kadar çoğu klasik mitolojilerde ve semavî dinlerde karşılaşılan tufan mitine göndermeleriyle yeni başlangıçları muştular. Sonuç olarak, Asi nehrinin doğudan batıya, geçmişten bugüne akarken içine kattıkları gibi, Ayla Kutlu’nun ‘içinde nehir akan’ son romanı Asi... Asi, farklı dönemlerin anlatı geleneklerinden içine kattıklarıyla zengin ve çok katmanlı bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. ? (*) Profesör. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Amerikan Edebiyatı Bölümü Asi... Asi /Ayla Kutlu/ Bilgi Yayınevi/ 540 s. SAYFA 19 Ayla Kutlu, roman karakterlerini, durumlar ve temaları, insanlık kadar eski arketipler ve mitoslara yaslıyor. da romanı Antakya’ya, Asiyel ailesini de kahraman konumuna yerleştirerek, aile içinde ölüm olgusu ve öldürme eylemine yoğunlaşarak dramatik bütünlük sağlar. Söz konusu olan, bir aile bireyinin diğerini bilerek ve isteyerek değil, Oidipus’ta olduğu gibi, seçimi ve isteği dışında öldürmesidir. Sonuçta, ne olursa ve nasıl olursa olsun bir aile bireyinin diğerinin ölümüne sebebiyet vermesi, amaç ve hedef ne olursa olsun tetiği çeken parmak olması, günah ve kefaret, suç ve ceza, vicdan ve vicdan azabı kavramlarının yoğun, karmaşık, çalkantılı derinliklerine dalmayı, adalet kavramını tartışmayı gerektirir. Dolayısıyla bu romanda Kutlu, çağdaş bir romancı olarak klasik tragedyanın izleksel ve kavramsal olanaklarını mümkün olduğunca kullanmıştır. Asiyel ailesinin “üstüne yüklenmiş olan lanet” (72) romanı antik mitler ve aile tragedyalarıyla akraba kılarken, roman boyunca laytmotif olarak yinelenen cennet bahçesi ve yitirilen cennet imgeleri, eskil CUMHURİYET KİTAP SAYI 1050
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle