Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ayla Kutlu’dan ‘Asi... Asi’ İçinde nehir akan roman olmayı seçer (11). Antakya’nın Asi’si ve onun rüzgârı Ömer Azmi’den, bereketli toprakları da yüzbaşının evlenmeyi kabul ettiği, Antakya’nın Asi kıyısında toprakları olan, “şimdi Arnavutluk toprağı olan Berat’dan göçmüş, bu topraklarda tımar sahibi olmuş, âyândan bir babanın kızı” Eşref Hanım tarafından gelerek ailenin varlığına ve kimliğine katılır (89). Roman, Yüzbaşı Ömer Azmi Asiyel ve Eşref Hanım ile başlayan Asiyel ailesinin dört kuşağının hayatlarında, Ömer Azmi’nin bu seçiminin, bir öngörü ya da belirleyici olarak, aile üyelerinin karakterlerini temel doğa unsurlarıyla ilişkilendirerek şekillendirmesini izler. Ailenin Asi’yi çevreleyen topraklarının bereketi, Asi’nin suyu ve yelinin değişken gücü, uzun yazlarında “harlı bir ateş sıcaklığıyla doğan güneşin” yakıcılığı, her kuşakta aile bireylerini etkileyen yöresel doğa özellikleridir (183). Asiyel ailesi içinde yaşadıkları yörenin havası, suyu, toprağı ve ateşi ile karışarak var olur. Ömer Azmi ve Eşref Hanım’ın ilk çocukları Bestami Bey “doğunun kraliçesi olan şehrin dayandığı “Habib Neccar Dağı’na” benzetilirken, çiftin küçük oğlu Beyazıt Bey, torunu Beylan’ı, “Toprağın kızısın sen. Ateş kadar güçlüsün” sözleriyle cesaretlendirir (175; 142). Dolayısıyla, aile, varlığını olduğu kadar kimliğini ve karakter özelliklerini de hem ait ve hem de yürekten bağlı olduğu mekândan alır. KARAKTERLERİN ÇİZİMİ Romanda Asiyel ailesinin üyeleri başta olmak üzere, karakterlerin çizimi, durumlar ve temalar, insanlık kadar eski arketipler ve mitoslardan yararlanmakta, büyük ölçüde bu arketip ve mitoslara yaslanmaktadır. Asiyel ailesinin farklı kuşaklarından karakterler, bir yandan bugünün, yani tarihsel zamanın içinde var olur ve yaşarken, bir yandan da kendilerini ait hissettikleri doğal coğrafya, dağ, ırmak, toprak ve iklimle etkileşerek, onlardaki en eski, ilkel ve yalın özellikleri kişiliklerinde yansıtırlar. Yaşadıkları aşklar ve acılar, tutkular ve çatışmalar, bu etkinin yansımalarıdır: Asi gibi coşkulu, Habib Neccar Dağı gibi dayanıklı, toprak gibi sıcak ve bereketli, Antakya’nın tufan benzeri yağmurları, elektrikli fırtınaları gibi şiddetli ve gerilimli olabilen, belli duyguları doğadaki güçlere özgü bir şiddetle yaşayabilen insanlardır Asiyeller. Ailenin her kuşağında “yoğun tutkulu aşklardan” geçenler vardır (448). Yüzbaşı Azmi’nin Eşref Hanım’dan sonra birlikte olduğu, kendinden çok genç, neredeyse çocuk yaştaki Ganime’ye tutkusu, Ganime’nin üvey oğlu genç Bestami’ye, Verda’nın üniversitedeki devrimci sevgilisi Melih’e, Armağan’ın Şirin’e, Beylan’ın Sinan’a tutkusu, hep yakıcı, yıkıcı tutkulardır. Her bir örnekte, bu tutkular, doğanın dizginlenemeyen güçleri gibi, Asi’nin baharda yükselen sularıyla denetimden çıkan gücüne benzer bir yıkıcılık gizilgücü taşıyan duygular olarak ortaya çıkarlar. Dolayısıyla ailenin her kuşağında birileri tutkuya yenik düşer, hem yıkar hem yıkılır. Öte yandan, Yüzbaşı Azmi ve Eşref Hanım’ın oğulları Bestami ve Beyazıt güçlü tutkularını derin bir sevginin başlangıcı yapabilmişlerdir. Beyazıt’ın karısı April Göksu’ya tutkusu, ¥ Fotoğraflar: Murat Solakoğlu Ayla Kutlu’nun son romanı Asi… Asi, okurunu bir yandan merak duygusuyla peşine takıyor, ya da Asi nehri gibi güçlü akışıyla sürüklerken, diğer yandan da eskil çağlardan günümüze, insanı, yaradılış mitoslarının cennet bahçesinden sürgün eden ilk günahtan, çağdaş hukuk ve ahlâkbilimdeki suça kadar, insan zihnini kurcalamış, ruhunu acıtmış ve vicdanını yaralamış olan insana özgü temel meselelerle uğraştırıyor. Ë Dilek DİRENÇ* yla Kutlu’nun son romanı Asi… Asi, bir ailenin tarihiyle bir coğrafyanın, bir yörenin tarihinin birbirine örüldüğü, ailenin ve yörenin karakter özelliklerinin ayrılmaz bir biçimde iç içe geçtiği bir roman olarak karşımıza çıkar. Asi… Asi’de Antakya ve yöresi, doğası, tarih öncesi ve tarihiyle, ırmağı, toprağı, dağı, havası, bu coğrafyanın üzerinde, bu sonsuzca bereketli ve doğurgan doğanın içinde bin yıllar boyunca yaşayanlar ve yaşananlarla var olur. Dolayısıyla romanda Antakya, zamanın ve mekânın kesişmesiyle oluşan bir bütünlüğü temsil eder; Antakya hem coğrafya hem tarihtir; tek başına ne biri ne de diğeri. Önce su, suyun yeşerttiği toprak, suyun kavuştuğu deniz, yani mekân; ardından da suyun, toprağın, denizin adını koyan, onlardan beslenerek yaşamayı öğrenen ve bu mekânın üzerinde bıraktığı izlerle zamanı mekâna ekleyen insan vardır. Antakya’nın tarihi, sırtını güvenle dayadığı ve “yukarıdan, gerçek bir Habip bakışıyla şehri kol[layan]” Habib Neccar Dağı’nın eteğinde, “Asi’nin çizip yaşattığı yeşil çizgi” ile başlar (173; 9). Bu nedenle Kutlu’nun son romanı Asi… Asi, “yüzlerce yıl, kaç uygarlığın Tanrısal şehri olarak” yaşamış Antakya’ya ve “buradaki her uygarlığı ve güzelliği var eden dünyanın en eski, en ilham verici ırmağı” Asi’ye adanmış bir güzellemedir (125; 470). Roman, bu yörede bugün var olan insan ve kültür zenginliğinin, aslında tarih öncesinden günümüze bu topraklarda yaşamış ya da bu topraklardan geçmiş, genetik ve kültürel mirasları birbirine karışıp sürekli yeni bileşimler üretmiş halklardan miras olduğunu vurgular. Geçmişten günümüze yörede duyulmaya devam eden kilise çanları ve ezanın “çok iplikli kıvrım kıvrım bir kordona dönüşmüş sesleri” (176), yörenin “çok iplikli” bir kordon misali birbirine örülmüş Hitit, Romalı, Arap, Ermeni, Yörük, Nusayri, Çerkez, Oğuz, Türkmen genetik ve kültürel mirasının çarpıcı bir imgesidir. Romanda Antakya, ortaklaşa soludukları hava, içtikleri su ve işledikleri toprakla birbirinde erimiş halkların, bir yanda günlük yaşam pratikleri öte yanda zengin hayal güçleri ve yaratıcılıklarının, üzerinde yaşadıkları coğrafyayla etkileşerek ürettikleri tarihle, mitlerle ve efsanelerle çizilir. Bu nedenle, romanda, sıradan ölümlülerin yanı sıra, yöresel mitlerden bugüne süzülmüş ömür biçici Moira’lar, talih tanrıçası Fortuna ve Cehennem Balıkçısı da karşımıza çıkar. Öncelikle Asi nehri, ardından Asi’nin suyuyla besleyip var ettiği Antakya, şehrin arkasında bir koruyucu edasıyla yükselerek “şehri var eden ikinci güç” olan Habib Neccar Dağı, bir roman mekânı oluşturmanın ötesinde, bu eserde birer roman karakteri olarak güçlü ve baskın bir varlık ve kişilik kazanmışlardır (78). AİDİYET SÜRECİ... Bir yörenin tarihinin yazılması, sürekli bir hareket, göçler, ayrılıklar, kesişmelerin yanı sıra, yerleşme, kök salma ve aidiyet geliştirme süreçlerini içerir. Bu süreçlerde, Antakya, “tarih boyunca defalar ve defalarca yıkılmış, sonra küllerinden yeniden doğmuş Anka’dır” (446); Asi de romanın başından sonuna, “Antakya tarihinin en eski, en eşsiz eseri olduğunun bilinciyle,” mevsimlerle değişen bir döngüyü izleyerek bazen gürüldeyerek ve tehditkâr, bazen de cılız ve solgun akan bir nehir (184). Asi, yalnızca bereketiyle var ettiği Antakya’nın içinde değil, aynı zamanda romanın bireysel ve kolektif tarihlerini yazdığı Asiyel ailesinin hayatlarının içinde ve hayatlarına dolanarak akar. Asi’nin ve metnin akışı birbirine öylesine karışır ki sonunda metin, Asiyel ailesinin hayatından içine katışanlarla birlikte “dünyanın dönüşü kadar hızlı ak[arak]... Akdeniz’in o güzel koynuna” koşan Asi’nin Akdeniz’e karıştığı, “ırmakla denizin birleştiği sınırda” ve anda sonlanır (541). Erzurum kökenli Yüzbaşı Ömer Azmi’nin, kimlikleri birbirini tamamlayan ve ancak birlikte var olan Antakya şehri ve Asi nehriyle tanışması, görev gereği Antakya’ya gönderilmesiyle gerçekleşir. Yüzbaşı için tanışma ve tutkuyla bağlanma neredeyse eşzamanlıdır: “Antakiye denilen, akşam alacasına saklı şehri, hayatına hiç dişi girmemiş bu yalnız subayın keşfettiği ilk dişi kimliğiyle ve tutkuyla bir anda seviverdiğini hissetti... Asi’nin yeline kanmıştı. Yel sırtını okşamış, içine dolmuş, onu sarhoş etmişti” (1011). Asi’nin kıyısına vardığında, önünde bir an tereddüt ve tedirginlik yaşadığı köprüden geçiş, yüzbaşı için hayatının yeni bir evresine geçişi simgeler. Bu yeni dönemin başında, Musadağı’nda bekleyen Ermenilere yönelik harekâtta yaralanarak bir bacağını yitirecek, ama ardından buraya yerleşerek, “on yaşından beri yollarda geçen hayat” yerine, bu “dişi” şehirde yurt, yuva tanıyarak çoluk çocuğa karışacaktır (7). Önce Eşref Hanım, sonra kızı yaşındaki Ganime ile yerleşik hayatı, malulen emekli, “yaşlı ve aksak” bir adam olmasına rağmen cinselliği yaşayacak, en önemlisi de romanın geriye dönüşlerle geçmişten bugüne tarihlerini kayda geçirdiği Asiyel ailesinin başlangıcına katılacaktır (61). Yıllar sonra, Yüzbaşı Ömer Azmi kendisine bir soyadı alırken, çocukluğunun geçtiği ve köklerinin bulunduğu Erzurum’dan bir ad seçmek yerine, “içine dolarak kendini bu diyarlarda oyalayan Asi’nin yeli” etkisinde, Ömer Azmi Asiyel A SAYFA 18 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1050